“Doğu’nun Kızı”na Türkiye’den bir bakış

MESUT ÖRS

Dünyadaki duruşuyla “Doğu’nun Kızı” olarak tanımlamıştı kendini Benazir Bhutto. Otuz beş yaşında Müslüman bir ülkede ilk kadın başbakan olan, babasının asıldığı kentte 54 yaşında bir suikast sonucu öldürülen Benazir’in yaşam öyküsüne Türkiye’den, yine kendisi gibi bir kadın siyasetçinin gözünden bakıyoruz.

Anne babasının “Pinkie” diye seslendiği küçük bir kız çocuğu olduğu günlerden, Oxford – Harvard yıllarına, babasıyla ilişkisinden siyasal mücadelesine, ölümünden sonra ardında bıraktığı izlere kadar Benazir Bhutto’nun yaşamındaki bütün aşamaları tek tek dolaşan bir kitap Benazir. Yalnız resmi dille yazılmış bir biyografi değil kesinlikle, tam tersine bir tatlı sohbet, bir acı dertleşme bu kitap. Yazar, Benazir’le karşı karşıya oturmuş dertleşiyor, O’ndan, kendinden, dünyadan ve kadınlardan konuşuyor.

Kitabı yazan Yaşar Seyman uzun yıllardır Türkiye’de sendika, siyaset ve kadın hakları alanlarında aktif olarak mücadele eden, aynı zamanda yazdığı yazılar ve kitaplarla bu mücadelesini zenginleştiren biri. 2007 yılında UNI (Uluslararası Sendikalar Ağı) tarafından Avrupa’nın Başarılı Kadın Sendikacısı seçilen Seyman, 1986’da yazdığı ilk kitabı “Hüznün Coşkusu Altındağ”la da Akademi Kitabevi Araştırma İnceleme Ödülü’nü kazanmıştı. Benazir’le birlikte 10. kitabını yayımlamış oldu. Halen sendikal ve siyasal alanda aktif mücadelesini sürdüren, kadın hakları savunucusu bir aktivist. PEN Ankara Temsilcisi olarak yaşamını sürdürüyor.

Acıların ve Mücadelenin Ortaklığı

Yaşar Seyman ile Benazir Bhutto, Müslüman bir ülkede kadın olarak var olma ve siyasi mücadele yürütme zemininde buluşuyor. Bu ortak zeminde Benazir’le bir dertleşme tarzında yazılmış olan kitapta Seyman, sadece Benazir’in yaşam öyküsünü değil aynı zamanda Türkiye’yi, Türkiye’deki siyasal ve sosyal ortamı ve kadınların durumunu da anlatıyor. Örneğin, bir yerde Benazir’e “Kenan Paşa zindanlarının acılarını aynı yıllarda sen de General Ziya zindanlarında yaşıyordun.” diyerek Kenan Evren’in Zülfikar Ali Bhutto’yu asan Ziya-Ül Hak’a “Kardeşim Ziya” demesinden ve o dönem yaşı büyütülerek asılan Erdal Eren’den söz ediyor.

Yine benzer bir örnekte Zülfikar Ali Bhutto’nun idam edilişini yazdıktan sonra Türkiye’de Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamları sırasında neler yaşandığına geçiyor, kendi kişisel yaşamından örnekler vererek aynı zamanda kendi iç dünyasını da anlatıyor. “Baban Bhutto’nun mavi barış gülleri gibi bizim üç gülümüzü de soldurdular, Benazir.” derken sanki yanı başındaki kız kardeşine sarılıp onunla birlikte ağıt yakıyor.

Bu karşılaştırmalı örneklerle anlatım kitap boyunca sürüyor. Bir yerde Muhammed Ali Cinnah ile Atatürk arasındaki ilişkiden söz ediyor. Ankara’daki Cinnah Caddesi’ne uzanıyor. Başka bir yerde “çocuk gelinler”i anlatıyor Benazir’e, iki ülkeden de bu konuda örnekler veriyor. Sürgün cezalarından söz ederken Nâzım Hikmet’e, Yılmaz Güney’e, Ahmet Kaya’ya değinmeden geçmiyor. Laf lafı açıyor, Benazir’e engelli komşu kızı Selvi’nin öyküsünü anlatıyor. Ezilenlerin, özellikle de kadınların öyküleri arasında geziniyor, Şengal Dağları’nda Ezidiler’in yaşadığı acılara dokunuyor. Sonra sevdalanmaktan Frida’nın Diego’ya yazdıklarına kadar birçok öykü ve konu, yer yer şiirler Benazir’in yaşam öyküsüne eşlik ediyor. Bu yanıyla kitap, “Benazir’in biyografisi” boyutunu aşıyor; Benazir’in öyküsüne paralel olarak arka planda Türkiye Pakistan karşılaştırmalarıyla dünyadaki sosyo-politik ortamın manzarasını çiziyor, öznel olarak da Seyman’ın özellikle kadın kimliğiyle bütün bir süreçle ilgili duygu ve düşüncelerini samimiyetle ortaya koyduğu bir esere dönüşüyor.

Bu kitapta hem Benazir’i ve onun örnek mücadelesini, hem de Benazir’in aynasında Türkiye’yi ve Türkiye’de bir kadın siyasetçinin yaşadıklarını görmek mümkün.

Bunca Yıl Sonra Neden Benazir?

Peki, ölümünden sekiz yıl sonra, neden Türkiye’de Benazir Bhutto hakkında bir kitap yazılır? Bu sorunun cevabı için yazarının söylediklerine bakalım. Gamze Akdemir’in Cumhuriyet Kitap için yaptığı röportajda yazar bu kitabı neden yazdığını ve neden Benazir’i seçtiğini açıklarken şöyle diyor:

“İslam ülkelerindeki bu kan, barut ve sıkıntıyı kadınların önderliği ile aşabiliriz. Kadının çatışmasız dilinin katkısı yadsınamaz. Barış dille örülür. Barışı, kadın duyarlığı, sevgi dolu yaklaşımıyla yaşama dönüştürebiliriz. Gördüğünüz gibi son yıllarda Nobel Barış Ödülü kadınlara veriliyor. İran’da Şirin Ebadi, Pakistan’da Malala Yusufzay ve bu yılki ödülün sahibi “Tunus Dörtlüsü” içinde bir kadının (Vided Buşamaui) varlığı umut verici. İslam ülkelerinde Benazir Bhutto rüzgârının estiğini görüyor ve inanıyorum. İranlı kadınları izlediğimizde düşünsel ve görsel olarak Benazir benzerliği yansıyor. Çünkü Benazir Bhutto yerelden evrensele yürüyen bir kadın liderdi. (…) Acılara takılmadan umudu her dem taze tutarak mücadele etmenin daha güzel bir dünyanın kapılarını açacağını göstermek istedim. Dünyayı amacı, kavgası, sevdası olan kadınların değiştireceğine inanıyorum.”

Günümüzde kadına yönelik her alanda baskının sürdüğü, kadın cinayetlerinin katlanarak arttığı, tecavüz, taciz gibi saldırılarda yine kadınların suçlandığını düşünürsek, ölümünün üzerinden yıllar geçmiş olsa da Benazir’in mücadelesinin bugün de güncelliğini koruduğunu görebiliyoruz. Böylece “bugün neden Benazir?” sorusu da yanıtını buluyor.

Kitabı da şöyle noktalıyor Yaşar Seyman: “kitabımı kadın hakları mücadelesi verenlere adıyorum. Yolumuz açık olsun.”

BENAZİR
Yaşar Seyman
Bilgi, 2015

dogu-nun-kizi-na-turkiye-den-bir-bakis-185964-1.