Cansever’in dörtlüğünde doğanın sunduğu ödülün aynı zamanda bir ceza oluşu da söz konusudur. şiirde ödül ceza kıskacında ortaya çıkan “trajik durum” betimlenir. Ben o dörtlüğün, o sözün içine girmeyi; hem kendime, hem hayata hem de dünyaya oradan, o sözün içinden bakmayı denedim.

Dost masası: Kantürk ve Topaloğlu ile  şiir üzerine sohbet

Turgay Kantürk, ‘Övgüler Kitabı’ ismini verdiği ve Enver Topaloğlu ise ‘Gidene Kadar’ ismini verdiği kitabı Mühür Kitaplığı etiketiyle okurlarının beğenisine sundu. İki şair kitabın yayımlanması üzerine şiir kitapları üstüne ‘konuşayazdılar’.

Ortaya ise şiirin diline ve yöntemine ilişkin fikir açıcı bir sohbet çıktı.

► Enver Topaloğlu: Turgay, seninle hep konuşuruz. Hem de çeyrek asırdan uzun bir süredir konuşuyoruz. Daha da konuşuruz. Ama yazıya geçen bir konuşmamız, söyleşimiz olmamış. Buna hem şaşırdım, hem de hiç yadırgamadım. Galiba konuşmayı konuşmaya, yazıyı yazıya ayırmak gerekir diye düşünmüşüz. Bunda sessizce anlaşmışız. Konuşmanın ya da sohbetin diyelim, belki de yazıdan ayrı bir sahiciliği, samimiyeti, doğaçlaması, kurgusu, hesapsızlığı, çıkarsızlığı velhasıl konuşmanın konuşmada kalan büyüsü olduğuna inandığımız içindir…

► Turgay Kantürk: Ama başka bir zorunluluk da var ‘konuşayazmayı’ mecbur kılan. Artık başka şehirlerdeyiz. Yani pratik olarak aracısız konuşamayız. Sen İzmir’e, ben de Bodrum’a uzadık. Ben işlerim nedeniyle hala elimi eteğimi çekemedim Bizans’tan. Aramızdaki bu uzun soluklu konuşma ve tanışma halinin, yolumuz çok kez kesişerek başladığı yerden sürüyor. Ben senin ilk kitabını bana imzaladığın anı anımsıyorum ama çok sevdiğim ‘Tabağın’ şiirini ne zaman, nerde okuduğumu anımsamıyorum; güzel ve sahici olan da bu. Şiirin o büyülü ipliği ikimizi çoğunlukla bir arada tuttu; zaman zaman farklı seslere ve farklı algılara sahip olsak da. O zaman ‘konuşayazalım’ artık. Sen başladın madem, ilk ‘zor’uyu sen sor derim…

dost-masasi-kanturk-ve-topaloglu-ile-siir-uzerine-sohbet-650321-1.
Turgay Kantürk​

► E.T.: İlk soru için tereddütlüyüm. Bu seni başa, en başa, ta başa döndürecek bir soru. Onu talep eden bir ‘zor’u. Şu: Her şairin kendine özgü bir nedeni vardır; Turgay Kantürk’ü şair yapan neydi?

T.K.: Sanırım bu sorunun yanıtı “Övgüler Kitabı”nın ikinci bölümü olan “Çocukluğa Övgüler”de gizli. Birkaç sene önce nedensiz bir biçimde çocuk şiirleri yazma isteği duydum. Türk şiirinde bu türün güzel örnekleri vardır. Belki de bu geleneğin günümüzde pek sürdürülmediğindendi bu isteğim. Ama yazmayı denedikçe, ortaya çıkan çocuk şiiri değildi. Çocukluğuma dair hayli karanlık dehlizlere dalıyordum sanki. Çocukluğumdan bu yana bıraktığım çakıl taşlarını izler gibiydim. Kuşkusuz sözcüklerin büyüsüne kapılıp şiirin peşine düşmem çocukluktan gençliğe geçtiğim günlere denk gelir; çoğu şairde olduğu gibi. Ama asıl büyük şiirle ve bütün şiirleriyle karşılaştığım Nâzım yolumu açtı. Sonra Türk ve dünya şiirini keşif başladı. Artık çekinmeden söyleyebilirim; oradan da kendi şiirime giden yolu aramaya koyuldum. Bulduğumu sandığım yaşa geldiğimde çocukluğuma dair bir avuç şiir vardı elimde ve bu kitaba koydum onları. Yanıt sanırım orda. Gelelim yeni kitabın “Gidene Kadar”ın girişindeki Edip Cansever şiirinden alıntıladığın ‘doğanın sana verdiği ödüle, ‘iki insan gibi kalma’ haline. İki kişi olduğunu nasıl anladın?

dost-masasi-kanturk-ve-topaloglu-ile-siir-uzerine-sohbet-650322-1.
Enver Topaloğlu​

İt ürür şair yürür

► E.T.: Sorun modern çağın bireyi sürüklediği varlık ve varoluş kriziyle ilgili aslında. “İnsan çıkmazda” demişti Turgut Uyar. Edip Cansever bu dörtlüğünde de diğer şiirlerinde olduğu gibi insanın açmazdaki, çıkmazdaki trajik durumunu betimliyor diye düşünüyorum.. Şiir de sanatın diğer türleri gibi diliyle ağrıyan dişi kurcalıyor. “Gidene Kadar”da, benim dilim de o, ağrıyan yere, insanın açmazdaki, çıkmazdaki durumuna dokundu.

Cansever’in dörtlüğünde doğanın sunduğu ödülün aynı zamanda bir ceza oluşu da söz konusudur. şiirde ödül ceza kıskacında ortaya çıkan “trajik durum” betimlenir. Ben o dörtlüğün, o sözün içine girmeyi; hem kendime, hem hayata hem de dünyaya oradan, o sözün içinden bakmayı denedim. Edip Cansever’in “Başlangıç” başlıklı dörtlüğü 1980’de Ada yayınlarından çıkan “Şairin Seyir Defteri”nde yer alıyor. 1980 yılı Türkiye’nin tarihinde önemli bir dönemeç. 24 Ocak 1980 kararlarıyla başlayıp 12 Eylül askeri cuntanın darbesiyle devam eden, hatta bugüne kadar uzanan “zemheri”… Cansever kitabı yayımlandığında elli üç yaşında. Ben de “Gidene Kadar’a aşağı yukarı aynı yaşta başladım. Buradan yola çıkarak Cansever’le aynı yaşta “kendi kendisiyle konuşan iki insan gibi kalmış” olma trajedisini sorunsallaştırdığımız söylenebilir mi, bilmiyorum? Ayrıca varoluşun bu ürpertici halini sorun edip cebelleşmek için bazı yaşamsal dönemeçlerin geride kalması da gerekmiş olabilir… Açıkçası tasarlanmış bir başlangıcı yok. Daha devam edersem, sana sıra gelmeyecek. Kesip ben de sana sorayım: Kitap ‘Yürümek’ başlıklı şiirle başlıyor. İlk şiir bazı kitaplarda başlatan kuran tüm yapıyı omuzlayan ve yolu açan nitelikte oluyor. ‘Yürümek’ de o nitelikte bir şiir gibi geldi bana. “Yürümek” şiirinde kuşatılmış, huzursuz birey olarak kendine ve şair olarak şiire çıkıyorsun...

Genel olarak senin şiirlerin “çokuçludur”. Birden çok “altmetni” olan yapısıyla “üretken okumaya” açıktır. “Çokanlamlılıkla” derinleşir ve genişler; çağrışımdan, yorumdan kaçmaz. Tüm bunlara karşın dağılmaz, yapısal karakterini yitirmez. En uzak, ıssız, tenha çağrışımları bile kışkırtır... “Yürümek”in, altmetninde “it ürür şair (şiir) yürür” mesajı da gömülü gibi... “Övgüler Kitabı”nın ilk şiirinin bir başka yönü de kitabı bir anlamda restle başlatıyor oluşu. Bu restin bir hedefi var mutlaka. Öyleyse soruyorum; restin kime, neye, nereye?

dost-masasi-kanturk-ve-topaloglu-ile-siir-uzerine-sohbet-650319-1.

Yayımlamak yeniden gizlemektir
► T.K.: Günümüzde yazılan şiire diye başlayabilirim. Şiirimsi ve şiir dilini kullanan yazılara artık herkes şiir diyor. Bunu kimin dediği ya da bilinçli bir yazınsal gereklilik, zamansal bir dönüşüm olup olmadığı da bilinmiyor. Sanal ortamda başlayıp dergilere ve kitaplara da bulaşan, her tarafımızı kaplayan bu hastalıklı ‘sözde yeni’ şiir biçim ve biçemlerine yürümeli birileri. Yıllardır ülkeyi bu durumlara düşürenler de bundan payını alacak doğal olarak. Çünkü yeni Türkiye’nin de yeni şiirini yarattı! Oradan çok yere doğru da ‘yürüyebilirim’. Çin’deki uzun yürüyüşten, bizde muhaliflerin ve liderlerinin yakın zamandaki şehirlerarası yürüyüşünden söz edebilirim, (ki bu şiirin yazılması o günlere denk gelir.) Senin de söylediğin gibi ‘çokanlamlılık’ önemlidir benim şiirimde. Şiir üstünde aslında çok konuşmamalı şair. Bir yerde yazmıştım: Yazdıklarını yayınlamak, herkesten gizlediğin sırlarını hem ortaya saçmak, hem de yeniden gizlemektir. Yürüyüş, gidiş ve yol girmenin de yollarından biridir. Bir kitaba girmek de öyle.

Buradan gitmek’le senin tek kitaplık uzun şiirine bağlanabiliriz artık. Mesafe kat etmek de diyebiliriz uzun şiire. Ama yön de çok önemli gitmek ediminde. Terk mi, bırakma mı yoksa gönderilmemi ‘kadar’ olan? Keder ve kaderin ne payı var bu kadar’da? Gidene kadar mı, kaldığı yeter mi?

► E.T.: Hem gidene kadar, hem kaldığı yerden. “Sis” engeli… “Siz” engeli belki aynı zamanda… O çaresiz kalışı bir imkâna dönüştürme girişimi. Oturup bir masada kendi kendine içe içe konuşma “derecesi”… Özellikle kendi kendinle ve içe içe konuşma… Bu benim için dünyayla, hayatla karşılaşmada ortaya çıkan bir “derece”. Bu deneyimde tam olarak ne çıktığına şiirleri okuyanlar karar verecektir elbet. Öte yandan “Gidene Kadar” yolundan alıkonulma, aynı zamanda bir tehir süresi. Bir duralama, soluklanma, bekleme aralığı. Ancak mola değil. Zorunlu bir bekleyiş sıkıntısının belki oyunla başlayıp giderek trajikleşmesi... Zorla bekleyiş kaçınılmaz olarak anbean sıkıntının, kaygının arttığı bir durum da yaratır. Bir süre sonra duygu havuzunun kapakları zorlanmaya başlar. Hatta akıl bir süre sonra tatile çıkar… İnsan kendini o süreçte, içinde kendisinden başkası olmayan bir aynalı dolaba kapatılmış gibi bulabilir. O çıkışsızlığa, o açmaz haline karşı, yelpazesi giderek açılarak genişleyen sorgulama, yaşamı gözden geçirme, gençliğin geniş zamanında neler olduydu sorusuyla birlikte ayak izlerini geriye doğru takip ederek hesap çıkarma da bir tepki olabilir. “Gidene Kadar” her şeyden önce bir tepki… Doğanın hem ödül hem ceza vererek yolu kestiği ana yerleşip kendi kendisiyle içe içe konuşmak bir tepkidir. Ben o tepkiye konuşanın sesine, sözüne dikkat kesilip paylaşarak katılmayı denedim. Bir yanıyla da “Gidene Kadar”da, “Gidene Kadar” kalmanın dilini aradım ve bulduklarımı da bir öneri olarak şiire bıraktım diyebilirim. Sonrasını bilmiyorum artık…

Neyse artık senin kitabın döneyim. “Övgüler Kitabı”nın ilk bölümü aynı zamanda şairin atölyesi gibi. Adeta orda, şiirin yapıldığı, dilin işlendiği yerde, kapısını açık tuttuğun o atölyede bir tür “sergi gezisi” düzenliyorsun. Şiiri şiir yapan araç gereçleri adeta tek tek yakın plana alıyor, şiirin merceğinin altına koyuyorsun. Ama bir şey daha yapıyorsun. Bir şiir yazma atölyesi çalışması! Tüm bunların yanında çok önemli bir şey daha var. O çok daha önemli: Ezber bozuyorsun. Aslında ezber bozucu müdahale kitabın yalnızca ilk bölümündeki şiirlerde değil diğer bölümlerdeki şiirlerde de söz konusu. “Övgüler Kitabı” için şiirin ezberini bozan bir kitap tanımlaması övgü değil, gerçeğin dile getirilmesi olacaktır. Belli ki seni şiiri konu eden şiirler yazmaya yöneltecek kadar rahatsız etmiş ezberler var şiirle ilgili. Öyle mi? Bu konuda neler söylersin?..

dost-masasi-kanturk-ve-topaloglu-ile-siir-uzerine-sohbet-650320-1.

► T.K.: Şairin atölyesi benzetmen çok hoşuma gitti doğrusu. Ben kendi kendime böyle dillendirmedim hiç ama şiirin yapısal-yapıtsal bütününü imleyen ve bizde şiir bilgisini var eden halleri yeniden gündeme alan, şiirin yapılabilen kısmını ve nasılını yer yer şiir üstünden ortaya koyan şiirlere çalıştım. Kapıyı bilerek aralık bıraktığımı söyleyebilirim yani. Ezber kısmına gelince; günümüz şiir algısına ve salgısına şiddetli itirazlarım var. Alt alta yazılan her şeyin şiir zannedildiği bir zamanda yaşıyor, yazıyor ve okuyoruz. Şiirin sözcüklerle kurulan bir yapı olduğunu ve bu yapıyı oluşturan sözcüklerin birincil ya da çoklu anlamlarının diziliş ya da yerleşim biçimleriyle oluşan anlam sarmallarının örneklerini şiirin ve kitabın merkezine almaya çalıştım. Aslında şiire övgüler düzen bir kitap olduğunu da söyleyebilirim.

Aynı günlerde, aynı yayınevi tarafından yayınlanan kitaplarımızın, aynı ve benzer kaygılarla, hayata ve şiire dair itirazlar barındıran, başka bir bakışı ve söyleyişi öneren kitaplar olduğunu düşünüyorum. Gerisi okuyanlara kalsın…

► E.T.: Kitabın kapak ve iç tasarımını yapan Savaş Çekiç’e, Mühür Yayınları’na, Mustafa Fırat’a ve emeği geçen herkese teşekkür etmek istiyorum. Devamının gelmesini düşündüğümüz “Konuşayazdılar” için sana da ayrıca teşekkür ederim.

cukurda-defineci-avi-540867-1.