Dışarıdan içeriye mektuplar: Haklıydık, haklıyız, haklı kalacağız
O demir kapılar açılacak, yine yan yana gelip güneşe bakacağız, yine yan yana martı kanatlarına, serçelere, umuda, yine siren seslerine karşı deryaları yarıp gelen gemilere el sallayıp, yine yiten canlarımız için türküler-şiirler bağırıp, yine çaresizliğe aşk ile kardeş olup çoğalacağız.
Orhan AYDIN
Kardeşlerime…
İlkbahar ıhlamur kokularıyla gelir dağlara, ormanlara, kentlerin içindeki koruluklara.
İstanbul bir ıhlamur ormanıdır.
Parklarında, bahçelerinde, boğaz boyu yamaçlarında şenliğe çıkmış çocuklar gibi el ele verirler.
Gezi Parkı, aynı ıhlamur ağaçlarının dansa durduğu yerdir. Çınarlar, yaban gülleri, papatyalar, menekşeler ve sığırcık kuşları, serçeler, martılar, alacalar ve güvercinlerle.
Sizler asla unutmuş olamazsınız biliyorum her bahar buram buram kokuşan, aşkla insan olanla söyleşen Gezi Parkı ıhlamurlarını.
Kardeşlerim, içlerinizden çoğunu en son orada görmüştüm.
Tayfun ile orada kucaklaşmıştık, karşımızda panzerler üstümüze yürümeyi beklerken. Can ile Kadıköy’de sarılmıştık, alacalı bir yağmur vardı, sırtında çanta.
Duruşmalarınızdan yalnızca ikisine gelebilmiştim. Adliye kapısında yapılan açıklamalarda yalnızlığımızı seyredip kahır içinde kendime kızmıştım.
Milyonlar olmuştuk tüm ülkede. Vicdanlı tüm insanlık aynı şarkıları söylüyor, aynı sofranın başında bir lokma ekmek, aynı çeşmenin başında bir yudum su, aynı güneşin altında masmavi bir özgürlük için.
Halaya tutuşanları anımsıyorum, dillerinde aşk şarkıları, bedenlerinde şiir.
Gaz bulutları altında bile özgürlük marşları, kırılmış kollar, eller, kanayan yürekler içinde öfke dolu umut, dayanışmanın, kardeş olmanın, eşitlenmenin dayanılmaz coşkusu ama adliye önünde bir avuç vicdan!
Haklıydık, haklıyız, haklı kalacağız.
Bedelini siz demirli, penceresiz, çiçeksiz, betondan zulüm hanelerde, biz dışardaki içerde kahır içinde yaşıyoruz.
Bu nasıl zulüm demiyorum, demeyeceğim, bu nasıl kahır hiç demeyeceğim ama kardeşler bu nasıl bir soysuzluk ki hep beraber zindan içinde olmamıza sırıtarak alkışa duruyor?
Ne istedik ki biz uçan kuşun, açan çiçeğin, akan suyun, ısıtan güneşin, bağrışan çocuğun, umudu yitmiş insanın şenlenmesinden başka?
Ne istedik ki süren kahrın-kederin-elemin bitmesinden başka?
Bir avuç haramzadenin karşısına bir yamaçta açmış kır çiçekleri gibi güneşe durduk.
Kardeşlerim, içimizden sizi koparıp aldıklarını düşünenler yanılıyor.
İşte bahar ağaçların dallarında su damlası.
Ihlamurlar açacak, kiraz ağaçları, erik ağaçları, begonviller çiçeğe duracak.
O demir kapılar açılacak, yine yan yana gelip güneşe bakacağız, yine yan yana martı kanatlarına, serçelere, umuda, yine siren seslerine karşı deryaları yarıp gelen gemilere el sallayıp, yine yiten canlarımız için türküler-şiirler bağırıp, yine çaresizliğe aşk ile kardeş olup çoğalacağız.
Size enkazların altında can veren binlerce yürek kadar, size evsiz susuz-aç-ilaçsız-çaresiz bırakılmış çocuklar, yitip giden yavruları için acılar içinde ağlaşan analar-babalar, size adaletsizliğin pençesinde kıvranan milyonlarca vicdanlı insanlık, kesilen ağaçlar, köreltilen su gözeleri kadar yalnızlığa itilmiş, acılar içinde olduğumuzu anlatmak umudunuzu karartmaz biliyorum.
Çünkü dağ başında-ovada-fabrikaların avlusunda-okulların bahçesinde-ormanların ortasında-maden ocaklarının yüreğinde-adliyelerin önlerinde-sahnelerde-zeytin ve ıhlamur ağaçlarının gölgesinde haykıran insanlık, asla yalnız olmadığınızı biliyor.
Bu mektubu, üstünde ‘görülmüştür’ yazan, açtığınızda içinden ıhlamur kokuları taşan, saman sarısı bir zarfın içinde aldığınızı düşlüyorum.
Hasretle kucaklar, gözlerinizden öperim.