Dışarıdan içeriye mektuplar: En acılı hikâyeler unutulur mu?
Fotoğraf: Evrensel

Ayşenur Arslan 

1985 olmalı. Nokta Dergisi’ndeyim ve o yılın Doruktakiler ödüllerinin organizasyonu bende. Önceki yıllardan farklı olarak, sonuç, ödül alanların katılacağı bir davetle açıklanacak. 

Okuyucu oylarıyla seçilenler müthiş bir liste oluşturmuştu: Aydın Güven Gürkan’dan Müjde Ar’a… Listedeki isimlerden biri Sakıp Sabancı idi. 

Yine o yıla özel bir içerikle, ödül alanlarla -organizasyon sorumlusu olarak- röportaj yapacaktım. 

Sakıp Sabancı’ya, o günlerin ve hemen her dönemin en sıcak sorularından birini yönelttim: 

“Size cezaevlerinden de önemli oranda oy geldi. Onlara, özellikle bugünlerde çok konuşulan af konusunda ne söylersiniz?” 

Olumlu yanıt verdi Sabancı. Affın toplumun yaralarını saracağından falan söz etti. 

Ertesi pazartesi yayın kurulu toplantısında bir bölüm şefi “Sakıp Bey af sorusundan rahatsız olmuş “ diye bir “ihbarda” bulundu. Ama Ercan Arıklı “Ayşenur gazeteci bebeğim, tabii ki soracak” çıkışıyla konu orada kapandı. 

Kapanan, cezaevleri ve hemen her iktidarın acımasızca kullandığı yöntemler değildi elbette. 

Yakın tarihin en acı / hazin / karanlık hikayelerinin yazıldığı sayfalar unutulabilir mi! 

Yaşattıkları vahşete “hayata dönüş operasyonu “ adını verecek kadar şuursuz… Bir Diyarbakır mitinginde “yeni cezaevi müjdesi” verecek kadar şakacı (!) siyasileri unutabilir miyiz peki? 

Gazeteci olarak onca yıldır peşimi bırakmayan / peşini bırakmadığım soruları sormaya devam edeceğim elbette. 

Bugünler de geçecek. Hayatları çalınmış dostları, yaralarından öperek kucaklayacağız. 

Kadim dostum Osman’ı… 

Sevgili kızım Çiğdem’i… 

Hiç tanımadan tanışım olan Demirtaş’ı, Selçuk Mızraklı’yı… 

Gazeteci dostları ve daha nicelerini kapıda bekliyoruz. 

Bilsinler!