Adını anmadığım kaç kişi, çalmadığım kaç koğuş kapısı var kim bilir? Böyle haybeden ve hariçten gazel etkisi yaratan suçluluk duygusuyla yazılmış bir mektup hiçbirinizi kesmez biliyorum ama inanın yutkunduğum yerde yumrular büyüyor.

Dışarıdan içeriye mektuplar: “İçeriye bakan kim?”
Çizim: Murat Başol

Figen ŞAKACI

Hiçbir suçu olmayanın, hiçbir suçu olmayanlara derin suçluluk duygusuyla yazdığı yerden bir ok çıkıyor. O ok, dışarıyı mı gösterecek içeriyi mi? Başlığı boşuna aparmadım. Hem edebiyatımızın erken parlayıp çabuk göçen yazarı Mehmet Günsür’ün öykü kitabının adını anıp geç kalmış okurlarını çoğaltayım hem de meramımı lafı çok dolandırmadan anlatayım. Ok deyince çağrışımları havada kapacaklar için bıçak mı desem acaba? Hani şu iki ucu da keskin olanından.

Ya da işin içinden çıkamadığımda ne yapıyorsam en iyisi ona başvurmak; som gerçeklik karşısında etinden et koparmak! Yani hangi öyküyü yazıyorsam o karakterin duygusu ve görgüsüyle masa başına nasıl oturuyorsam yine öyle yapmak: 1981 senesinde babasını Sağmalcılar Cezaevi’nde görüşe giden o kız çocuğunun gözü ve kalbiyle yazmak. 

***

Şimdi bu cümleye noktayı koyar koymaz Çiğdem Mater’in dudağının kenarına hafif bir seğirme gelmiştir kesin; benim o tarihlerde tay tay durduğuma bakma, cezaevi kapılarını az mesken tutmadım diyerek gülümsüyordur güzel güzel. Çocukken yeşilliğine yatıp yuvarlandığımız yerde, Bakırköy Cezaevi’nde yatıyor olması ayrıca içimi sızlatıyor. Arkadaşlığına doyamadan bizi ayıranların utanmasını bekleyecek değiliz ya, o çatır çatır yazıyor, kütüphane kurdu gibi kitap deviriyor, inadına kahkaha atıyor. Helal sana Çiğdemcim, haberin olsun ne yazsan okuyorum, daha neler yazacaksın diye merakla bekliyorum. 

Gözümü dört açıp beklediğim bir başka isim de Selçuk Kozağaçlı. Bindiği arabanın direksiyonunu hukuka değil de edebiyata doğru kırsaydı eminim taksimetre hiç boşa yazmazdı. Kalemi eline her alışında devlet dersinde öldürülen çocukların ruhlarına üflüyor gibi geliyor bana. 

Beri yandan Selahattin Demirtaş’ın yıllardır ketılıyla kaynattığı su kimseyi yakmıyorsa, hadi yakmadı diyelim çayına dem dahi olmuyorsa vah bize vahlar bize; susacak, küsecek diye ödüm kopuyor. Her suskunluktan sonra bir kitapla karşımıza dikilivermesi, teselli ediyor neyse ki. 

Maalesef koğuşumuz tıka basa dolu, hayatlarımız kupkuru olduğu için marul yaprağıyla salyangoz besleyen Osman Kavala’yı hunharca geçen yedi yıla rağmen bir hücrede değil de bir ofiste ve illa ki masa başında görüntülüyor benim eMaR’ım. Aklın mantığın ermediği yerde hayal dünyamıza sarılmayacağız da ne yapacağız? 

Tam o sırada ve en öfkeli olduğum anlarda Can Atalay’ın isyanla haykıran sesi geliyor. Her haksızlığın karşısına heyula gibi dikilen feryatları Hatay’dan duyuluyor da koca Meclis’te duyulmuyor! Ondan sebep benim içimde patlayan volkanlar çatapat etkisi bile yaratmıyor. 

Ya en son hangi cezaevine sürüldüğünün izini süremediğim Murat Türk ne yapıyor acaba? Umarım yine açlık grevinde değildir de yeni romanını yazmak için güç topluyor, müebbetini muhabbete dönüştürmekteki hünerini inatla sürdürüyordur. 

Dik duruşundan ve bakışından bir gıdım bile sapmayan Gültan Kışanak, Sabahat Tuncel, Figen Yüksekdağ ve Kürt adını duyar duymaz enseden bastırıp eğmeye çalışsalar da boyunları bir milim bile yerinden kıpırdamayanlar; ne desem hamasetten sayılır korkusu ve direnciniz karşısında sonsuz saygıyla selamlarımı yolluyorum. 

***

Beri yandan okulları, tezleri yarım kalan gencecik öğrenciler, onlara bir fazlasını öğretmeye çalışacağım diye dirsek çürüten akademisyenler, LGBTİ+ bireyler, mesleğine sıkı sıkı bağlı gazeteciler ve keza iktidarda kim varsa onun tavuğuna kışt diyenler. Her an evleri basılacak, sudan bir bahane bulunup içeri tıkılacaklar korkusuyla kendilerini dışarı atan ama memleketi içinden atamayanlar… 

Daha adını anmadığım kaç kişi, çalmadığım kaç koğuş kapısı var kim bilir? Böyle haybeden ve hariçten gazel etkisi yaratan suçluluk duygusuyla yazılmış bir mektup hiçbirinizi kesmez biliyorum ama inanın yutkunduğum yerde yumrular büyüyor. Bir de size 1981’de babasını görüşe giden o kız çocuğunu anlatacaktım di mi? Ona sıra bir türlü gelmiyor, umarım hiç gelmez.