“Senin yaptığın nedir,” diyor bir yazar arkadaşım; “bence doğrusu! Kendin düşünmüş, bulmuş, gibi yapmıyorsun, bilmişlik yok; bilimsel verilere, alıntılara, söyleşilere başvuruyorsun çoğunluk. Diziciler konusu (‘devlet, yapımcılar, alanlar-satanlar, üretenler emekçiler, izleyenler’ olarak bir bütün) inanılmaz! Hele bir ülkenin neredeyse yarısı, o gece TV ekranına kilitleniyorsa dizi(ler) için, daha ne denir ayrıca bilmem, konunun ne kadar önemli olduğunu vurgulamak adına! Okumak, anlamak, yararlanmak isteyenler için genişçe bir özet sunuyorsun. Devam...”

“Türk dizilerinin dünyada yetmişten fazla ülkede küresel bir popüler kültür olgusu olduğu artık kabul edilen bir gerçek. Sadece 2015 yılında 15 dizi 250 milyon dolardan fazla ihracat geliri getirdi. Ortadoğu, Balkanlar, Türki Cumhuriyetler ve Latin Amerika dizilerimizle çalkalanıyor.(...) Kültür ve Turizm Bakanlığı da dizi sektörünün her geçen yıl artan uluslararası başarısından pek memnun. Daha önce bir dizi bölüm başına 35-50 dolara satılırken bugün bu rakam 500.000 dolara kadar fırlayabiliyor. Arjantin, Şili, Bolivya, Paraguay, Peru ve Kolombiya’da Türk dizileri revaçta.(...) Siyasi iktidar bu başarıyı yumuşak güç(soft power) olarak Türkiye’nin olumlu imajını dünyanın uzak köşelerine yaymada bir araç olarak kullanma peşinde. Bu çaba AKP iktidarının yeni Osmanlıcılık teziyle de pek güzel örtüşüyor. Popüler kültür yoluyla hayranlık yaratan, her daim keşfi arzulanan ve bu şekilde uzak toprakların kendine bağlandığı dev bir imparatorluk hayali. Bunlar işin siyasal boyutu elbet. Cinselliği minimum, romantizmi ve aksiyonu bol olan klişe anlatımlar, yüzeysel karakterler, muhafazakâr kadın ve erkek temsiliyetleri, kaba hatlarla çizilmiş iyi-kötü ayrımları ve kör kör parmağa anlatılan ahlakçı hikâyeleri güzelce paketleyip satmak da bir başarı kuşkusuz...

Avukat Sera Kadıgil ile dizi sektörünü konuşmak için buluştuk. ‘Astronomik paralar aldığı yazılıp çizilen oyuncular var ya, en fazla 50-60 kişi onlar. Oysa bu sektörde 10 bin civarı kültür ve sanat emekçisi var. Veri tabanımız henüz olmadığı için tam sayıyı bilemiyoruz.’ Kadıgil, oyuncuların çalışma koşullarının felaketini ve onların haklarını nasıl koruyabileceklerini anlatıyor... ‘Sosyal Güvenliğe ilişkin 5510 sayılı Kanunun 4. maddesinde açıkça ‘Oyuncular 4/A üzerinden sigortalanır’ şeklinde ve hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak netlikte bir hüküm var.

Sonuçta oyuncuları ilgilendiren kanun doğrudan İş Kanunu ve oyuncular da işçi olarak tanımlanmalı. Kanun hükmü bu kadar açık olduğu halde uygulanmıyor.’ Oysa uygulansa 4/A’lı olmak Kadıgil’e göre uzun ve insani olmayan çalışma saatlerini, oyuncuların yapımcının adeta kölesi olmasını, ücret ve cinsiyet eşitsizliğini, ünlü-ünsüz arasındaki uçurumu ve emekli olamamayı anında çözecek. ‘Ancak bu açık hüküm uygulanmıyor çünkü denetimi yok, yaptırımı yok. Maliyetin artacağı iddiasıyla, aman sektörümüze zarar gelmesin, hazır yükselen bir ivme yakaladık gibi gerekçelerle sorunlar hasıraltı ediliyor.

Siz sektörümüzü batırmak mı istiyorsunuz, diye tehditlerle oyuncuların yüzde 90’ı serbest meslek makbuzuyla çalıştırılıyor. Sonuçta oyuncu sosyal güvenlik ve emeklilik anlamında serbest meslek, ancak çalışma koşulları olarak işçi gibi çalışıyor.’ Bir de Kadıgil’in ‘kölelik sözleşmesi’ diye adlandırdığı oyuncu kontratları var. Standart kontrata imza 39 bölüm için atılıyor. Ancak yapımcı bunu istediği kadar uzatabiliyor ya da dizi tutmazsa şak diye iptal edebiliyor. İş garantisi diye bir şey yok, yapımcı oyuncuyu anında kovabiliyor. Dizi sektörü dünyası hiyerarşik bir acımasızlık sarmalı. Yapımcı kendini kral sansa da kanala karşı gücü yok. Ancak âlemlerin kralı tabii reklam veren. Eh, kapitalist eğlence sektörüne hoş geldiniz!’” (Türk Dizi Sektörünün Karanlık Yüzü, Aslı Tunç, P24)