DOĞRUYA
DOĞRU...

Melih Aşık
(Milliyet):
•Sonuca bakarsanız 28 Şubat AKP’nin doğum tarihidir diyebilirsiniz... Dış etken izi bulabilirsiniz...
28 Şubat ile ABD karşıtı Erbakan ve ekibinin önü kesildi, ABD ile uyumlu Erdoğan -  Gül ekibine yol açıldı...
Eğer 28 Şubat kararlarından sonra iktidarın teslim edildiği Mesut Yılmaz ve  Ecevit bankaları soydurup ülkeyi 2001 krizine sürüklemezseler AKP ekibine yol açılır mıydı? O da ayrı soru...

Bütün bu süreçte arıza mı?
Halkımızın hatta partilerimizin siyaset ne zaman tökezlese çareyi askerde aramasıdır...
Eğer Erbakan demokrasiyi çiğnerken mürekkep yalamış orta sınıf askerlere koşarak  “Paşam hâlâ ne bekliyorsunuz” diye baskı yapmasa, hep o taraftan medet ummasa, Anayasa ve kanunların verdigi hakları kullansa, kendisi  sokağa çıksa bugünlere hiç gelmezdik...
Demokrasinin korunma silahı tank değil hukuktur.

Ezgi Başaran
(Radikal):
•Pozantı Cezaevi’nden bir süredir kötü kokular gelmekteydi de lağımın hacmini tam ölçememiştik. Gerçi memleket insanını alıştırdılar:
Taş atan çocukların hayatı kaydırılır. Cezaevlerinde kötü muamele mutattır.
Hastaysan ölürsün, değilsen delirtirler. Oraya bir düştüysen, hak talebin olamaz.
O nedenle açlık grevlerine, cezaevlerindeki siyasi tutukluların çığlıklarına alıştık. Alıştırdılar. Uzun süre aynı kötü kokuya maruz kalan burun, o kokuyu duymamak gibi bir mekanizma geliştirir biliyorsunuz.
Ama kokuyu duymayacak hale gelmek, sizin de koktuğunuzun bir alametidir aslında.
 

EĞRİYE
EĞRİ...

Ruşen Çakır (Vatan):
• (…) Açacak olursak: Bir yanda “şeriat” dediğiniz, muhayyel bir “tehlike” söz konusu. Yani olmuş bir şey değil, olacağı da belli değil ama siz “ya olursa” diye endişeleniyorsunuz. Bunun karşısındaysa “darbe” var ki olmuş. Askerler, arkalarına büyük sermayeyi, büyük medyayı ve bazı “sivil” kuruluşları; yanlarına da yargıyı alarak, halkın oylarıyla işbaşına gelmiş bir hükümeti gözlerinizin önünde deviriyor. Ama siz, “Kahrolsun darbe” diyemiyor, iki tarafa eşit mesafede durmaya çalışıyorsunuz. Sonuçta muhayyel olanla somut olanı eşit oranda eleştirdiğinizde demokrasi konusundaki inandırıcılığınız zayıflıyor, hatta ortadan kalkıyor.
( Ruşen Çakır 28 Şubat sürecinde ‘Ne şeriat Ne darbe diyenleri eleştirmiş. Bununla da yetinmeyerek o dönemde koşulsuz şartsız darbe karşıtıyım denilmesi gerektiğini vurgulamış. Dönemin koşullarının Çakır’a göre bir önemi yok Başbakanlık konutuna doldurulan tarikat şeyhlerinin de ekranlardan ve kürsülerden şeriat çağrısı yapanların da…Bunlar karşısında bir şey söylememek solculuk adına matah sayılıyor Çakır nezdinde. Ruşen Çakır’a Solun koşulsuz şartsız  darbe karşıtı olmasının yanında koşulsuz şartsız şeriat karşıtı olduğunun da hatırlatılması gerekiyor. )

Gülay Göktürk (Bugün):
•Dünün "demokratları", darbe karşıtları, yüzsüzce "Demokrasinin kendi kendini yok etmesine izin mi verilseydi" diyerek dolaşıyor ortalıkta. İhanetlerinin en fazla farkında olanlar -iç seslerini bastırmak istercesine- en ateşli çığırtkanlığını yapıyor darbecilerin. Oportünizm, çifte standart, demagoji, korkaklık, güçlüye boyun eğme zayıflığı kol geziyor. Bu manzara "güçlülerin" ilk sendelemelerine kadar böyle devam etti. Ne zaman ki, 28 Şubat'ın bin yıl değil, on yıl bile sürmeyeceği artık iyice belli olmaya başladı, işler sarpa sarar sarmaz beyaz bayrak çekenlerin ufak ufak toparlanmaya ve sindikleri mevzilerden çıkarak karşı mevzilere doğru kaymaya çalıştıklarına tanık olduk. Kimileri büyük bir ustalıkla yaptı bu işi, kimileri ise komik derecede beceriksizce...
( 28 Şubat’ta darbeye karşı çıkmayanları suçlayan Gülay Göktürk’e bir sormak gerekiyor 12 Eylül’ü selamlayanlarla bugün aynı çatı altında ne yapıyor. Demogojiden bahseden Göktürk 28 Şubat’ı ezen-ezilen denkleminde açıklayarak demogojini güzel bir tanımını sunuyor bizlere. Bize de ‘emeğine sağlık’ demek düşüyor. )