İlk gün bir grup arkadaş Tutuklu Yakınları Derneği ve Mezopotamya Kayıp Yakınları Derneğine gidip söyleşimizi gerçekleştirdik.

İlk gün bir grup arkadaş Tutuklu Yakınları Derneği ve Mezopotamya Kayıp Yakınları Derneğine gidip söyleşimizi gerçekleştirdik. Ben daha önce 11 Eylül 2010’da 5 No’lu Cezaevi protestosu nedeniyle Diyarbakır’a gelmiştim ve onlarla görüşme fırsatı yakalamıştım. Yapmış olduğumuz çalışma bir fotoğraflama değil, ses kaydıdır. Ayrıca sorumluluğu ağır bir konu olduğunu hemen hissediyorsunuz. Çünkü seslerini duyurmak istiyorlar ve bugüne kadar gelen gazetecilerin söz vermelerine rağmen yapmış oldukları kayıtları ya yayınlamadıklarını ya da yayınlanmış olsa da gerçekleri yansıtmadığından şikâyetçiler.

80’li yıllarda uygulanan ağır fiziki işkencelerin bugün yok olmasa bile azaldığını, ancak psikolojik işkencenin daha da ağırlaştırdığından bahsettiler. Anlattıkları yabana atılacak türden değil, dinlemek bile yaralıyor. İşte birazı; 30-40 kişilik koğuşlara 126 kişi tıkıştırılıyor. Maltaya (koridora) çıktıklarında diğer tutuklularla iletişim kurmaları engelleniyor. Hastane ya da mahkemeye gidişlerde ringlerden bakmak yasak, üstelik kadın tutuklular taciz ediliyor. Hücre hapsi alanlar günde yalnızca bir saat havalandırmaya çıkarılıyorlar, tecrit cezası alanlara ise havalandırma tamamen yasak.

23 kanser, 17 kalp hastası olmak üzere şu an acilen tam teşekküllü hastanede tedavi görmesi gereken tutuklu sayısı 267.

Tutukluları ailelerinden koparmak amacıyla 93’den beri kapalı olan Karadeniz yöresindeki cezaevlerinin onarımını yaptıklarını ve yeni tutukevleri için ihaleler açıldığını söylediler. Memleketlerinden uzakta yatmayı sürgün olarak kabul ediyorlar ve bu güne kadar Urfa’dan 70, Mardin’den 30, Midyat’tan 20-30 kişi sürgün olmuş. Paraları yok ve yakınlarını ziyaret için oralara gitmeleri mümkün değil. Tam bir koparma, tecrit operasyonu olduğunu, Erzurum’dan Sivas’a giden birinin kolunun kırıldığını ve sürgün sırasında kadınlara taciz edildiğini söylediler. (Geçen ay cezaevi aracının kapısı açılmadığından canlı canlı yanan tutukluları haber bültenlerinden takip etmişsinizdir. Bu ulusal basının artık atlayamayacağı bir haber yani) Basından haklı olarak şikâyetçiler; bizim anlattıklarımızı gazetelerinde yazmıyorlar diye.

Bir Barış Annesi savcının “savaş yoktur ki, siz neden barış istiyorsunuz” diye sorduğunu anlattı. Sonra da bize “o acı çekseydi, görecekti,” dedi.

Konu ağır demiştim başta. Bitmedi;

Koşuyolu Parkı’nda oturuyorlarmış, polis fotoğraflardan bakarak tespit etmiş, niye oturuyorsun diye gözaltına alınmış. Lice Belediyesi’nin festivali sırasında yine fotoğraflardan elleri paralel duruyor diye atılan sloganları alkış durumundan gözaltına alınmış. Elinde limon görünen birine mitingin başında polise mukavemet edeceklerini bildikleri için hazırlıklı geldiklerinden (polis gaz sıkacak onlarda yüzlerine limon sürecekler diye) 6 yıl 3 ay istemiyle. Yine bir başka gözaltı fotoğraflarda elinde boş pet şişesi taşıyan kişi Molotof kokteyli yapacaklar diye tutuklanmış. Anlatan kişi “cam şişede yapıldığını bilmiyorlar sanki,” diyor. (Bu kişi 12 yıl ceza almış, Yargıtay’a gidecek) Kimi fotoğrafta ağzı açık olduğu için “sayın” dediği iddia ediliyor, kimi ağzı çok açık olduğundan “çok gür, çok sesli okumuştur, kitleyi tahrike yol açmıştır,” diye 10 ay istemiyle. Pankartın arkasında yürümüşsün diye –ki bunu söyleyen “elimde taş yok, pankart yok yalnızca yürümüşüm diye ekliyor-

Kısacası 27 görüntüden 122 yıl ceza istemiyle yargılanan kişiler var.

83 Anayasasında taş atmak 1 yıl cezayı getiriyorsa bugün buna örgüte üye olmak, örgüt propagandası yapmak, mala zarar vermek gibi suçlar da eklenerek 23 yıla kadar cezayı çıkartabildiklerini söylüyorlar.

Yurtdışında (Romanya’da) tutuklanan bir kişinin eşi görüşebilmek için Adalet Bakanlığından her seferinde izin almak zorunda olduğu için dert yanıyor…

Yakınlarına yemek götürdüklerinde de ciddi problemlerle karşılaşıyorlar. Böreklerin içinde bir şeyler var mı diye parça parça ediliyormuş. Oysa ellerindeki cihazlarla içinde bir şey olup olmadığını öğrenebilirlermiş. Biri “bizim buralarda tencerenin içine dolma dizmezden önce tabanına bir kaşık koyarlar,” diyor. Kaşığı tünel kazmada kullanacaklar diye sorun yaratmışlar. Bu bilgiye yabancı değilim; anam da eskiden koyardı, bazen dizili dolmaların üzerine bir kap ve taş koyardı, şimdilerde yapmıyor.

İşte böyle, zor, çok zor. Bu yazılanlar yalnızca üç saate yakın bir süre içinde görüştüğümüz kişilerin anlatımları. Üstelik birçoğu yakınlarını tutukevinde ziyarete gitmeleri sebebiyle yoklardı ve bunlar bizim orada olan az kişiden öğrendiklerimiz bilgilerdir.

Son cümleyi yani yorumu siz okurlara bırakıyorum.