3 aydır devam eden Marmara Denizi’ndeki müsilaj sorunu ürkütücü boyuta geldi. Kapsamlı bir çalışma yok. Hidrobiyolog Artüz, sorunun 32 yıldır uygulanan atık suların denize deşarjından kaynaklandığını söyledi.

Döktüklerimizi deniz geri verdi

Yaren ÇOLAK

Marmara Denizi’ni adeta esir alan müsilaj (deniz salyası) İstanbul’dan Gemlik’e, Erdek’ten İzmit’e hemen her sahilinde görüldü. Oluşturduğu çirkin görüntü bir yana deniz yaşamını tehdit eder durumda. Adeta “Deniz bitti” dedirten görüntüler 3 aydır devam ediyor. Şu ana kadar belediyelerin yürüttüğü salyaların toplanması dışında bakanlık düzeyinde kapsamlı bir çalışma henüz ortada yok. Üstelik Karadeniz ve Akdeniz sahillerinde de görülmeye başlandı.

Gelinen noktayı Sevinç-Erdal İnönü Vakfı MAREM (Marmara Environmental Monitoring) proje lideri Hidrobiyolog Levent Artüz’e sorduk.

Marmara Denizi’ni esir alan müsilajın kaynağı nedir?
Yaşanan sorun bir sonuç. 1989 senesinde bilimsel gerçeklere ve doğaya rağmen uygulamaya sokulan ve o gün bu gündür inatla uygulanan, atıkların bertaraf yöntemi. Akdeniz kökenli Marmara Denizi’nin alt akıntısının taşıyıcı bant kullanılıp, atıkların bertaraf etme yöntemini sonucu.

Ortaya çıkan bu sonucun kökenleri son otuz yılda mı aramalıyız?
Kirliliğin bilinen üç fazı var;

BİRİNCİ FAZ: Kirletici unsur deşarj edildiğinde dayanabilen türler kalır, dayanamayanla ölür ya da ortamı terk eder. Revize edilmiş ve arıtmadan vazgeçilerek Derin Deniz Deşarjı yöntemiyle arıtılmamış atıklar ortama bırakıldı. Alt akıntı vasıtasıyla ‘Karadeniz’e gider’ düşüncesi vardı. 1989’da başlayan uygulamanın hemen sonrası ekim ayında Sarayburnu-Tuzla-Adalar üçgeninde kitlesel balık ölümleri gerçekleşti. O dönem balık satış ve tüketimi Valiliklerce yasaklanmıştı.

İKİNCİ FAZ: Denizde tür çeşitliliği azalır, kalan türlerde fert adetlerinde anormal artışlar olur. 1989 senesinden bu yana Marmara Denizi’nde kırmızı sular (red-tide), yeşil sular (green-tide), denizanası artışı, balık istihsalinde dramatik dalgalanmalar gözlendi. Salya oluşumunun mekanizması da bu. Kirlenmeye bağlı tür çeşitliliği azaldı ve mevcut olan türlerden birisi anormal artışlar gösterdi.

ÜÇÜNCÜ FAZ: Ortama bırakılan hiç önemsenmeyecek miktarda kirletici bile ortamı biyotik (canlı) ortamdan, abiyotik (cansız) ortama çevirmeye yeterli olmakta.

Salyanın artışını bu durumda sadece kirlilikten mi kaynaklı?
Küresel ısınma, besleyici tuzlardaki artış/denge bozukluğu, suların sıcaklığı, doğal bir olay gibi yorumlar yapılmakta. Oysa durum net; Uygunsuz atık deşarjı sonucu 32 senedir artan bir şekilde deniz bulanıklaşmakta ve buna bağlı olarak gittikçe daha fazla güneş enerjisini absorbe ederek, 2000’li senelerin başından beri küresel ısınmanın etkisinin 2-3 katı daha fazla oranda ısınmakta. Besleyici tuzlar ise yönetiminin yetersizliği dolayısıyla Marmara Denizi’nde yine 90’lı yılların sonundan beri tavan yaptı. Bir durumun doğal olabilmesi için o ortamın oluşumundan beri periyodik tekrarlanması gerek.

İlk olarak 2007 senesinde yaşadığımız kütlesel müsilaj agregat oluşumu veya bu 32 senelik süreç içinde yaşanan kırmızı sular, yeşil sular, denizanası çoğalmaları vb. 1989 senesi öncesinde Marmara Denizi’nde hiçbir şekilde gözlenmedi.

doktuklerimizi-deniz-geri-verdi-880553-1.
Levent Artüz

Deniz canlıları ve insanlar için nasıl bir tehlike taşıyor?
Bu kadar büyük hacimli bir oluşumun ilk önce deniz canlıları üzerinde olan fiziksel etkisi önem taşıyor. Çok sayıda canlı, kütle çöktüğünde ya üzeri örtülerek beslenme faaliyetleri sekteye uğrayıp yahut solunumu engellenerek ölecek. Çalışmalarımızda da yoğun ölümleri gözlüyoruz. İkinci ve bence daha önemli fiziksel etki, söz konusu kütlenin çökerken ortamdaki partikülleri içine hapsetmesi (ki zaten bu sebeple ağırlaşıp çöküyor).

2007 senesinde de izlediğimiz gibi, söz konusu kütle çökerken askıdaki katı madde ile birlikte bitkisel ve hayvansal plaktonları da içine hapsetmekte. Bu da çok geniş çaplı besin zinciri kırılmalarına sebebiyet vermekte ve yine bazı türler için yer açarak, rekabet koşullarını değiştirerek yeni olası baskın türleri teşvik etmekte. Bu olgunun akıbeti, eğer uygulamalarda değişiklik olmaz ise bir anlamda bundan sonraki felaketin altyapısını hazırlayacak.

Diğer bir sorun ise kütlenin organik oluşu. Eninde sonunda bir şekilde parçalanacak. Ancak parçalanmayı sağlayacak bakterilerin gereksinim duyacakları suda çözünmüş oksijen yine arıtılmaksızın deşarj edilen atıklar dolayısı ile olması gereken seviyenin çok altında. Kısaca durum kısır bir döngüye girdi.

Türkiye’nin tüm sahil şeridi salya saldırısına mı maruz kalacak?
Ne yazıktır ki, yukarıda bahsettiğim “Marmara Denizi’nin alt akıntısının taşıyıcı bant (konveyör) olarak kullanımı” bir ağızdan çıkar bin ağıza yayılır misali, önce Marmara Denizi sonrasında yurt genelinde yayılması sonucunu doğurmuştur. Hâlihazırda neredeyse aklına esen ‘Derin Deniz Deşarjı’ adı altında atıklarını arıtmaksızın alıcı ortama basmakta. Kütlesel müsilaj şu an Marmara’yı etkiliyor. Ancak bu palyatif uygulama devam ederse diğer denizlerimizi de benzer akıbetlerin beklediğini söylemek yanlış olmaz.

Salya sorunu geçecek mi?
Tabii ki sonsuza kadar kalmayacak. Bu organik bir kütle, yok olması için bakteriler tarafından ayrıştırılması lazım. Ama bu devasa kütleyi ayrıştıracak bakteri miktarı ve ayrışma ürünleri de ayrı problemler doğuracak. Bahsettiğim gibi 32 yıllık bir sürecin günümüzdeki yansıması ve süreç devam ediyor, ileriki dönemlerde de devam edecek. 2007 senesinde kütlesel müsilaj agregat oluşumu sonrası balıkçılık açısından normale dönüş yaklaşık üç yıl sürmüştü. Ancak o zaman bu olguyu yaratan bitkisel plankton türü, bu sefer sebep olandan farklıydı ve ortamda parçalanma faaliyeti için kullanılacak suda çözünmüş oksijen miktarı da çok daha fazlaydı. Şu an itibarı ile ne zaman son bulacağını kestirmek, modelleyebilmek imkânsız.

Önümüzdeki yaz sezonunda denize girebilecek miyiz?
Senelerdir milyonlarca metreküp arıtılmamış atık suyun deşarj edildiği, alıcı ortam olarak algılanıp açık fosseptik çukuruna dönüştürülen Marmara Denizi’nde denize girdik! Hatta “mavi bayraklar” ile girmemiz teşvik edildi. Bu müsilaj agregat oluşumundan sonra mı aklımıza geldi bu soru diye düşünmemek elde değil!

Denizleri esir alan bu sorun için nasıl önlemler alınmalı?
Açıkçası önlem alma zamanı çok gerilerde kaldı. Mutlak yapılması gereken; ivedilikle durumun tarihçesinin ve bizi bu noktaya getiren sürecin masaya yatırılıp tüm açıklığı ile irdelenmesi ve söz konusu hataları yapan tüm kişiler, kurum, kuruluş ve durumların açıklıkla, şeffaf bir şekilde ortaya konulmasıdır. Palyatif “Marmara Denizi’nin alt akıntısının taşıyıcı bant olarak kullanılarak atıkların Karadeniz’e taşınması” cin fikrinin bütün açıklığı ile “ipliği pazara çıkartılmış” olur. Yüzleşme, hesap verme ve bugün geldiğimiz nokta, yeni ortaya çıkacak çözüm önerilerine ve taahhüt edenlere sınırlayıcı etmen olacaktır. Belki bu yolla, dünyanın ek kirli akarsularından biri olan Ergene Nehri’nin kirletici unsurlarının kolektör kanallar ile toplanıp Tekirdağ’dan Derin Deniz Deşarjı ile Marmara’ya basılması, veya Tekirdağ Sahili’nde plansız bir şekilde faaliyet gösteren limanlar, Marmara kıyısındaki termik santrallar, Kuzey Ormanları, Karadeniz Dereleri HES’leri ve benzer uygulamaları bilim ve doğa ile inatlaşarak ‘oldu-bitti’ye getirmek yerine, akılcı çözümler peşine düşebiliriz.

***

Deniz elden gidiyor, Çevre Bakanlığı’ndan ses çıkmıyor

TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi müsilaj sorununa ilişkin hazırladığı raporda "Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın konu hakkındaki sessizliği endişe verici” denildi. Yayımlanan raporda müsilaj sorunun sıcaklık artışı ve denizlerde artan kirlilik yükünden kaynaklandığı belirtilerek, şu noktalara dikkat çekildi: "Alarm zilleri çalıyor deniliyor. Soruna ilişkin kalıcı ve güvenilir bir çözüm yolu izlenmeli. Merkezi bir planlanma şart. Buna rağmen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın konu hakkındaki sessizliği endişe verici. Acil tedbir alınmadığı sürece denizlerdeki oksijen yetersizliği artacak biyoçeşitlilik azalacak."