DOĞRUYA
DOĞRU...

Mehmet Y. Yılmaz (Hürriyet)

•Uluslararası İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch-HRW), ABD’nin Irak’tan çekilirken geride bir “polis devleti” bıraktığını açıkladı.

Zavallı Irak, BAAS’ın polis rejiminden kurtulmayı beklerken bir başka polis rejimine yakalanmış bulunuyor!
Komşularımızın durumuna üzülmeye başlamadan önce, HRW’nin Irak’ta bir polis rejimi kurulduğuna ilişkin gözleminin nelerden kaynaklandığına göz atmayı öneriyorum:
Güvenlik güçlerinin protestoculara kötü muamelesi, gazetecilere yönelik taciz ve sindirme, gözaltındakilere işkence ve eylemcilere sindirme uygulamaları!

Bu haberin gazetelerde yayımlandığı gün Türkiye’deki genel tablo da şöyleydi:
Cumhurbaşkanı’nın İstanbul Üniversitesi’ni ziyareti sırasında çantasında üç yumurta bulunan öğrenci hakkında “polise direndiği” gerekçesiyle 11 yıl hapis cezası istemiyle dava açıldı!

Hapishanelerde tutuklu bulunan öğrencilerin sayısı bini geçiyor. Suçları protesto gösterilerine katılmak, bedava eğitim hakkı talep etmek, pankart açmak!

İzmir’de karakolda dayak yiyen, yüzü gözü yara bere içindeki kadına “sağlam” raporu veren hekim için soruşturma açılmasına gerek görülmedi.

Gazeteciler kitap yazdıkları için örgüt üyeliği suçlaması ile tutuklu olarak yargılanmaya devam edildi.
Örnekleri daha da uzatabilirim ama gerek yok.

Dünyanın her yerinde böyle şeyler yaşandığı vakit gerçekten demokrat olanlar rejimin bir “polis devletine” doğru sürüklendiğinden endişe duyarlar.

Günümüz Türkiye’sinde bu endişeyi büyütecek o kadar çok gerekçe var ki!


EĞRİYE
EĞRİ...

Ali Eyvaz (Habervaktim.com)
•19 Ocak'ta İstanbul'da Hrant Dink cinayeti davasından çıkan kararı protesto için "Hepimiz Ermeniyiz" kortejinde yürüyenlerden, din hanesinde "Hristiyan" yazmayanların bu kumpanyayı eleştirenlere yönelik günlerdir süren saldırıları, ancak "zencilik psikopatolojisi" ile açıklanabilir.

Çünkü kendilerinin orada olmasına karşın, bu dayatmaya direnen ve gayet üst perdelerden "suçlu değilim ki kendimi temize çıkarmaya uğraşayım, hem ne münasebet!" diyenlere yönelik oradakiler, "bari susun, çünkü bizdenmiş gibi görünüyorsunuz, bu cesaretiniz sadece kendinizin değil bizim de mahvımıza sebep olabilir" fobisiyle debelenip duruyorlar.

Bir suçlunun, aynı suçu işlemeye yanaşmayanlardan nefret etmesidir bu. Utancına ortakçı çıkmayanların, temiz kalanlara hayasız saldırısıdır.

Bu bahisteki Beyaz-Zenci şeklinde bir rol paylaşımına itiraz edenler çıkabilir. Zira ülkemizde Türkler çoğunlukta, Ermeniler ise azınlıkta. Ancak kökenleri Tanzimat'a kadar giden ve uzunca bir süredir pratikte hakim ve yaygın bir gerçeklik şeklinde var olan siyasi atmosfer, niceliksel durumu önemsizleştirmiş ve yaygın kültür içinden devşirdiği önce aydınlar, ardından ara elemanlar sayesinde geneli zencileştirerek, ona karşı nefret duygusunu bir moda akımı haline getirmeyi başarmıştır.

(“Zenci patolojisinden” bahsedenler aslında faşizmin nasıl bir patoloji olduğunu kuşkuya yer bıraktırmayacak ölçüde bizlere gösteriyor. Bu ülkede Ermeni olmanın gericiler nezdinde ne anlama geldiğini de fazlasıyla açık ediyor. Hrant'ı anlamayanlarından “Hepimiz Ermeniyiz”  sloganını da anlamasını beklemiyoruz elbette.)