Google Play Store
App Store
Dışarıdan içeriye mektuplar: Aramızdaki, aralarındaki bağları güçlendirmek…
Çizim: Zeynep Özatalay

Sevda Karaca - EMEP Gaziantep Milletvekili

Sevgili Can, Mine, Mücella, Osman, Çiğdem, Tayfun, Hakan…

Sevgili Elif Ilgaz, “Dışarıdan İçeriye Mektup”u kaleme almamı istediği günlerde Antep’te 2 bin 500 Şireci fabrikası işçisinin 6 gün boyunca, gündüz 50 derece sıcağın altında, gece ise yere serili çullar üzerinde verdiği mücadele henüz yeni kazanımla sonuçlanmış, bu kazanımın üstüne Başpınar Organize Sanayi Bölgesinde yeni yeni direnişler baş göstermişti. Direniş yoğunluğu içinde o hafta bu mektubu kaleme almak mümkün olamadı. Aynı günlerde ülkenin dört bir yanında insanca yaşanacak bir ücret, insanca çalışma koşulları için, kimi yerlerde sendikalaşma hakları, sendikalarının tanınması için irili ufaklı mücadeleler vardı. Hatta bu mücadelelerden “Direniş Haritaları” yapılmaya başlandı. Halen haritada onlarca yanıp sönen ışık var. Şimdi ateşi kısığa alıp aşın iyice demlenmesini beklemek gibi, işçiler de sonraki direnişe içten içe kaynayan bir duyguyla hazırlanıyorlar.

Sıcak bir yaz geçiriyoruz. Akbelen’de ve Cudi’de dünyanın gözleri önünde bir orman katlediliyor; AKP’nin meclis açılır açılmaz önümüze sürdüğü ve adına hiç utanmadan deprem bölgesinin yaralarının sarılması için “Milli Dayanışma Paketi” dediği vergi salma, yoksullaştırma paketi olan halkın cebinde kalan kuruşa göz dikme yasası geçti; bir yandan depremin üzerinden aylar geçmesine rağmen bir damla yağmurdan sonra sel götürdü çadırkentleri; yaralar henüz sarılmamışken yıkımın ana nedeni olan rantçı kent politikaları, şirketlere para kazandırma odaklı yeni kent projeleri devam ediyor. Kadınların medeni hakları her yeni gün yeni bir iktidar sözcüsünün, gerici ittifaklarının dilinden dökülüyor; karma eğitimden nafaka hakkına, anayasadan kamusal alanda var olma hakkına her hakkımız her gün saldırı gündeminin göbeğine konuluyor. Cezaevlerinin zulüm merkezi haline geldiğini apaçık gösteren bir biçimde her yeni gün yeni bir hasta mahkûmun kaybını duyuyoruz; cenazelerine sahip çıkılmasına engel olunuyor, ailelerinin feryatları yükseliyor. İşçiler ellerini, kollarını, hayatlarını “bütün” olarak sürdürme haklarını makine dişlileri arasında bırakıyor; organize sanayi bölgelerinde özel hastanelerin “El Cerrahisi, 7-24 yanınızdayız” sloganlı billboardları yükseliyor. Okul çantaları ayakkabı tamircilerinin yolunu tuttu, yenisi alınamayacağı için sağları solları dikiş tutsun diye yoksul eller arasında döndürülüyor; içi nasıl dolacak, bir öğün ücretsiz yemek için devlet ne yapacak, henüz akla uygun bir açıklama yok. Ama çocukların açlığı her gün büyüyor.

Halkın çok çeşitli kesimleri, her birine ayrı ayrı üzülüyor, öfkeleniyor, tepki gösteriyor… Ayrı ayrı…

BÜTÜNDEN BÜTÜNLEMEYE 

Bizzat kendisi bir felaket olan kapitalist düzen, bu ardıl ve iç içe felaketlerin birbiriyle nasıl da organik bir bağının olduğunun üstünü kapatma becerisi ve başarısı sayesinde, bu olan biteni bütünlüklü anlamayı zorlaştırıyor. Her mesele ayrı soyutlamalarla, anlatılarla, analizlerle ele alındıkça, işin özünü oluşturan kapitalist düzen de sorumluluktan “soyutlanıyor”. Birbirinden bağımsız, uzak, irtibatsız gibi görünen, gösterilen bu felaketler silsilesini bir bütünün farklı görünümleri, bir bütünün parçası olarak görme ve gösterme kapasitemizi arttırmadıkça, kapitalistler de onların siyasi temsilcileri de işlerini iyi yapmaya devam edecek.

1920’DEN BUGÜNE HALEN GÜNCEL OLAN… 

Şireci’nin Akbelen’le, Cumartesi İnsanlarının Taksim’de taban ücret için sokağa çıkan özel sektör öğretmenleriyle, tutuklanan gazetecilerin kadınların şiddete karşı korunma haklarının ortadan kaldırılması çabasıyla, okullarda bir öğün ücretsiz yemek sağlanmamasının Milli Dayanışma Paketi adı altında patronlara teşvik üstüne teşvik dağıtılmasıyla doğrudan bir ilişkisi var. Tek adam yönetiminin politikalarının yol açtığı kriz yalnızca ekmeği küçültmüyor. Küçülen ekmek kadınları ve çocukları daha fazla şiddete açık hale getiriyor, doğa daha çok talan ediliyor, mülteciler daha çok ayrımcılığa uğruyor, Kürtler daha çok baskı görüyor örneğin. Bu olan biten arasındaki bağı daha derin kurmak kadar, bu kurduğumuz bağı daha görünür kılmak, toplumun sömürü ve baskıdan nasibini alan bütün kesimlerinin bir arada durmasına, bir arada mücadele etmesine araçlar sağlamak da görevimiz. Bu, ayrı ayrı yürüyen toplumsal mücadele dinamiklerinin, bütünlüklü bir mücadelenin besleyeni, akarsuyu haline gelmesine ihtiyacımız var. İşçi sınıfının, ezilen tüm halk kesimleriyle ittifakının ihtiyacının hayati hale geldiği, hayatta kalmak için tek yol haline geldiği böylesi bir dönemde 1920 yılında söylenen “Dünyanın bütün ezilen halkları ve işçileri birleşin” sloganının özündeki bütünlüğü, tarihselliği ve bilimselliği yeniden daha derinlikli de tartışmanın zamanı.

Hepinize ayrı ayrı sevgilerimizi, dayanışma duygularımızı iletmek istiyorum.

Sevgili Can’a mahsus selam gönderme sorumluluğum da var. Bunları, tümüyle hukuksuz, adaletsiz, hadsiz biçimde tutulduğu cezaevine Birgün aracılığıyla gönderdiğim bu mektupla değil, bütün bu tartışmalarda siyaseten sorumluluğu da olan iki vekil, iki siyasetçi olarak, mecliste, öğretmenlerin eyleminde, birlikte halk toplantısı yaptığımız Hatay’da, ziyarete geldiği Şireci direnişinde konuşmayı, tartışmayı arzu ederdim. Bunun en kısa zamanda mümkün olması için de mecliste Can Atalay’a özgürlük sözünü büyüteceğiz.