40. yıldan 50. yıla uzayan süreçte, devrimci özüne uygun v

MUSTAFA SÖNMEZ
Kuruluşunun 40. yılını kuüayan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), 40 yaş gibi önemli kilometre-taşını etkinliklerle kutlarken bu yıldönümünü, bir muhasebe, bir bilanço, bir yüzleşme fırsatı olarak da değerlendirecektir.

DİSK'in 40 yılının analizi kadar önemli olan, bundan sonra nereye evrileceği sorusudur da. DİSK tarihinde üç önemli kırılma noktası saptamak mümkün. 40 yılda yaşanan bu üç kırılma noktasını ise her dönemin uluslararası ve ulusal ekonomik, politik ve ideolojik gelişmeleri belirliyor.

Bu dönemlerin her birine etki eden siyasi, ekonomik ve kültürel etkenlerin ayrı ayrı analizi, DİSK'in 40 yılı bulan mücadele tarihinin iniş çıkışlarını, zafer ve yenilgilerinin nesnel ve öznel yanlarını anlamayı da kolaylaştırır. Doğru bir analiz ve "anlama", karşı karşıya bulunulan sorunların bundan sonra aşılmasının yolunu da açabilir.

DİSK'İN 1. DÖNEMİ: 1967-1980
DİSK'in doğuşu ve yükselişini temsil eden bu döneme etki eden önemli özelliklerden birinin dönemin siyasi iklimi olduğunun altını çizmek gerekir. Bir ekonomik demokratik mücadele örgütü olmanın bilincinde olan DİSK (işçi önderleri, bağlı sendikalar), bu mücadelenin politik mücadeleye tabi kılınmasıyla bunun da işçi sınıfının bilimi ışığında yapılması gerektiğinin ayırdın da oldu. Dolayısıyla DİSK'in sendikacılık anlayışına ışık tutan dönemlerin sol politik atmosferi ve politik mücadelenin performansı oldu denilebilir. DİSK, her dönemin politik mücadelesi ile yelkenlerine rüzgâr doldururken, karşılık olarak kendi mücadelesiyle sol politik mücadeleye enerji veren bir alışveriş içinde oldu ki, 1960'lar ve 1970'ler böyleydi. Türkiye İşçi Partisi'nin kuruluşu ve TBMM'ye 15 milletvekili göndermesi gibi Türkiye sol tarihinde önemli bir sol politik yükselişin ardından doğan DİSK, bu dönemde hem sol-sosyalist hareketin gelişimine hem de CHP'nin devletçi, bürokratik bir parti olmaktan sosyal demokrat bir parti olmaya evrilme çabalarına da katkıda bulundu.

Devlet sektöründe örgütlü Türk-İş'in, kontrollü, yukarıdan aşağıya örgütlenmiş yapısının aksine, aşağıdan yukarıya örgütlenen, özel sektör işyerlerinde militan mücadele içinde yoğrularak ilerleyen DİSK, işçi sınıfı içinde de umut bağlanan, güven duyulan bir örgüt algılamasını süratle sağladı.

DİSK'in sözü edilen dönemde, işçi sınıfı arasında süratle örgüüenmesi ve büyümesinde, dönemin ekonomik konjonktürü de önemli rol oynadı. İç pazara, iç talebe dayalı ithal ikameci birikim modelinin geçerli olduğu 60'lar ve 70'ler, ücret-maaş ve tarım reel gelirlerinin göreli yüksek seyrettiği, bunun da iç talebe ihtiyaç duyan sanayinin beklentileriyle örtüştüğü bir dönemdi. DİSK sendikalarının ekonomik mücadelede bağıtladıkları göz alıcı sözleşmeler, üye sayılarının artmasını beraberinde getirirken, işverenler açısından alım gücü yükselen, dolayısıyla iç talebi artan sınıfa da fazla bir yüklenme söz konusu olmadı denebilir.

Ecevit'in CHP'de yükseliş dönemine de denk düşen bu birinci DİSK dönemi, CHP'nin sendikaları önemli bir sacayağı olarak gören o dönemdeki yaklaşımından da destek görüyor, DİSK, belediyeler başta olmak üzere çeşidi kamu kuruluşlarında örgütlenirken CHP ile sinerjisinden yararlanıyordu. Buna karşılık olarak da CHP, 70'ler boyunca DİSK'in örgütlü olduğu İstanbul başta olmak üzere büyükşehirlerde yüzde 50'leri aşan oy oranlarına ulaşıyor, sağ bloku oluşturan milliyetçi cephe hükümetlerine muhalefette en önemli desteği DİSK'in militan mücadelesinden sağlıyordu. DİSK'in, belli zaafları içermekle beraber, CHP ve diğer sosyalist hareketlerle yürüttüğü politik mücadele ve bunun ekonomik mücadeleye yansımaları, 70'lerin sonlarına doğru egemen sınıfları rahatsız etmeye başladı. 1970'le-rin sonlarında tıkanma noktasına gelen ithal ikameci birikim modelinin IMF-Dünya Bankası telkinleriyle, esaslı dönüşümle yerini "ihracata dönük birikim" modeline bırakması planı, DİSK'e dönük hasmane hamlelerin işaretlerini vermeye başladı. Bu makro plan, politik, ekonomik, kültürel alanlarda askeri cunta eliyle anti-demokratik, anti-sendikal, anti-sosyal bir icraatı öngörüyordu ve darbenin ana hedeflerinden biri DİSK olacaktı ve oldu da.

DİSK'İN 2 DÖNEMİ: 1981-1992
1980, 24 Ocak Ekonomik Kararlan ve 12 Eylül Askeri Darbesi, Türkiye tarihi ve DİSK için milat oldu. DİSK yöneticilerini, işçi önderlerini tutuklayıp hapislerde işkencelere maruz bırakan 12 Eylül darbecileri, IMF güdümlü istikrar programı ve dışa açılmacı birikim modelinin gereği olarak anti-sendikal düzeni 1982 Anayasasında kurumlaştırmayı öncelikli işleri arasında saydı. Grev ve toplusözleşme düzeninin askıya alındığı bu dönemde işçi hareketi en ağır darbelerden birini yedi. Türk-İş yönetimi 12 Eylül yedeğine çekilirken DİSK'in malvarlık-ları askeri cunta tasarrufuna alınıp örgütlenmeleri fiilen dağıtılmış oldu. Örgütsüz kalan DİSK üyeleri, Türk-İş, Hak-İş'e girmeye zorlandı ve her tür örgütlenmeden mahrum kaldı.

12 Eylül ve onu izleyen Özal'ın ANAP dönemi, 12 Eylül'ün acımasız baskıları altında sol siyasal hareketin de ezildiği dönem oldu. DİSK'le beraber, onunla politik mücadele veren sol-sosyalist hareket, CHP ağır darbeler aldı. Tek başına sendikal mücadele bile 12 Eylül generallerince toplumda aşağılandı, işçiler sindirildi. Dinin, daha o dönemde, toplumsal hareketlenmelere karşı bir dalgakıran olarak öne çekilip boy atmasına izin verildi.

İnsafsız baskının yanı sıra, rekabet gücünü düşük ücrette bulabilecek dışa açılma (siz bunu saçılma diye okuyun) serüvenine sürüklenen Türkiye kapitalizmi için, anti-sendikal yaşam ve düşük ücret, sermaye birikiminin ol-maz-sa-olmaz şartlarından biri haline getirildi ve sermayenin 1982 Anayasası'nda bütün bu hayalleri gerçekleşti, örgütlenmenin, toplu sözleşme bağıtlama, grev yapmanın önüne bir dizi engel getirildi.

DİSK'in işçi önderleri, 1980'lerin önemli kısmını 12 Eylül hapishanelerinde direnmekle, 12 Eylül mahkemelerinde aklanmakla geçirdi. "Direnme" dönemi denilecek bu yıllar, 12 Eylül ve devamındaki ANAP'ın, liberal, köşe dönmeci dünya anlayışının kitlelere onaylatıl-dığı dönem oldu. Sol-siyasal hareketlerin bir kısmının kafası, sol liberallerin pazarladığı, sığ "sivil toplum-devlet" karşıtlığıyla karıştı. Bir anda devlete karşı olmak adına, "sivil TÜ-SİAD" ile aynı saflarda buluşmak çarpıklığı solun önemli kısmına "yenilenme-demokra-tikleşme" olarak sunulurken, askeri darbelere karşı can simidi olarak AB'ye üyelik ve onu destekleyen her sınıfla (TÜSİAD dahil) ittifak garabeti solda hakim olmaya başladı.

Türkiye solu, sosyal demokrasisi, "direnme dönemindeki DİSK" için sonrasında çok önemli olduğu anlaşılacak politik iklimin de-formasyonunu da önleyemedi. Türkiye'yi anlama çabasında "sınıf" optiğinden hızla uzaklaşan sol politika, onun yerine "sivil toplum" penceresinden bakma tuzağına düşerek sermayenin yedeğinde yer alıyor ve hatta kendisini yükselen Kürt milliyetçiliğinin yedeğinde buluyordu. Bu olumsuzluklar, 1988-1989'da yaşanan ve Bahar Eylemleri diye işçi sınıfı tarihine geçen önemli momentin ıskalanmasını da beraberinde getiriyor, yükselen bu dalga bir sıçramaya uğramadan, olduğu gibi yatağına dönüyordu.

DİSK'İN 3. DÖNEMİ: 1993-2007
DİSK yöneticilerinin, işçi önderlerinin "direnme" döneminden yeniden mücadele alanına dönme fırsatı buldukları bu dönem için, "DİSK'in yeniden yapılanma ve arayış dönemi" demek yanlış olmayacak.

DİSK, mücadele alanına, gasbedilen bazı malvarlıklarını geri alarak dönebildi. Döndüğünde ne örgütlü tabanı vardı ne de altındaki zemin, "birinci dönemin zemini" idi. Köprülerin altından sular akmış, hem uluslararası, hem de ulusal düzlemde çöl fırtınası sonrası yeni bir kum coğrafyası oluşmuş, sınıf dengeleri işçiler aleyhine bozulmuştu. Yeniden DİSK olabilmek için çok çalışmak ve her düzeyde inandırıcı vizyona sahip olmak gerekiyordu. Bunun için de 1990'ların Türkiye'sini ve dünyasını doğru anlamak-yorumlamak ön şarttı.

Birincisi, uluslararası düzlemde "duvarın yıkılışı" ile gelen reel sosyalizmin yenilgisi, egemenlerin yoğun çabasıyla "sosyalist ideolojinin iflası" olarak takdim ediliyor ve kitlelere "kapitalizmden başka bir dünya , ABD'den başka bir kutup yok" anlayışı benimsetilmeye çalışılıyordu. Dehşetli ideolojik bombardıman karşısında, geçmişle köprüleri kopartılmış yeni bir işçi kuşağını sınıf bilinciyle donatmak zorlaşmıştı.

İletişim ve bilgisayar teknolojisindeki hızlı gelişmeler küresel sermaye birikimini kamçılıyor ve dünya kapitalizmi yeni pazarlar, yeni sektörler yeni çalışma formadan ile sermayeyi döndürüp birikimi aksatmayacak bir dünya

düzenine hızla ihtiyaç duyuyor, bunun için de mal ve sermaye hareketlerine sınır tanımaz liberallikleri istiyor ve yaptırıyordu. Devlet ekonomiden çekilmeli, kamu işletmeleri kamu varlıkları, atıl duran sermayeye satılmalı, dahası, kamuca yerine getirilen sosyal hizmetler, sağlık, eğitim, güvenlik, kamu iletişimi, altyapı hizmetleri hızla metalaştırılıp özel sermayece yapılmalı, sosyal devlet nosyonu rafa kaldırılıp devlet olabildiğince küçük alana sıkıştırılman, esnek çalışma yöntemleriyle sendikalar etkisizleştirilip emek maliyetleri azaltılmalı, tarımsal yapılar kırılarak işgücü deposu genişletilip yedek işsizlerin çoğalmasıyla da emek maliyetleri üstünde keyfiyet sağlanabilmeliydi.

Bu sağ liberal küreselleşmeci dünya görüşü, hakim sermaye tarafından tek doğru olarak kabul edilip giderek tekelleşen ve tekseslileşen medya marifetiyle kitlelere empoze edildikçe, sosyal demokrat etiketli partiler bu akıntıya karşı duramadı. Kamunun tasfiyesi, özelleştirmeler, sosyal devletten kazanımların savunulmasında politik düzeyde etkili olunamıyordu.

1980'lerde "ihracata dönük sanayileşme" iddiasını beceremeyen Türkiye kapitalizmi, eksikliğini duyduğu sermaye yetersizliğini, 1980'lerin sonlarında kambiyo rejimini değiştirerek, "sıcak para" girişine kanal döşeyerek gerçekleştirmekten başka çare bulamadı. Kısa vadeli sermaye hareketlerinin giriş-çıkışına serbesti tanıyan bu yeni yaklaşım, o tarihten itibaren Türkiye kapitalizminin yeni ve güçlenen yönelimi olacaktı. Sıcak para akışıyla büyüme, dolayısıyla sermaye birikimi sürdürülecek, bu paranın geri çekilişiyle de büyüme duracak, krizlere girilecekti. İlki 1994, ikincisi 2001'de yaşanan krizler en çok çalışanları vurdu.

Sıcak para eksenli ekonomik politika, 1990'larda devlette önemli bir iç borçlanma artışını getirdi. Borçlanmalarla elde edilen kaynaklar, hortumcu bankalar, yılları bulan kanlı Güneydoğu iç savaşı ve mafyatik örgütlenmelerin yolsuzluk kanallarından belli bir azınlığa akarken üretim yerine ithalatı, devletin ekonomik yatırımlardan uzaklaşmasını ve özelleştirme gerekçelerinin yaratılmasını getiriyordu.

Özelleştirmeler, KİT'lerde örgütlü işçileri de hızla işsiz ya da sendikasız bırakırken girilen krizlerde IMF'nin dayattığı anti-sosyal programlar kitlelerin yoksullaşmasıyla sonuçlandı. Bu süreç, AKP iktidarı boyunca koyulaştırıldı. Kitleler, sık sık krize giren kırılgan ekonominin artan işsizlik ortamında açlıkla terbiye edilip mücadeleden yıldırılırken, tüketici kredisi, kredi kartı tiryakiliğiyle tüketime koşullandırılıp geleceklerinin ipotek altına alınmasına da direnemediler. Bu durum, sendikal mücadelede önemli ayak bağı durumunda hâlâ.

Üretim yerine rantiyeliğin, ithalatın; devlet koruması yerine "kuralsızlaştırma"mn hakim kılındığı koşullarda işsiz sayısı hızla arttı, kentlerde işsizlik gerçek anlamda yüzde 20, bazı bölgelerde yüzde 30 gibi devasa boyutlara ulaştı. Ucuz döviz kuru, istihdam yerine makinayı ikame etmeye, yerli üretim yerine ithalatı cazip kılmaya başlayınca işsizlik tırmandı. İşsizlerin bir kısmı mafyatik örgütlerin, suç ekonomilerinin maşaları olmak zorunda kalırken, kayıt dışı istihdamın ucuz işgücü simsarlarına da gün doğdu. Kadın ve çocuk-genç emeği sömürüsü arttı. Bu kadar kayıt dişiliğin, enfor-melliğin, iğretiliğin arttığı ortamda sendikal mücadele giderek zorlaştı.

Yolsuzluk ve yoksulluk ile mücadele sözü ile oy alan merkezdeki sağ ve sol partiler kitlelerin beklentilerine yanıt veremedikçe seçmen kitlenin politik omurgası iyice esnedi ve partiden partiye yalpalamaya, inançsızlaşmaya, her seçimde "denenmemişi denemek" gibi bir çaresizliğe, sonuçta birçok işçiyi AKP'ye oy verir duruma sürükledi.

YÜZLEŞME-MUHASEBELEŞME
Üçüncü dönemde DİSK'e yön verenler, dönemi ne kadar doğru "okudular"? Ne kadar doğru mücadele programları üretip uygulayabildi-ler? Hedeflerin gerisinde kalmanın ne kadarı kendileri dışındaki nesnel koşullardan, ne kadarı DİSK'e özgü öznel koşullardan kaynaklandı? Bu soruların yanıtları, DİSK'in 40. yıl etkinliklerinin yüzleşme-muhasebeleşme alt başlıklarından biri olmak zorundadır.

Ancak, kişisel gözlemlerimizi aktarmalıyız: DİSK, üçüncü dönemini, bu olumsuz dış ve iç politik ildim altında geçirdi. Sürece müdahil olabilecek etkinliği sınırlı kaldı. DİSK'in vizyona sahip lideri Abdullah Baştürk'ün 90'ların başındaki kaybı ayrı bir dezavantajdı. Bu dönemde CHP-DSP, "sınıf" kavramını, sosyal demokrat sıfatını iyiden iyiye atarak "ulus" kavramını sahiplendi ve MHP ile müttefik olma çizgisine kadar geriledi. DİSK, CHP-DSP'yi bu yanlış yönelişten alıkoyamadı. AB serüveninde, DİSK, sınıf esaslı duruş üretemedi. TÜSİAD'ın, neyin hatırına "demokrat" kesildiğini doğru okuyamayan DİSK, onunla arasına gerekli mesafe koymayı başaramayarak bulanık görüntüler verdi. DİSK, yandaş kitlelerin dünyaya "ulusallık" optiği yerine "sınıfsal-lık" optiğinden bakmalarını sağlayacak pratik, ideolojik çabayı yeterince sergileyemedi.

DİSK, sendikal mücadele düzeyinde de mesafe kaydedemedi, dönemin başındaki enerjisini yeniden örgütlenmeye hasredemedi, bağlı sendikaların kafa-kasa birliği esası üzerinden dayanışmasını gerçekleştiremedi ve sol-sosyalist hareketlerle bir sinerji yaratamadı.

Bilinen bir şey var ki, Türkiye işçi sınıfı ve müttefikleri, zor zamanlar geçiriyor ve dengeler her geçen gün biraz daha aleyhte seyrediyor. Bu sınıf mücadelesinde doğru bir savunma ve ardından etkili bir mücadele hattı kurmada hâlâ DİSK, bir umut ve direnmenin sembolü, bayrağı, piyasa tabiri ile de bir "marka"(!)..

Bu pozitif durumun farkında olarak, 40. yıldan 50. yıla uzayan süreçte, devrimci özüne uygun vizyon geliştirme, hâlâ DİSK'in önündeki en önemli ev ödevi. Bu vizyonun sınıf odaklı bir siyaset, ekonomi politika ve kültürel alternatif içermesi, yani yaşamın tüm alanlarını kucaklaması gerekiyor. Ödev; vizyon üretmekle sınırlı değil, onu hayata geçirmeyi de içeriyor. Derler ki, 40 yaş "peygamber yaşıdır". Yani olgunluk, sabır, azim, beceri ve verimlilik yaşı. Umalım 40. yaş, DİSK için de öyle olsun.