Korkuyorlar hapishanelerini kaybetmekten! Zannediyorlar ki kafaları kumun içinde kalırsa İslamofaşizm onlara dokunmayacak. Zannediyorlar ki bir gün biri gelecek ve her şeyi çözecek, zannediyorlar ki biri ölecek ve bu kâbus bitecek. Ve bu oyuna “umut” diyorlar artık.

Dışarıdan içeriye mektuplar: Adına umut dedikleri oyun

Levent ÜZÜMCÜ

Lafı hiç eğip bükmeden söylemek lazım ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir suç şirketinin eline geçti. Bu suç şirketinin kapıcıları, şoförleri, tetikçileri, elemanları, CEO’ları her gün çarşaf çarşaf yayınlanan ve hiçbir mahkemenin umursamadığı suçlarıyla ellerini kollarını sallayarak ortalarda dolaşıyorlar. Şirketin elemanı olan gerçek suçluların özgürlüklerini kısıtlayacak tek bir durum söz konusu o da, çete içinde yanlış ata oynamaları. Çete köküyle toprağıyla devletin tüm kademelerini eline geçirmiş olduğundan ve mahkemeler de bunun bir parçası olduğundan kendi hâkim ve savcılarının istedikleri kişiyi suçlu ilan ettirme durumunu da kullanarak kendilerince bir “Alice’in harikalar diyarını” yarattılar. Bunu gözümüzün önünde ve toplamda yaklaşık 75 yılda yaptılar.

Kimi zaman dışarıyla, kimi zaman içeriyle, kimi zaman Türk tipi liberallerle, kimi zaman faşistlerle, kimi zaman da İslamofaşistlerle yaptıkları koalisyonlarla başardılar bunu. Bu çetenin devamını da, -yukarıda andığım- akılsız, fikirsiz ve vicdansız kitlelerin desteğiyle başardılar. Geldiğimiz noktada ise, kurmaya çalıştıkları düzene karşı çıkan, reddeden, halka gerçekleri söylemeyi namus borcu olarak gören, etki alanı olan insanlara suçlar uydurarak içeri atmak modasını pervasızca devam ettiren bir garabetle karşı karşıyayız. 

Sevgili “içerideki” yoldaşım, sen zaten bunları çok iyi biliyor ve her fırsatta dile getiriyorsun, bu yüzden alındı özgürlüğün elinden. Ne suçlar uydurdular, o uydurdukları suçlara ne cafcaflı isimler koydular! Sırf daha yaşanabilir, doğasıyla, insanıyla daha özgür bir ülke istiyorsun ve bunu dile getiriyorsun diye içeridesin. Seni içeri atan kiralık kuklalara sorsan onlar da aynısını istediklerini söylerler ama içine düştükleri durum, inandıklarını iddia ettikleri öteki dünya yerine “tek bir hayatın var, gerisi yalan”ın ruhlarına işlemiş baskın gerçeğidir. Sevgili içerideki yoldaşlarım, konuşmalarınız, yazılarınız, filmleriniz, eserleriniz bizimle, bir siz yoksunuz sanıyorsunuz aramızda ama hepimiz -bir şekilde- aynı hapishanedeyiz sizinle. Dostlarla geçirilen anlarda, işte, okulda, gazetede, sevgilinin omzunda, gidilen yolda, rastlanılan dostta, edilen sohbette ve hatta uykuda hep aynı sıkıntı içimizde, o hapishane sıkıntısı! “Dışarıdayken” bunu yaşamak çok yıpratıcı, her yere gidebiliyor, dostlarınla görüşüp vakit geçiriyor, dışarıda paranın yettiği kadar yemek yiyebiliyorken kafandaki, içindeki, ruhundaki hapishaneyle birlikte yaşamak çok zor. Aynı dili konuşan, aynı yollarda yürüyüp, aynı yemekleri yiyen insanlar arasındaki algıda, bilgide ve vicdanda yüzlerce yıl mesafe olması çok zor. Halkın sevinçlerinin, üzüntülerinin; mutluluklarını ayrıştırıldığını görmek çok zor! Kısacası bir halkı halk yapan ne varsa sistemli ve kötü niyetli bir şekilde ayrıştırıldığını görüp bilerek yaşamak çok zor! Aklı, fikri, vicdanı hür insanlar için bu açık hava hapishanesinin mahkûmu olmak çok yıpratıcı ve bir kördüğüm gibi, çözüldükçe daha çok karışıyor. Bizim büyük çaresizliğimiz ise etki alanı olan, hayatı kendisi ve çevresi için önem arz eden insanların, kredi kartları, senetler, “mortgage” ler, okul taksitleri, kiralar ile hapsedilmiş o görece konforlarını kaybetme korkuları. Korkuyorlar hapishanelerini kaybetmekten! Zannediyorlar ki kafaları kumun içinde kalırsa İslamofaşizm onlara dokunmayacak. Çocuklarının okul taksitleri kadar önemsemiyorlar onların geleceğini. Zannediyorlar ki bir gün biri gelecek ve her şeyi çözecek, zannediyorlar ki biri ölecek ve bu kâbus bitecek. O kadar çok şeyi “zannediyorlar” ki, zannetmeler hapishanesinde geçiyor ömürleri ve bu zannetme oyununa “umut” diyorlar artık. Zannetmelerin, zahiri hapishanemizdeki volta zamanlarımız olduğunu bilecek kadar uzun yaşadık. Her şeye rağmen çıplak ellerimizle yıkacağız bu hapishanenin yüksek duvarlarını. Dayan kardeşim, dayanalım! Başka yolu yok, bırakıp, yılıp gitmek yok! Bizleri büyüten anaların babaların o deneyimli, yaşlı, yorgun, hünerli, bilen elleriyle inşa edeceğiz geleceği! Biz asla zannetmeyeceğiz!