Siz rehin tutulduğunuz o yerlerde, biz kalakaldığımız başka yerlerde, elimizin erdiği, gücümüzün yettiği kadar direneceğiz bu kimsesizliğe. Kara gün gittikçe kararıyormuş gibi görünüyor neresinden bakarsak bakalım. Sizin rehinlikten kurtulduğunuz gün ağaracak ufuk.

Dışarıdan içeriye mektuplar: Kurtulduğunuzda umut da serbest kalacak
Çizim: Murat Başol

Ayşe ÇAVDAR

Sevgili arkadaşlarım, can yoldaşlarım, 

Ne zaman sizlerden bir haber alsak birkaç türlü duygu sıraya giriyor. Kendi adıma konuşayım. Önce bu kadar sert ve net bir adaletsizlikle imtihan edildiğiniz halde hiçbir zaman yüzünüzü, başınızı yere eğmemeniz, kendinize verdiğiniz sözlerden vazgeçmemeniz karşısında duyduğum saygı ve hayranlık katmerleniyor. Sizi, her birinizi ayrı ayrı tanımaktan, temas etmiş olmaktan mutluluk duyuyorum. Diyorum ki, kötü şeylere tanık olduk, gücümüz yetmedi, engel olamadık göz göre göre gelen küçüklü-büyüklü yıkımlara. Dünyanın kalbi karara yazmıştı. Yalnız bizimki mi, hemen her yerde bütün toplumlar-topluluklar kendi gölgelerinde, karanlık taraflarında kurtuluş aramaya koyulmuşlardı. Fakat biz de teslim olmuş sayılmayız. 

Dışarda olanların elleri, kolları bağlandı, iradeleri yok sayılmakta. Kimilerimiz de, sizler gibi rehin alındı iler-tutar yanı olmayan dava dosyalarıyla. Sırf işlerini iyi yaptıkları, kendilerine ve mesleklerine duydukları saygıdan vazgeçmedikleri, geçmişe, bugüne ve geleceğe verdikleri sözleri tutmak için gözlerini budaktan sakınmadıkları, böyle olmanın dışında bir olma halini kendileri için bir ihtimal olarak görmedikleri için rehin alındılar. İşte bu yüzden, sizi rehin tutarak hapsetmeye kalkıştıkları şeyin, Gezi Direnişi esnasında dile gelen, ayağa kalkan, göz dolduran müşterek haysiyet ve özsaygı olduğunu hepimiz biliyoruz. Onlar da biliyorlar bunu. İşe yaramadığını da gayet iyi biliyorlar üstelik damarlarında, iliklerinde hissediyorlar. Bu bilgi sizde cisimleşiyor, her hareketinizde, her selamınızda, rehin tutulduğunuz o yerlerden dışardakilere cesaret ve umut veren yazılarınızda, her halinizde. İşte bu nedenle size, her birinize ayrı ayrı hayranlık ve saygı duyuyorum. Size baktıkça diyorum ki hiçbir şey bitmedi. Umutsuzluğa kapılmanın âlemi yok. Vazgeçilebilecek şeyler değiller bu tutunduklarımız. 

Sıradaki duygunun adı öfke... Bu duyguyu öyle uzun uzun anlatmam gerektiğini sanmıyorum. Kendi dilsizliği yetmezmiş gibi dilsizleştiren de bir duygu. İyiden iyiye köşeye sıkıştırıyor insanın hafsalasını. Boğazımda bir yumru olarak hissediyorum onu. Yüzüme baskı yapıyor o yumru ve gözlerim yanmaya başlıyor. Yutkunamıyorum. Bu bizim en ortak tecrübelerimizden biri galiba. Gezi demek gaz demek olmuştu uzunca bir süre. Ne istiyordu Gezi Direnişi’ne katılan insanlar? Nefes alabilmek, konuşabilmek, birlikte umut edebilmek, hayatımızın nasıl şekil alacağı konusunda söz ve irade sahibi olmak, eşitlenebilmek... Verilmiş ve verilecek müşterek mücadelelerin ortak hayatlarımızı arzu ettiğimiz ve üzerinde eğrisi doğrusuyla anlaşmaya vardığımız yönde dönüştüreceğinden emin olmak. Yani yurttaş olmak... Hepsi bu, çok şey değil ama aynı zamanda her şey... Çok görülen, elimizden alınan, suçlanan talebimiz bundan ibaretti. 

Sizin içerde rehin olmanız, bu talebin mahkûm edilmesi anlamına geliyor. Bu kadar sıradan, basit, binlerce yıl boyunca nice krallara, imparatorlara, sultanlara, padişahlara, despotlara, diktatörlere ve onların yardakçılarına, işbirlikçilerine karşı verilmiş mücadelelerle insanlığın kurduğu en güçlü zemin. Sizi abuk sabuk iddianameler ve kararlarla mahkûm ederek elimizden almaya çalıştıkları şey bu. Bu yüzden sizin orada rehin tutulmanız, adına yurttaşlık dediğimiz o zeminin erişime kapanması, ortadan kaldırılması, lağvedilmesi, askıya alınması girişiminden başka bir şey değil. İşte bu girişimin apaçıklığı, pervasızlığı, utanmazlığı, tiksindiriciliği uyandırıyor o dilsiz öfkeyi. 

Başka bir şey daha var ama bu kadarla kalmıyor. Sizi rehin tutarak geriye kalanlara verdiği bir mesaj var iktidarın. Diyor ki, “senin hakkını, hukukunu, birlikte kurduğun/durduğun zemini koruyup kollamaya çalışanlara göz açtırmayacağım.” Yani demek istiyor ki herkese -ama herkese, yalnız kendisinden yana olmayanlara değil, kendisinden yana olanlara da- “sizi kimse benim elimden alamaz, sizden alacağımı alabilmek için başvurmayacağım tek yöntem yok.” Çünkü o saçma sapan dava dosyalarında ne yazarsa yazsın sizin rehin tutulmanızın sebebi, kamuya yani hepimize ait olanı kendi mülkü zannedenlerin tasallutundan korumaya çalışmaktan başka bir şey değildi. Kendinizi bildiniz bileli her türlü hak mücadelesine elinizin erdiğince nasıl dahil olduğunuzu biliyorum. Bu yüzden sizi rehin tutarak kamuyu, hepimizi ve her birimizi yalnız, kimsesiz, hakları korunamaz, her türlü yaralanmaya açık, tarihsiz, talihsiz ve geleceksiz insanlara dönüştürme niyetindeler. Çünkü ancak her birimiz buna kani olursak, işte o gün, hepimizin olan ülke onların yönetebilecekleri bir yere dönüşür. Aklıma gün içinde düştüğünüzde, umut ve öfkenin hemen ardından beliren hissin, yani inadın sebebi de bu. 

Siz rehin tutulduğunuz o yerlerde, biz kalakaldığımız başka yerlerde, elimizin erdiği, gücümüzün yettiği kadar direneceğiz bu kimsesizliğe. Kara gün gittikçe kararıyormuş gibi görünüyor neresinden bakarsak bakalım. Çünkü bizi, her birimizi, hepimizi kimsesizliğimize ikna etmek için ışıkları iyiden iyiye kısmak, olmadı gözlerimizi bağlamak ihtiyacındalar. Ama dünyayı bu denli karartmanın da bir bedeli var. 

İşte bütün bu sebeplerden dolayı, sevgili arkadaşlarım, sizin rehinlikten kurtulduğunuz gün ağaracak ufuk. Sevdiğiniz insanlara, sokaklara, kulaç atmaya bayıldığınız denizlere, serininde nefeslendiğiniz ağaçlara, hakkını vermek için gözünüzü budaktan sakınmadığınız işlere dönen yalnızca siz olmayacaksınız. Umut da serbest kalacak o gün, öfkelerimizi birbirine ekleyip hepimizin olanı güçlendirmenin, çoğaltmanın yollarını arayacağız hep birlikte. Boğazlarımızdaki yumrular hissettirecek arada bir kendini yine. Fakat sonsuza kadar kalacağını bildiğim tek bir duygu var. O da sizlere duyduğum saygı ve hayranlık. 

Sizi çok seviyoruz arkadaşlarım, rehinliğinizin bittiği günü iple, sabırsızlıkla çekiyoruz... Bayram olacak o gün ama yalnızca bir gün sürmeyecek o bayram haberiniz olsun. Tayfun, Kumbaracı’dan aşağıya iner miyiz yine birlikte? Bir fotoğrafımızı çekmişler öyle, baktıkça karmakarışık oluyorum. Çiğdem’cim kahvaltı etmeyi bıraktım, ama eminim etrafında muhabbeti örgütleyeceğimiz çeşitli vesileler yaratırız birlikte, aslında sen kotarırsın da her şeyi biz gelip tadını çıkartırız daha çok. Osman Bey, sizinle Harbiye’de karşılaşacağımız, ayaküstü sohbet edeceğimiz günleri iple çekiyorum. Mine ve Can, ikinizle de birebir mesaimiz pek olmadı. Ama ta ezelden tanıyormuş gibiyim sizleri de. Mücella’m, çıktın sen ama biliyorum ki kalbinin aklının çoğu hâlâ rehin tutulanlarla. Sen de hepimiz gibi o bayram gününü bekliyorsun sevinmek için. 

Her birinizi tanımak, bilmek, her birinize ayrı ayrı tanık olmak... 

Tamamlayamadım bu cümleyi şimdi... Birlikte tamamlayacağız... 

Özlemle, umutla, sevgiyle...