Bülent Usta'nın Ferda Keskin'le yaptığımız Foucault söyleşisine ağır itirazları var gibi görünüyor: "Seçme Yazılar serisinin altıncısının yayınlanışının ardından söyleyecek birçok şey varken...

Bülent Usta'nın Ferda Keskin'le yaptığımız Foucault söyleşisine ağır itirazları var gibi görünüyor: "Seçme Yazılar serisinin altıncısının yayınlanışının ardından söyleyecek birçok şey varken 'Yeni Başlayanlar için Foucault ve Siyaset' edasıyla 'pseudo' başöğretmen kesilmek de nereden çıktı?" Bu cümleden neler anlıyoruz?© Ferda Keskin'in editörü olduğu altı ciltlik bir kitap dizisinin tamamlanması üzerine söylenecek birçok şey var, ama bunları editörün kendisi bilmiyor, Bülent Usta biliyor.(ii) Keskin ve Somay birer "pseudo" başöğretmen edasındalar. Şimdi biliyoruz ki "edasında olmak" zaten ironi barındırır ve iddianın hakikate denk düşmediği önermesini de içinde taşır. Öyleyse bir de tırnak içine alınan (ve Türkçede "sanki" olarak rahatlıkla karşılanabilecek) "pseudo" sıfatına ne gerek vardı. Elcevap: Belli ki Usta ironik olarak bile olsa başöğretmenliği kimselere yakıştıramı-yor, kendisinden başka. Çünkü o, örneğin, "Foucault'nun kitaplarını çevirmiş, editörlüğünü yapmış, Foucault'yla ilgili bir sürü yazı yazıp konuşmalar yapmış birisi olan Ferda Keskin'in aslında ne Foucault'yu, ne anarşizmi, ne de postyapısalcılığı hiç bilmiyor ya da anlamamış gibi yapıyor," olduğunun da farkında. Yani kısacası, bir kişiyi ya da düşünceyi yıllar boyu araştırabilir, çalışabilir, üzerine yazılar yazabilir, o konuda derlemeler, seçkiler hazırlayıp doktora filan yapabilirsiniz, ama iş "hakikat anına" gelince, o kişiyi ya da düşünceyi gerçekten anlayıp anlamadığınızı söyleyecek olan Bülent Usta'dır, daha önceki yılların ve çalışmaların bir anda hükmü kalmayı verir.

Kuşkusuz bu iddiada bulunmak mümkün. Hiçbir düşünür ya da düşünce kimsenin tekelinde ya da mümessilliğinde değil. Ferda Keskin Foucault hakkında ne söylerse doğrudur diye bir inanca ancak müminler sahip olabilir (nitekim ben de zaman zaman Ferda ile anlaşmazlığa düşüyorum). Ancak onun Foucault'yu "hiç bilmediğini" iddia etmenin de bir sorumluluğu vardır; Usta'nın yaptığı gibi işkembe-i kübradan sallanabilecek rahatlıkta yapılmamalıdır. Bundan da kastım bunun ancak hakemli dergilerde ve bol dip-notlu, bibliyografyalı "akademik" kılıklı yazılarda yapılabileceği değil. Ama insan en azından bir-iki başı-sonu olan alıntı, "bakın Keskin şöyle diyor ama Foucault aslında bunu söylüyor" yollu bir ifade (gene mealen değil alıntılarla) filan bekliyor. Yoksa yapılan, "burası ne de olsa Türkiye, kimse anlamaz, uydur uydur söyle"nin ötesine geçemiyor.

Bir başka (ve Usta'ya "çok komik" gelen) örnek: "Anarşizm dedin ya, anarşizm çoğu zaman sol bir siyasi görüş olarak düşünülür." Bunu bir alıntı sanıyorsunuz, değil mi? Cümleyi okuduğunuzda Keskin'in mantıki önermesinin ne olduğu anlaşılıyor mu? Alıntı yarım, arkasından ne geldiği belli bile değil. Keskin bunun arkasından ne diyecek? "Ama aslında sağ bir görüştür," mü diyecek, yoksa, "Ama aslında sol-sağ ikiliğine yerleştirilmesi doğru olmayan bir görüştür," mü diyecek, yoksa "Ama bazı sağ versiyonları da vardır," mı diyecek? Alıntı yarım olduğu için bilmiyoruz, Usta ise acemi sit-com stüdyo izleyicisi gibi, kahkahayı patlatmakta acele ediyor: Eğer "mahcubiyet" denilen kavramı tanıdığına dair küçük bir kuşkum olsaydı, "ve mahcup duruma düşüyor," diye de eklerdim.

Bir başka örnek: "Sözgelimi ev içi şiddetin medya tarafından 'gözetlenmesiyle' Panopticon arasında doğrudan hat çekip kadın dövmenin her an 'gözetlenebilir, şikâyet edilebilir, zapturapt altına alınabilir' hale geldiğinden dem vuran yorumlarını okurken dudaklarım uçukladı." Usta'nın Herpes sorununa "geçmiş olsun" demek dışında ne söylenebilir buna? Ben size aslında ne dediğimi alıntılayayım: "Kocalar karılarını dövüyor, anne-ler-babalar çocuklarını dövüyorlar, işkence ediyorlar... Bunları giderek biz suç ve kötü davranış, hatta ruhsal bozukluk olarak lanse etmeye başladığımız sürece Panopticon evin içine de girmiş oluyor. Şimdi bunun iyi ve kötü yanları var. İyi yanı, kadına karşı şiddeti tabii ki belli bir şekilde denetim altında tutacak. Ama öte yandan, iktidar mekanizmalarını evin içine sokmuş olacak." Demek ki, "ev içi şiddetin medya tarafından 'gözetlenme-si'"nden değil, kadın hakları açısından olumlu bir adım olan ev içi şiddetin (devlet tarafından) denetlenmesinin, bir yandan da devletin panoptikon'unu özel yaşam alanına sokması anlamına geleceği söyleniyor, yani kısacası, "aile içi şiddet" konusundaki yaygın tartışma "sorunsallaştırılıyormuş". Evet, sorunsallaştırma bazen dudak uçuklatabilir; Foucault'nun yan etkilerinden biridir bu da. Bakın, toplam 798 kelimelik bir gazete yazısını eleştirmek için dört adet tam cümlelik alıntı yaptım. Usta ise dört bölümlük uzun bir söyleşiyi eleştirmek (eleştirmek ne kelime berhava etmek) için bu kadarını bile yapma inceliğini göstermiyor, bir yarım alıntı ve tırnak içinde bir-iki deyiş ona yetiyor. O zaman insan ister istemez kendine soruyor: Bu şiddet, bu celal, bu kendinden eminlik, bu küstahlık (küfür olarak değil "arrogance" anlamında) nedendir? Neden anarşizmin iktidar ve tahakküm kavramlarını birbirinin yerine kullanmasının doğurduğu sorunları tartışmaya çalışan iki kişi, 12 Mart paşalarının "anarşi ve terör kapımızda" anlayışına sahip olmakla suçlanıverir? Buna terbiyesizlik demeyecek-sem, terbiyesizlik nedir? "Yazı dizisinde onlarca madde halinde tartışılacak ve hepsinde Ferda Keskin ve Bülent Somay'1 ters köşeye düşürecek ifadeler dolu," diyor Usta. Onlarca-yı geçtim, bir tanesini söyleme zahmetine kat-lansaydı bari. Ama hayır, söylememek gerek, çünkü verilecek her somut örnek sizin otoritenizi tehlikeye sokar, okuyucuya düşünme ve kendi adına değerlendirme yapma hakkı tanır, ikirciklilikve kafa karışıklığı yaratır. Foucault (ya da Marx, ya da şu, ya da bu) hakkında, onu daha anlaşılabilir kılma gayretiyle, ama özetleyip basitleştirerek değil, tartışmaya açarak, ya da Foucault'nun diyeceği gibi, "so-runsallaştırarak", atılan her adım, rahatsız edicidir. Çünkü sizin tek ve kadir-i mutlak yorumcu kimliğinizi, çevernize toplayabildiğiniz birkaç kişi üzerindeki "akil adam" otoritenizi tehlikeye atar. O yüzden iyisi mi "pseudo başöğretmen", "şaşkın çorba", "çok komik", "gizli aydın hastalığı" gibi bir küfür silsilesiy-le okuyucuyu sersemletelim, toz duman dağıldığında da herkes Somay ile Keskin'in kör cahil, Usta'nın isa adına yakışır bir "usta" olduğu sonucuna varsın. Bu taktiğin geçerli olduğuna inansaydım eğer, bu yazıyı yazmazdım, isteyen istediğine inansın, der geçerdim. Ama okuyucunun bu ucuz oyunu "yediğine" inanmıyorum. Onlara saygımdan yazıyorum bunu da. Onlara saygımdan, ve Birgün gazetesinin kalite kontrol konusundaki savrukluğuna dikkat çekme isteğimden. Kuşkusuz önerim sansür değil, ama son zamanlarda internetin moda ettiği, Ekşi Sözlük rahatlığın-daki, "ne de olsa karışan görüşen yok, o yüzden istersem küfrederim, istersem yalan söylerim, paşa gönlüm neyi çekerse onu yaparım," tavrının, bağımsız ve tekel basınına karşı genel olarak özgürlükçü-sol bir anlayışı savunan bir gazetede kendine yer ve hatta köşe bulması da sevinilecek bir durum değil.

BÜLENT SOMAY