Soğuk mu Silivri, bilmiyorsak borçluyuz size… Mahpusluğun kısalttığı özgürlükten borçluyuz… Nasıl ödenir bilmem de ikrar etmeliyim işte… Çay içerken aldığım yudumda, “İçebiliyorlar mı acaba” demem bundan…

Dışarıdan içeriye mektuplar: Siz bizim adımıza yatıyorsunuz orada

Mehmet Durakoğlu - İstanbul Barosu Başkanı

Sevgili Dostlar;

Siz aslında adımıza yatıyorsunuz orada… Duvarların sınırladığı alanların darlığının içinize vurduğunu tahmin edebiliyorum. Darlanan dünyanızın giderek çekilmez kıldığı zaman dilimlerindeki düşüncelerinizin bile nedamet hissine izin vermeyeceğinden emin olsam da, beni de darlıyor özgürlüksüzlüğünüz. Benim adıma da yatıyorsunuz sanki… Benim özgürlüğüm sahte geliyor zaman zaman bana bu yüzden…


Benimle birlikte 3 milyonu bulan bir kalabalığın içinden sizin seçilmenizin nedenlerini, o arada neler yaptığınızı, neleri planladığınızı falan o denli merak etmiştim ki, 40 yıllık hukukçuluğuma yediremediğim “suç” olgusunun, bütün bunların neresinde saklandığı da ayrı bir meraktı benim için… O yüzden bütün duruşmalarda oldum. Sanıklığa özgü kaygıların taşınmadığı, tam da tersine yüreklice söylemlerin –savunmaların değil– tercih edilip sergilenmesi, masumiyetin en temel göstergesiydi.

Bu toprakların gördüğü en demokratik protesto gösterisi kriminalize edilecekti. Onun bir “protesto” olması ve bunun da ötesinde “demokratik” niteliği, tarihe bir de “tartışmasız bir eylemsellik” olarak yansımamalıydı. O mahkûm edilirse, o başka tanımlamalarla yaftalanırsa, başka türlü yazacaktı tarih… Dava buydu aslında… Üstelik bu ,o hükümetin ceberut özelliğini de gizlemekle kalmayacak, nedenini tartışmak yerine davayı tartıştıran, Gezi’yi gerçeğinin ötesinde tanımlamaya yarayan bir mekaniği zorlayacaktı.

17-25’le, 15 Temmuz’la yan yana getirme gayreti de, Arap Baharı’nın meydanlarıyla özdeşleştirme gayreti de bundandı… Demem o ki, öyle planlanırsa, başka yazacaktı tarih Gezi’yi…

Üstelik bir de geleceğe taşınırsa bu karar, kitleleri sindirmenin planı da tutacaktı. Demokrasi de protesto da yeniden tanımlanmalıydı..

Öyle olmadı işte… Öyle yazmıyor tarih… Öyle yazmayacak biliyorum. Kızımdan biliyorum giderken taşıdığı duyguları… Oğlumdan biliyorum kimseden bilmesem… Gepgenç insanların isyanlarındaki duygunun özgünlüğünün ne denli saygıdeğer olduğunu tanıyorum herkes gibi… Elimle dağıttığım Baro’nun tek sayfalık haklar bildirisindeki gibi helaldi hissedilenler… Masumdu. Yasaldı. Halka rağmen yapılan projeye gösterilen tepki ile aslında kente sahiplenme duygusunun somutlaşmasıydı her şey…

Her şey ve herkes barışçıydı. Barışın sadece savaşta değil, barışta da gerekliliğinin vurgulanmasıydı. Her şey yasaldı. Rezidanslara dönüşecek bir alana kurulan çadırların her bir metrekaredeki işgaliyesinin tek ereği, gözü gibi korumaktı Gezi’yi… Sahiplenmekti işte bu…

“Davalar açılırsa, bu masumiyet gölgelenirse, hukuksuzluk meşru kılınır” diye düşünüldü.

İyi de niye Can mesela?... Ya da niye Mücella ki ?... Ya da Tayfun mesela…

Siz bizim adımıza yatıyorsunuz orada… Soğuk mu Silivri, bilmiyorsak borçluyuz size… Mahpusluğun kısalttığı özgürlükten borçluyuz… Nasıl ödenir bilmem de ikrar etmeliyim işte… Çay içerken aldığım yudumda, “İçebiliyorlar mı acaba” demem bundan… Bembeyaz rakının ağustos sıcağındaki buğulu bardağından aldığım tadı sizin alamadığınızı bilmenin yürekteki bukağısı bundan… Utandım geçen hafta denizde Can için attığım kulaçlardan… Denizde terlemem bundan… Hani Octavio Paz demiş ya, “Hiçbir şey yapmadan da yoruluyor insan, düşündükleri ağır geliyor mesela”... İşte öyle bir şey..

Ne diye anlatacağım ki size, bu dosyanın hukuka aykırılığını… Komik tezlerin size de trajikomik olarak yansıyan satırlarındaki absürtlüğü… Biliyorum hukukçu yüreğindeki haksızlığın, başka yüreklerdeki acılardan daha bir ağrı verdiğini…

Şimdi yargı bağımsızlığının olmadığını mı anlatmalıyım yani... Bilmeyen mi kaldı? Ya da hukuk devleti olmadığımızı… Ama öyle değil işte…

Ödeyeceğiz biz bu borcu size…

Tarihteki “haksızlıkların davalarından” birisi olacak bu dava… Sizinle, bizim de bir Dreyfus davamız olacak tarihe yazdığımız… Göreceksiniz tarih içinde her birinizin adlarını da onurla zikrederek yazılanlar, sonunda bir de “itham” barındıracak. Ya da Rozenbergler işte… Onlar kadar gecikmeden yazılacak tarih…

Adalet inancınızı ve bu inanç uğrundaki mücadelenizi yazacak tarih… Öylesine kutsal ki bu inanç, onurumuz oldunuz siz…

Öyle kalacaksınız.