Dışarıdan içeriye mektuplar: Kim gerçek köstebek
Fotoğraf: AA

Barış Pehlivan

Bir terör örgütünün kumpaslarını açığa çıkaran isimlere karşı o terör örgütü üyelerinin başlattığı yeni bir kumpasın davasında, kumpasa uğrayan isimler kumpası kuran terör örgütüyle iş birliğiyle suçlandı. Kumpasa uğrayanları terör örgütünün kumpasçısı olmakla suçlarken de o terör örgütünün katlettiği ismin kumpas ifşalarını kullandılar. Katil ile maktulü ortaklıkla itham edenler arasında katilin cinayetleri işlemesinde ortaklık yapan da vardı.  
Karışık mı oldu? Haksız değilsiniz. Kelimelerin bile çürüdüğü bu çağ yangınında yansak da yazayım… 

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Gezi davası tebliğnamesini okuyorum. “Geçmişi kontrol eden, geleceği kontrol eder. Şimdiyi kontrol eden de geçmişi kontrol eder” sözünü kanıtlamak istercesine yazılmış. Ama işte herkes kör, alem de sersem değil. 

Fethullahçıların ülkeyi işgal projesine karşı mahkeme salonlarında, kameralar önünde, sokaklarda mücadele ederken tanıdım onları. Hayır, diyorlardı. Hayır, bu yalan. 
Herkes en iyi bildiğini yapıyordu. Örgüt de kendisine karşı mücadele edenler için gizli dinlemeler yapıyor, fişlemeler hazırlıyor, susturma operasyonlarına imza atıyordu. Öyle ya, ne istediyse veren bir iktidar vardı. 

Böyle başladı Gezi’nin kumpas ayağı. Bugün ya hapiste ya firarda olan örgüt üyeleri kazdı temelini, attı ilk betonunu, çaktı ilk çivisini. Dünün yardım yatakçılarına sadece boyama işi kaldı; buydu aslında yıkmak istediğimiz adı hukuk olmayan çürümüşlük. 

Evet, Yargıtay’ın tebliğnamesi Gezi davası kumpasını meşrulaştırmak için yitirdiğimiz bir cana sırtını dayıyor: Necip Hablemitoğlu! 

Hablemitoğlu’nun Fethullahçı örgütlenmeyi anlattığı “Köstebek” kitabına atıflar yapıyor savcı: 

“Artık hedef ülkelerde özellikle istihbarat - ajitasyon faaliyetlerinde deşifre olma riskine girilmiyor, bu iş genellikle doğrudan ya da dolaylı olarak servisle ilişkili yerli işbirlikçilere, taşeronlara sipariş ediliyor. İşte literatürde bu yerli işbirlikçilere - taşeronlara ‘etki ajanları’ ‘yönlendirici ajanlar’ ya da kapsamlı bir deyişle ‘nüfuz casusları’ deniliyor.” 

Doğru tahmin ettiniz. İşte bugün Gezi’den tutuklananlar da o etki ajanlarıymış, casusmuş, şuymuş, buymuş. 

Hayır, yazmayacağım. O tebliğnamenin yazıldığı odalarda, “Köstebek” kitabını koltuğunun altından indirmeyenlere reva görülen zulümleri hatırlatmayacağım. 

Doğrusu, Yargıtay’ın rıza için yanına almaya çalıştığı Hablemitoğlu’nu en iyi bilen isme sormak. Köstebek’in yazımına tanık olan, o satırları yazdığı için hayat arkadaşını kaybeden Şengül Hablemitoğlu’nu aradım. Bakın neler döküldü Şengül Hoca’nın yüreğinden: “Necip Hablemitoğlu yaşasaydı o insanlara ‘etki ajanı’ demezdi. Necip’e sırtını dayayıp bu tebliğnameyi yazanlar, keşke aynı hassasiyeti ve özeni onun katillerini bulmada da gösterselerdi... Necip kendi cinayet davasında bile özne olamadı. Özetle, Gezi davasını Necip’i arkalarına alarak yürütmesinler.” 

Lakin, kabahat sadece iktidarda değil. Anayasal hak olan protestoyu, itirazı, ses yükseltmeyi öcü gibi gösteren muhalefet partisi temsilcileri de günahkâr. Öyle ya, demokrasiyi 5 yılda bir sandığa gidip oy atmaya indirgeyen pasifleştirme politikası olmasaydı, bu satırlar da yazılmayacaktı. Akbelen’de toprağını, suyunu, ağacını koruyan köylüleri casuslukla itham etmeye cüret edemeyeceklerdi. 

Tarih diyor; bu da geçer. Yalanı besmele yapmışların korkusu, gerçeği mıh gibi aklına çakmışların cesaretine yenilecek. Göreceğiz dostlar, içeride ya da dışarıda, birlikte göreceğiz.