Distopyaya uzman dokunuşu

Kerem TEKİN

"Bilim kurguya saygınlık kazandıran" isimlerden Philiph K. Dick, beyazcama da uyarlanan "Yüksek Şatodaki Adam" romanında "Ya Hitler ve faşizm kazansaydı" şıkkını edebiyata taşımıştı. Bir kısım eleştirmenin başyapıt olarak kabul ettiği ve "iyi"lerin değil "kötülerin" kazandığı bir 20. yüzyıl kurgusuydu "The Man in the High Castle". Bu tersi ve yüzü kurgusu, Amerikan sinemasının eline geçince elbette "iyiler" daha iyi, kötüler de "alabildiğine kötü" olmuştu, orası ayrı. Bu bağlamda ele alındığında ütopya ve bir biçimde onun anti tezi olarak kabul edilen distopya, "iyinin ve kötünün" sınırları zorlandığında anlam, arayış ve hayatın bu iki uç arasında ve bir gelecek tasavvuru içinde sorgulanması anlamına gelebilir. Ve yine buradan yola çıkarak sayısız alanda kara deliklere savrulmakta olan gezegenimiz, ülkemizin yepyeni ütopya ve distopyalara ihtiyacı olduğu da umutları kıran bir hakikat. 

Distopya, edebi alanda, sözlerin kuşatıldığı, anlamın, sorgulamanın, bireysel ve toplumsal endişelerin karşılığını bulma, yeni özgür alanlar arama misyonunu da üstlendi zamanla. Baş döndürücü hızla değişen hayatın içinde yabancılaşan zihinlerin uyum çabası, bağışıklık kazanma çabasını da içerdi. Böylelikle yepyeni bir dil de yarattı distopya edebiyatı. Çoğu zaman ütopyanın anti tezi olarak algılanan bu edebiyat, yeni dünyalar yaratarak kötülük, karanlık ve bunaltıcı olanın aşılmasına yardımcı oluyor artık.

Bilgisiyle saygı uyandırıyor

Barış Atalay'ın raflarda yerini alan "Robotlar Tanrısı" adlı ilk romanıyle Türkçe edebiyat, bir distopya örneği daha kazanmış oldu. Yazar, ülkemizde yeni yeni gelişmekte olan ve hala edebiyatın bir alt türü olarak kabul edilen bilim kurguya bir uzman bakışı getirmiş. Çünkü yazar, kendi mesleğinde ciddi başarılar elde etmiş ve önemli eserler vermiş bir elektronik mühendisi. Romanı okudukça anlıyoruz ki, Atalay'ın nano teknoloji, elektronik, bilişim, yazılım vs. konularındaki bilgisinin mesleğiyle de sınırlı değil. Yazarın, bu bilgileri kişisel merakı ve araştırmalarıyla edinmiş olduğunu ve 224 sayfalık romana büyük katkı yaptığını keyifle fark ediyoruz.

Barış Atalay'ın distopyasında olaylar, belirsiz bir gelecekteki İstanbul'da, robotların mutlak istilası tehlikesine karşın güçlü bir direniş koyan bir avuç insanın mücadelesi çerçevesinde gelişiyor. İyilerle kötüler arasındaki pek çok savaştaki gibi, yol verdiğimiz ya da bizzat yarattığımız mutlak gücün zamanla hayatımızın en kuytu köşelerine bir zehir gibi sirayet ettiğine tanık oluyoruz.

Başıboş devrimciler... Sentetik et kaçakçıları

Bilim kurgular, dozunda gerilimi, güçlü düşlemlerle yaratılmış yenilikçi sahneleri ve şaşırtıcı karakterleriyle okurunu kendisine bağlar. Barış Atalay, bu noktada gerçekten bir ilk romandan beklenmeyecek usta işi bir mesai ortaya koyuyor. Çöp öğütme kuyularının arasında elli katlı bir yeraltı kulesi... Kuyuları hack'lemek isteyen hurdacı çocuklar... Farklı atmosferik karışımlara sahip çok özel hava kapsüllerinde yetiştirilen nadide bitkiler... İmplant beyinler... nano teknolojinin en son bilgileri kullanılarak oluşturulmuş sekanslar. Toplumu kökünden silkelemek isteyen başıboş devrimciler... Sentetik et kaçakçılığı ve klon besiciliği. Ara sokaklarda sürekli işlenen cinayetler... Şer odakları...

Bu noktayı hoş bir alıntıyla örneklemekte yarar var;

"... Her gün anıtın çevresinden geçen yüz binlerce insan, yıkıntılar arasındaki Çağıran Kız’ı ve uzattığı fotoğrafı görüyordu. Heykeli gören herkeste aynı algı paketi açılıyor ve aynı refleksif duygu harekete geçiyordu. İlk Sonradan Türemiş tarafından yerleştirilen kod, bunca yıl sonra bile sorunsuz şekilde çalışıyordu. Heykele bakan herkes aynı koda erişerek aynı gerçekliğin parçası oluyor, zihinleri anlık bir zaman boşluğunda kızın temsil ettiği düşüncelerle rezonansa giriyordu. Çağıran Kız, toplumun belleğine ve taşa yontularak zamanda dondurulmuş bir imgeydi."

Robotlar Tanrısı'nda gerçekten ilginç karakterler var. Ancak Bir Salda var ki belki de bu öyküden geliştirilecek yazılabilecek romanlarda gerçek ya da bir spin off olarak yaşayabilecek güçte. Genç yaşta etiket timinin başına geçen Salda, kıvır kıvır saçları, ve yeşil gözleriyle, olmadık vakitlerde panik nöbetleri geçiriyor. Küçük yaşlardan beri kod yazmakla kafayı bozmuş, "devlet vatandaşı" bir ailenin bitirim çocuğu, öykünün sonuna kadar okurunu peşinden sürüklemeyi başarıyor.

Bir şeyi daha eklemekte yarar var, kendi kulvarında başarılar kazanmış bir ismin edebiyata gönül vermiş olması ve bunu kendi mesleğinin avantajlarını kullanarak yeni bir türü Türkçede yeni bir yere taşıması da takdire şayan bir durum. Elbette yazardan yenilerini, daha iyilerini yazması umarak.