Bir felâket senaryosu yazacak olsaydım, bu kadar absürt hikâyeler aklıma gelir miydi? Sanmıyorum. Sizin gibi insanları içeride tutmaktan kimin ne çıkarı var, bilmiyorum. Ancak büyük bir cesaret ve kararlılıkla dik durdunuz.

Dışarıdan içeriye mektuplar: Hepimiz Gezi’deydik
İllüstrasyon: Kemal Gökhan Gürses

Gaye Boralıoğlu - Yazar

Gezi davasının tutuklu sanıkları, can arkadaşlarım, 

Bazılarınızla zaten “özelden” mektuplaşıyoruz, bazılarınızla birbirimize selam gönderiyoruz. Velhasıl, sizlere yazmak benim için yeni değil ama bu kamuya açık ilk mektup, o yüzden kusur edersem affola. 

Kamuya açık bir mektup olduğu için size doğrudan yazdıklarımdan farklı olacak biraz, kendimden söz etmeyeceğim mesela. Ya da hani okuduğum kitaplardan, izlediğim filmlerden falan bahsediyorum, azıcık dedikodu bile yapıyorum zaman zaman, yani hayat normalmiş gibi davranıyorum/davranıyoruz ya, bu sefer öyle yapmayacağım.

Hayat normal değil çünkü! Mesela Osman (Kavala) gibi karıncayı incitmeyecek, duyarlı, zarif, akıllı bir insanın, yaptıklarıyla, yaşantısıyla, sözleriyle hepimizin gördüğü, bildiği, mümkün olsa örnek alacağımız şeffaf bir adamın ağırlaştırılmış müebbet gibi korkunç, ancak hunharca cinayet işlediği sabitleşmiş insanlar için düşünülebilecek bir cezaya çarptırılmış olması, altı buçuk yıldır tek başına, bir hücrede, sınırlı sayıda kitapla yaşaması hiç normal değil. Ya da kırk yıllık arkadaşımız yapımcı, sinemacı, aktivist, tatlı huysuz Çiğdem’imizin (Çiğdem Mater) çekmediği bir belgesel yüzünden 18 yıl hapse mahkûm edilmesi ve iki yıldır (sahi mi?) hapiste olması çok mu normal? Çiğdem’le beraber yatan Mine’nin (Mine Özerden) durumuna ne demeli ya? Bulunamayan bir ihbarcının söylediklerine dayanarak, vergi başmüfettişlerinin hazırladığı rapora göre “iddialarla ilgili bir tespit yapılamadığı” belirtildiği halde canım Mine’mizin, bugüne kadar sessizliği tercih eden, suçsuz olduğunu haykırmayı bile onuruna yediremeyen Mine’nin bunca zaman yatması, bu kadar cezaya çarptırılmasının neresi normal? Ya da Soma Faciası’nda, Ermenek maden kazasında, Adana öğrenci yurdu yangınında, Çorlu Tren Kazası gibi Türkiye’deki birçok toplumsal davada mağdurları savunan, cezaevindeyken milletvekili seçilen, buna rağmen ve yine de hâlâ içerde tutulan Avukat Can Atalay’ın durumu… 

Memleketin her köşesi depremle sarsılırken bir zamanlar (İBB) Deprem Risk Yönetimi ve Kentsel İyileştirme Daire Başkanı olan, küçük Vera’nın (artık epeyce büyüdü gerçi) babası Tayfun Kahraman’ın sudan gerekçelerle hapiste tutulması… 

*** 

Bir felâket senaryosu yazacak olsaydım, bu kadar absürt hikâyeler aklıma gelir miydi? Sanmıyorum. Sizin gibi insanları içeride tutmaktan kimin ne çıkarı var, bilmiyorum. Dört beş kişiyi cezalandırarak Gezi’ye katılan ya da potansiyel olarak böyle işlere kalkışacak birilerini hizaya getirmeye çalışıyor olabilirler mi? Evet bu, faşizan idarelerin dünya çapında da başvurdukları bir yöntem ama Nazi Almanya’sında bile düşmanlaştırmanın “kendilerine göre” anlamlı bir biçimi vardı. Yani düşmanlaştırmanın bile bir mantığı vardır. Buradaki sadece saçma görünüyor, öyle olunca da insanda korkudan ziyade isyan duygusu yaratıyor. Evet hepimiz oradaydık, cezasını yalnızca siz birkaç kişi çekiyorsunuz, hem de en ağır şartlarda. Bu en hafifinden benliklerimizin utanç ve isyan duygusuyla kavrulması demek, bu da egemenler için arzu edilmeyen bir sonuç. 

Ümit Kıvanç’la birlikte Haysiyet kitabı üzerine çalışırken Gezi’nin bir haysiyet hareketi olduğunu konuşmuştuk. Silahsız olduğu için, sistemli bir hareket olmadığı için, ağırlığını eğitimli ve daha önce örgütlü bir mücadelenin içinde olmayan gençler oluşturduğu için bu hareketin devleti yıkmaya yönelik devrimci bir eylemden ziyade uzun zamandır yok sayılan insanların kendini ifade etme, varlıklarını görünür kılma arzusu olduğundan bahsetmiştik. Hâlâ aynı şeyleri düşünüyorum. Amerika’daki, İspanya’daki, Japonya’daki benzer örneklerde olduğu gibi, Gezi kendi kendine gelişti ve öyle de ortadan kayboldu. Doğrusunu isterseniz, daha kalıcı ve örgütlü hale dönüşmesini, mesela sizin her mahkemenize Gezi’de olan binlerce kişinin gelmesini, haksızlık diye haykırmasını isterdim. Ama öyle olmadı, kimseyi suçlamıyorum elbette, bu Gezi’nin karakteriydi. Tam da bu karakterden dolayı sizin içerde olmanız daha da acayip görünüyor.   

*** 

Haysiyet demişken şunu da belirteyim, her biriniz o kadar büyük bir cesaret ve kararlılıkla dik durdunuz, mesela birileri gibi el altından sağa sola mektuplar göndererek, kekeme cümleler kurarak, nedamet mesajları vermekten öylesine net bir şekilde uzak durdunuz ki, sizi düşünmek yılgınlıktan ziyade büyük bir gurur veriyor bizlere. Cesaretin ne olduğu, direnmenin yöntemi, haysiyetin nasıl korunacağı konusunda cümle âleme örnek oldunuz.  

Dünya sizin sayenizde daha güzel bir yer oldu. Kendi adıma minnetle sizleri kucaklıyorum dostlarım.