TACİM ÇİÇEK Faruk Demirel’in öykülerini ve Sandıklı Postası yazılarını bir kenara bırakacak olursak, birer dönem romanı olan Tanktan Toma’ya, Maraş Maraş, Ve Ankara’dan sonra bu kez okurun karşısına aslında ne kadar uzak gibi görünse de kanıksatılmak istenen bir siyasal gerçekliği ana izlek edindiği dördüncü romanıyla çıktı: Almina Diktatörün Kızı Demokrasinin olmadığı bir ülkede, ölmek üzere […]

Diktatörlerin sonbaharı halkların baharıdır

TACİM ÇİÇEK

Faruk Demirel’in öykülerini ve Sandıklı Postası yazılarını bir kenara bırakacak olursak, birer dönem romanı olan Tanktan Toma’ya, Maraş Maraş, Ve Ankara’dan sonra bu kez okurun karşısına aslında ne kadar uzak gibi görünse de kanıksatılmak istenen bir siyasal gerçekliği ana izlek edindiği dördüncü romanıyla çıktı: Almina Diktatörün Kızı

Demokrasinin olmadığı bir ülkede, ölmek üzere olan Tek Adam’ın yerine geçebilmek uğruna, çeşitli grupların amansız çatışmalarının inanılmaz öyküsü var arka planda. Faruk Demirel bununla da kalmamış aşkların, özlemlerin, yarım kalmış buruk yaşamların, iktidar hırsı ve çatışmalarındaki uluslararası güçlerin rolünü de sığdırmış romana. Hatta erkin gücünden ve maddi olanaklarından yararlanan kızı Almina’ın ülkesinde ve dünyanın birçok yerinde yarattığı kendine özgü, şaşaalı olduğu kadar da korkutucu dünyasını da işlemiş. Bal tutan parmağını yalar atasözüne uygunluğun çarpıcı bir sonucunu kelimelerle resmetmiş adeta.

Bu roman, ülkemizde fazla işlenmemiş konulardan birini ele almış. Günümüzün azgelişmiş ülkeleri değişik bir bakışla değerlendiriliyor. Dünyada bazı örneklerini okudum. Ülkemizde benzeri var mı; en azından ben bilmiyorum. Roman alanında bugüne kadar pek rastlamadığımı da belirtmeliyim.

Gerçekçi, toplumcu çizgi izleyen romanın doğal seyrinde, Almina’nın okul arkadaşı Cansu’nun saf aşkı için yollara düşmesi, çağımıza denk düşen olaylar içinde destansı bir dille anlatılmış. İç savaşların, haklı haksız isyanların ortasında bulunduğumuz bu zaman diliminde, insanların kendileriyle yüzleşmelerinin bir belgesi gibi roman.

Okuyucu sayfalar arasında hem kendinden hem de çevresinden bir şeyler bulabiliyor demek bir abartı değil.

Bu roman, diktatörlük yönetimlerindeki birçok ülkede yaşamın nasıl olduğunu gerçek boyutlarıyla gözlerimizin önüne sermekte oldukça başarılı… Romanın çıkış noktası, son derece yaşamsal, güncel bir etik sorunu da taşıyor özünde. Bir hesaplaşmayı dillendiriyor. Dışı cilalı, içi yozlaşan dikta yönetiminin (tek adamlığın) günümüzdeki yeni nesil türünü anlatıyor.

Yazarın yaşanmışlıklardan aldığı notlar yazma sürecinde romanı kurgularken aklından geçenlere ışık tutmuş. Bu yüzden Diktatörün Kızı simgesinde, çağımızda onlarca ülkenin üst yönetimlerinde dönen olayları, yolsuzlukları, yansıtmış. Karanlık noktaları aydınlatma ve bir bilinç oluşturma tutkusu romanın neredeyse kılcal damarlarına işlemiş.

Bu romanın evrensel bir boyutu da var.

Nasıl ki her dış uyaran kendisine benzer şeyleri anımsatıyorsa insana; bu roman da bana Kolombiyalı yazar Gabriel García Márquez’in Başkan Babamızın Sonbaharı adlı romanını anımsattı. Okuyanlar anımsayacaktır: Romanında evrensel bir diktatör portresi çizer yazar Márquez. Küçük bir Latin Amerika ülkesinde kendi zorbalığının kapanına kısılmış diktatörün öyküsünü çarpıcı bir biçimde resmeder. Ölmek üzeredir bu diktatör.

Yeryüzündeki en yalnız insan olarak portresini betimlerken, tüm dikta rejimlerinde gözlemleyebileceğimiz tek adam erki ve onun çevresindeki göstermelik kukla hükümeti de anlatı boyunca vurgular.

Márquez bir hayali ülkenin, hayali diktatöründen bahseder. Ancak esasında çok da tanıdıktır bu diktatör. Biraz dikkatli bakılınca bir yerlerden gözünüzün ısırdığını göreceksiniz. Ama asıl önemli olan kendisini tanrılar katında gören Başkan Baba’nın bir ufak tanrı olarak sağlam bir iktidarı varmış gibi görünse de aslında gerçek sanıldığı gibi değil. Gücünü, yıkılmaz sanılan kudretini kendisine biat edenlerden alır. Başkan Baba’nın asıl yaratıcısı, onun şiddetini yaratanlar, o şiddete razı olanlardır. Ancak ne yaparsa yapsın Başkan Baba’nın kaçınılmaz sonu yakındır. Başkan Baba’nın Sonbaharı, halkların baharıdır aslında. İşte Faruk Demirel de gerçekte olmayan bir ülkeden, oranın tek adamından ve etrafındakilerden söz ederken aslında çok da tanıdık, bilindik birinden ve akla hayale sığmayan uygulamalarından, onunla bütünleşmiş gözü kara bir kitleden söz ettiğini arife tarif gerektirmeyecek bir biçimde anlayacaktır kitabı eline alacak olan her okur.