Doğurmak için doğmak mı?

BUKET BAYKAL / PSİKOLOG

Adrienne Rich’e göre annelik bir kurumdur. Bu kurum sosyal, politik ve kültürel olarak erkek egemen toplum düzenini devam ettirmeye hizmet eder. Peki, nasıl?

Yaşadığımız toplum doğası gereği doğum yanlılığına dayanır. Doğum yanlılığı hem ebeveynlik hem de çocuk yetiştirmeyi teşvik eden politikalar dışında doğum yanlılığını savunan her türlü tutum ve kültürü de kapsar. Toplum, “Kim anne olmalı, olursa ne zaman anne olmalı ve nasıl bir anne olmalı?” gibi sorulara verdiği cevaplarla kadınlar üzerinde bir baskı sistemi kurar.

Kadınlık ile annelik arasındaki ilişki erkeklik ile babalık arasındaki ilişkiden daha kuvvetlidir. Yani kadınlık kimliği, annelik ile daha çok özdeşleştirilmiştir. Anne olmak, kadınlık kimliğinin nihai amacı olarak görülür. Anne olabilecekken olmamayı tercih eden kadınlar anormal, patolojik, eksik ya da bencil olmakla damgalanırlar. Bu yüzden daha çok damgalanırlar, eleştirilirler. Buna bağlı olarak da ön yargılarla ya da ayrımcılıkla hem toplumsal düzeyde hem de çekirdek ve geniş aile düzeyinde mücadele etmek zorunda kalırlar. İşlerinden fedakârlık adı altında vazgeçmeleri ve çocuklarına birincil bakım veren olmaları beklenir. Bu noktadaki araştırmalara bakıldığında da erkeklere göre kadınlar hem aile hem de akrabalarından daha çok baskıya maruz bırakıldıklarını ifade etmişlerdir.

Kız çocuklarına doğdukları günden itibaren anne olacakları bir gelecek tahayyül edilir. Düğünlerde gelinlik giydirilir, evcilikler kurulur, bakım verilecek türlü türlü oyuncak bebekler alınır, “Soğuk taşa oturursan anne olamazsın” uyarıları verilir, ardından doğum kontrol yöntemi kullanmak isteyen genç kadınlara “Senin yaşın daha küçük, iyi düşündün mü, bak sonradan pişman olursun”lar gelir, kürtaj hakları ellerinden alınmaya çalışılır. Böylece anneliğin sosyal inşasına baktığımızda anne olacakları bellidir ve nasıl anne olacakları da belirlenir. Ataerkil sistemin sosyal, ekonomik ve politik çıkarlarına göre tekrar tekrar çizilir, annelikten beklentiler değişir. Buna göre günümüzde hala kadınların annelik kimliklerini diğer kimliklerinden ön plana koyması beklenir. Kendi bedenlerini ve ruh sağlıklarını, hayallerini, amaçlarını, istek ve arzularını ikinci plana alması gerektiği mesajı verilir, sürekli hem zihinsel hem de fiziksel olarak çalışan mükemmel anneler yaratılır.

Hayatımız boyunca birçok kimliğimiz olabilir. Anne olmayı tercih etmek de kadınların kimliğinin bir parçası olabilir. Anne olmamayı tercih etmek de... Toplumsal beklentinin ‘her kadının anne olmayı ister’ tahayyülü doğru değildir. Geçmişten günümüze gönüllü olarak çocuk sahibi olmamayı tercih eden kadınların sayısı artmaktadır. Örneğin, fizyolojik olarak doğum yapmakta bir sıkıntısı olmayan ancak çocuk yetiştirmeyi tercih etmeyen kadınların motivasyonlarını araştıran çalışmalara baktığımızda, bu kadınların kadınlık kimliklerinin temeline annelik kimliğini koymadıklarını görürüz. Kariyer sahibi olabilmek, seyahat edebilmek, serbest zaman aktivitelerini yapabilmek, kendini geliştirmek, partnerleriyle veya diğer insanlar ile daha fazla vakit geçirebilmek, spontane karar verebilmek, daha özgür, bağımsız ve bireysel bir hayat stili yaşayabilmek gibi motivasyonlar çocuk sahibi olmamanın avantajları arasında sayılmıştır.

Anneliğin doğduğumuz zamandan itibaren sosyal olarak inşasına baktığımızda, kadınlar doğurmak için doğmuşlardır gibi bir algı vardır, aslına bakarsanız. Toplumsal beklentiye göre normal olan yol anneliğe giden tek yoldur. Böylece kadınlar için annelik zorunluluktur bir nevi. Çocuk doğurmayı ve bakmayı tercih etmeyen kadınlar ya da çocuk sahibi olamayan kadınlar damgalanmayla ve önyargılarla mücadele etmek zorunda kalırlar. Oysa annelik kadınlar için ne nihai içsel doygunluğun verdiği bir mutluluktur ne de kadına özgü kimliğin temel taşıdır. Anne olup olmamak kişinin bireysel özgür iradesiyle alabildiği kadına ait bir seçim kararıdır