İlhan Selçuk, Halit Çelenk’in “Hukuksuz Demokrasi” adlı kitabına yazdığı sunuş yazısında, “hukuk adamı”nda olması gereken nitelikleri sayarken şöyle diyor...

 ATTİLA AŞUT

İlhan Selçuk, Halit Çelenk’in “Hukuksuz Demokrasi” adlı kitabına yazdığı sunuş yazısında, “hukuk adamı”nda olması gereken nitelikleri sayarken şöyle diyor:

“Hukukun çiğnendiği bir toplumda hukuk adamı olmak için kişilik gereklidir, onur gereklidir, direnç gereklidir, savaşım gücü gereklidir. Hukuku özümsemiş, benimsemiş, algılamış kişi, hukukun çiğnendiği bir toplumda çekimser ve edilgin kalamaz.” (1)

Halit Çelenk, işte bütün bu niteliklere sahip olduğu için, seçkin bir hukuk ve eylem adamı olarak belleklerde yer etmiştir. Onun bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm savaşımındaki yeri unutulmazdır. Gerçi o daha çok “Deniz’lerin avukatı” olarak tanınır. Çünkü 12 Mart askersel darbesinin karanlık ortamında ipe çekilen üç yiğit devrimcinin davasını darağacına dek izlemiş, bu yurtsever gençlerin alçakça katledilişlerinden duyduğu onulmaz acıyı yaşamı boyunca hep yüreğinde taşımış, tanığı olduğu “hukuk faciası”nın genç kuşaklarca doğru bilinmesini sağlamak amacıyla anılarını kitaplaştırmıştır. “İdam Gecesi Anıları”,  bu trajedinin belgesel anlatımıdır...

Ne var ki, Halit ağabeyin “dar zamanlar”da savunduğu, yardımına koştuğu insanlar yalnızca Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan değildir. O, yarım yüzyılı aşkın meslek yaşamında kimleri savunmadı ki! “Kızılırmak” adlı şiiri yüzünden bileklerine kelepçe takılan ozan Hasan Hüseyin Korkmazgil’den, yayıncı Remzi İnanç’a; her dönem kitapları toplatılan Bilim ve Sosyalizm Yayınları sahibi Süleyman Ege’den,  Sol Yayınları yönetmeni Muzaffer Erdost’a; dürüst gazeteci İlhami Soysal’dan, aykırı yazar Aziz Nesin’e; sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanan Behice Boran’dan  Sadun Aren’e; Nihat Sargın’dan Mahmut Dikerdem’e, Abdullah Baştürk’ten Melih Pekdemir’e; pek çok yurtseverin, devrimcinin, sanatçının, aydının davalarını üstlenmiştir. TÖS, TÖB-DER, DİSK, Barış Derneği, TİP, TBKP gibi ilerici dernek, sendika ve siyasal partilerin kapatılmasını önlemek için askeri savcılıklarda, sıkıyönetim mahkemelerinde, adliye koridorlarında, duruşma salonlarında alın teri dökmüştür. Bunlarla da yetinmemiş, her dönem yazılarıyla toplumu aydınlatma görevini yerine getirirken, hukukla yaşam arasındaki kopmaz bağın gereği olarak, siyasal ve düşünsel etkinliklerini de aralıksız sürdürmüştür. Eski Türk Ceza Yasası’na faşist Mussolini rejiminden -üstelik ağırlaştırılarak- aktarılan ve nice yurtseverin yıllarca hapislerde çürümesine yol açan ünlü 141-142. maddelere karşı ardıcıl savaşımın ülkemizdeki öncülerinden biri de Halit Çelenk’tir. Her zaman gösterişten uzak, alçakgönüllü bir devrimci gibi yaşamayı seçen bilge hukukçu, gerektiğinde demokrasi için bedel ödemekten de geri durmamıştır.

NEREDE HAKSIZLIK VARSA...

Halit Çelenk, haksızlıklar karşısındaki tepkisini yalnızca ülke içinde değil, ülke sınırları dışında da aynı duyarlılıkla göstermiş bir hümanisttir. Bu bağlamda, ABD’de tutuklu Kübalı yurtseverlerle dayanışma içinde olmuş, Almanya’da ırkçılarca yakılarak öldürülen “Solingen Kurbanları”na sahip çıkmış, Irak’ta ABD işgaline karşı tutum almış, hukuk ve insanlık dışı “Guantanomo Yargılamaları”nın “mahkeme” niteliği taşımadığını bütün dünyaya haykırmış, ABD’nin işlediği savaş suçlarını yargılamak üzere oluşturulan “Irak Dünya Mahkemesi”ne destek vermiştir. 1 Mayıs alanlarından grev çadırlarına, dayanışma toplantılarından duruşma salonlarına koşturup durmuştur. Yakasını bırakmayan ağır sağlık sorunlarına karşın, son aylara dek çağrıldığı hemen her toplantıya katılmaya çalışmış, gücünün yetmediği yerde ise iletisini yazılı olarak göndermiştir.

Her 6 Mayıs’ta Deniz’lerin, 7 Kasım’larda İlhan Erdost’un Karşıyaka’daki gömütü başında olurdu. Onu bir gün Sadun Aren’in yaş günü kutlamasında, bir başka gün TİHAK’ın (Türkiye İnsan Hakları Kurumu) Genel Kurul Toplantısı’nda görürdük. Bir gün eğitim emekçilerinin kurultayında, ertesi gün Abidin Dino’nun “Gerilla Desenleri Sergisi”nde karşınıza çıkardı! Çünkü Halit Çelenk adı, devrimci kararlılığın yanı sıra, dostluğun, inceliğin, zarafetin de simgesiydi.

KAVGAYA ADANMIŞ BİR YAŞAM

Yarım yüzyıllık yıllık dostum, kavga arkadaşım, TİP’ten partidaşım, ağabeyim ve savunmanım Halit Çelenk, benim gözümde gerçek bir hukuk şövalyesidir. O, sosyalizm savaşımındaki uzun yol arkadaşlığının yanı sıra, yaşam boyu erdemli duruşu, insanlığı ve sevecenliği ile de bizleri derinden etkilemiştir.

Çelenk’in ulusal kurtuluş ve bağımsızlık bilinci, henüz ortaöğrenim sıralarında, Fransız mandası altındaki Antakya Lisesi’nde okuduğu yıllarda, emperyalist işgalcilerin top sesleri arasında filizlenmiştir. Belki bir paradoks gibi gelecek ama, bu bilinçlenmede, manda yönetimindeki okulda okutulan Fransız Aydınlanmacı düşünürlerinin de önemli payı olmuştur. Çelenk, özyaşamöyküsünü anlatırken, o dönemdeki Felsefe derslerinde Voltaire, Diderot, Racine, Corneille, Jean Jaques-Rousseau, Montesquieu gibi düşünür ve yazarların özgürlükçü düşüncelerinden etkilendiğini söyler. Bu düşünceler, daha sonra okunan Marksist felsefe yapıtlarıyla gelişir ve lise yıllarında sosyalist bir dünya görüşüne dönüşür.

Çelenk’in İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra avukatlık mesleğine başladığı yer, Samsun’dur. 1948-1960 arasında eşi Şekibe Çelenk’le yaşadığı bu kentte, devrimci kimliğinden ödün vermeden iyi bir çevre edinmiş ve güzel dostluklar kurmuştur. Bu ilişkiler daha sonra, Türkiye İşçi Partisi’nin il ve ilçe örgütlerini kurma görevi kendisine verildiğinde çok işine yaramıştır.

Halit Çelenk, 1960’da Samsun’dan ayrılarak Ankara’ya yerleşmiş, 1962 yılında da eşi Şekibe Hanım’la birlikte TİP’e üye olmuştur. Halit Çelenk, kısa bir süre sonra TİP’in İzmir’de toplanan ilk Büyük Kongre’sinde Genel Yönetim Kurulu’na seçilmiştir. 1963’te yerel seçimlere gidilirken, Genel Merkez, Samsun örgütünü kurma görevini kendisine vermiş, o da valizini toplayıp, büyük bir coşkuyla Karadeniz yollarına düşmüştür.

O yılları yaşamış olanlar, Samsun gibi görece gelişmiş sayılan bir ilde bile TİP’i örgütlemeye çalışmanın ne belalı bir iş olduğunu bilirler. Trabzon’da, Rize’de, Gümüşhane’de aynı sorunları yaşamış bir insan olarak benim belleğim, o günlerin “trajikomik” anılarıyla doludur. Ne yazık ki, TİP’in başarısı için böylesine özveriyle çalışan insanlar, gün gelmiş, kimi haksızlıklara da uğramışlardır. “Dışardan” gelen saldırılar sosyalistler üzerinde genellikle bileyleyici bir etki yaratırken, parti yönetiminin haksız suçlamalarıyla karşılaşmak, “dostun gülü” örneği, çok yaralayıcı olmuştur. Bu yaralayıcı olaylardan biri de Halit ağabeyin başından geçmiştir...

TİP’LE YOLLAR AYRILIYOR...

1966’da Malatya’da toplanan TİP 2.  Büyük Kongresi’nden sonra, Genel Merkez yönetimine “muhalif” oldukları düşünülen kimi parti üyeleri hakkında disiplin soruşturması açılmıştı. Bu soruşturma sonunda, on bir parti üyesiyle birlikte, Şekibe ve Halit Çelenk de “kesin ihraç” istemiyle Merkez Haysiyet Divanı’na sevk edildi. Bu sırada Halit Çelenk, Genel Yönetim; Şekibe Çelenk ise Merkez Haysiyet Divanı üyesiydiler. Çelenk çifti, “Partide hizip çalışması içinde olmak”la suçlanıyordu. Merkez Haysiyet Divanı, uzun bir soruşturma ve yargılama sürecinin ardından, on üç üyeden dokuzu için “partiden kesin çıkarma”, ikisi için “ikişer yıl geçici çıkarma” cezası verirken, Çelenk’lere “uyarı” cezası vermekle yetinmişti. Hafifletilmiş olsa da haksız bir cezaydı. Çünkü kendilerine yöneltilen suçlamanın temeli, “muhalif”lerin Kongre’den bir gün önce Malatya’da yaptıkları bir “otel toplantısı”na dayandırılmıştı. “Sevk istemi”nde, Çelenk çiftinin de bu toplantıya katılarak Genel Merkez aleyhine kulis yaptığı öne sürülmüştü. Oysa bu sav, gerçek dışıydı. Sözü edilen toplantıya ben de Trabzon İl Başkanı olarak katılmıştım. Halit ağabeyle eşinin o gün aramızda olmadığını yetkililere anlatmamıza karşın, kimi tanıkların anlatımlarına dayanılarak disiplin cezasında diretilmişti.

Halit ağabey, bu duruma çok üzülmüş olsa bile, en azından haklarındaki “hizipçilik” suçlamasının Merkez Haysiyet Divanı’nda reddedilerek kendilerine en hafif cezanın verilmesi karşısında sonucu kabullenmiş ve Genel Yönetim Kurulu’ndaki çalışmalarını sürdürmeye başlamıştı. Ne var ki, MHD’nin kararından hoşnut olmayan Genel Başkan Mehmet Ali Aybar, Genel Yönetim Kurulu’nun ilk toplantısında konuyu yeniden gündeme getirip bu kez Çelenk çiftine “CIA ajanlığı” (!) gibi çok ağır ve çirkin bir suçlamada bulununca iş çığırından çıktı. Halit Çelenk, bu suçlama üzerine Aybar’ın yüzüne karşı şunları söylemek zorunda kaldı:

“Bizi CIA ajanlığı ile itham ediyorsunuz. Bu itham, bırakınız bir sosyalisti, herhangi bir vatandaş için bile bir hakarettir. Hele bir sosyalist için en ağır bir hakarettir. Bizi değil Türkiye’de, yeryüzünde CIA ajanlığı ile suçlayacak adamın biz alnını karışlarız. Bu sözleri size şiddetle ve nefretle ret ve iade ediyorum.” (2)

Kestirilebileceği gibi, bu sert ve tatsız diyalogdan sonra partide ipler iyice kopar ve Halit Çelenk, bir kez daha “kesin ihraç” istemiyle MHD’ye verilir. Bu seferki suçu, “Genel Yönetim Kurulu’nu, Genel Başkanı, Başkanlık Divanı’nı tahkir ve tezyif etmek”tir... Sonunda Genel Başkan’ın isteği yerine getirilir ve Halit Çelenk,  Eylül 1968’de TİP üyeliğinden çıkarılır. Ne var ki, birbirini izleyen “ihraç”lar, parti içinde ve dışında çok büyük tepkilere yol açınca, 28 Aralık 1968 günü Ankara’da toplanan 2. Olağanüstü Büyük Kongre’de bu kararlar geçersiz sayılarak sorun tatlıya bağlanır. Daha da önemlisi, Mehmet Ali Aybar’ın uzun yıllar sonra  Halit Çelenk’i Ankara’daki evinde ziyaret ederek, “O olayda biz hata ettik. Bunun üzüntüsünü hâlâ içimde taşıyorum” diyerek özür dilemesidir. (3)

12 EYLÜL’DE SAVUNMANIMIZDI

12 Eylül darbesinden sonra, ben ve eşim Dr. Özen Aşut, “TKP üyesi olmak” suçlamasıyla, Ankara’da “DAL” adlı işkence merkezinde bir buçuk ay süren sorgulamanın ardından tutuklanarak Mamak Askeri Ceza ve Tutukevi’ne gönderilmiştik. Eşimle benim savunmanlığımızı, “eski tüfek”lerden “Şadi Baba”nın (Şadi Alkılıç) damadı, kadim dostum Av. Veli Devecioğlu gönüllü olarak üstlenmişti. 1981’in güneşli bir yaz günüydü. Avukat görüşüne çağrıldım. Doğal olarak, Veli Bey’le görüşeceğimi düşünüyordum. Cezaevinin bahçesindeki tel örgülerin arkasında, gülümseyen yüzüyle Halit ağabeyi görünce çok şaşırmıştım. Benim için gerçekten sürpriz olmuştu. Veli Devecioğlu’nun yanı sıra, Halit ağabey de savunmanlığımızı üstlenmişti. Süngülü nöbetçilerin arasında o gün güçlükle yaptığımız görüşmeyi unutmadım. Gelişi bana cesaret vermişti. Halit ağabey gibi bir hukuk çınarının TKP davasında savunmanlığımızı üstlenmesi bizim için onurdu.

Savunma stratejisi konusunda Halit ağabeyle tam bir uyum içinde olduk. Ona sonsuz güvenimiz vardı. Halit ağabey, müvekkillerinin kişiliklerine ve düşüncelerine son derece saygılı bir savunmandı. Bu ilk görüşmemizde, avukatların bizi kurtarmak için kendilerini zorlamamalarını, her türlü sonuca hazır olduğumuzu, yargılandığımız davanın bir “düşünce davası” olduğunu bilerek davranacağımızı ve demokratik haklarımızı askeri mahkeme önünde de ödünsüz savunacağımızı söyledim. Halit ağabeyin, bu sözlerimden duygulandığını, gözlerinin buğulanmasından anladım...

Halit Çelenk, Sıkıyönetim’deki savunmalarında sık sık, hukuk otoritelerinin görüşlerine de başvururdu. Özellikle “Prof. Kunter” adı, o günlerden belleğimde yer etmiştir. O sıralar kim olduğunu bilmiyordum, sonradan öğrendim: 1930’larda İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin seçkin öğretim üyelerinden biri ve de Halit ağabeyin hocasıymış. Dahası, Türkiye'de ceza yargılama hukukunun temel taşlarından biriymiş Prof. Dr. Nurullah Kunter... Cezaevi, insana neler öğretiyor!

Halit ağabey duruşmada, “Kunter der ki...” diye söze başlayınca akan sular dururdu! Bu konuşmaların adeta tiryakisi olmuştum. Duruşma günlerini, biraz da bu yüzden iple çekerdim. Onun her bir savunması, başlı başına bir “hukuk dersi” niteliği taşırdı. Duruşmalara çok iyi hazırlanır, genel konularda bütün avukatların sözcüsü olarak konuşurdu. Halit ağabeyin, güdümlü yargıçlar önünde, derin hukuk ve insanlık bilgisini harmanlayarak yaptığı coşkulu konuşmalar bizi de yüreklendirir, o karanlık ortamda içimizi aydınlatırdı. Zaman zaman, ünlü ceza hukukçusu Prof. Dr. Faruk Erem’den aktardığı hümanist hukuk yorumları, yalnız bizi değil, mahkeme heyetini de derinden etkilerdi. Halit ağabey konuşurken, en sert, en katı mahkeme başkanları, duruşma yargıçları ve askeri savcılar da soluklarını keserek, kendisini saygılı bir biçimde dinlerlerdi.

'TUTUKLULARI İSYANA TEŞVİK' SUÇLAMASI

Halit ağabeyin başından, yarım yüzyılı aşkın meslek yaşamı boyunca pek çok ilginç olay geçmiştir. Güç dönemlerin “kara gün dostu” olarak aydınların, devrimcilerin, yurtseverlerin yardımına koşarken, kendisi de sayısız güçlük ve sıkıntı yaşamıştır. Bunlardan biri de benim Mamak’ta tutuklu bulunduğum dönemde gerçekleşmiştir...

Halit ağabey, Ağustos 1982’de, TKP davasından yargılanan bir kadın  müvekkiliyle (şimdilerin tanınmış avukatı Fethiye Çetin) görüşmek için Mamak Askeri Ceza ve Tutukevi’ne gider. Görüşme sırasında tutuklu arkadaşımız, kendisine cezaevinde uygulanan işkence ve kötü muameleyi anlatırken, konuşmayı dinleyen iki astsubay, duruma müdahale eder. Halit Çelenk buna tepki gösterir ve müvekkiliyle yaptığı görüşmeyi dinlemenin suç olduğunu söyler. Ancak astsubaylar aldırmaz ve “Emir böyle” diyerek müdahaleyi sürdürürler.

Halit ağabey bunun üzerine durumu bir tutanakla saptar, tutanağı orada bulunan meslektaşlarına da imzalatıp Askeri Savcılığa şikâyette bulunur. Daha sonra ifade vermek üzere Savcılığa çağrılan Halit Çelenk, ifadesinin “sanık ve davacı” diye alındığını görünce itiraz eder ve, “Sayın Savcı, ben müvekkilim adına şikâyet dilekçesi vermiştim. Şimdi nerden çıktı bu sanıklık?” diye sorar. Askeri Savcı da kendisine, “Cezaevi görevlilerine hakaret ve tutukluları isyana teşvik” suçlamasıyla hakkında soruşturma açıldığını söyler. Halit ağabey böylece öğrenir ki, cezaevi yönetimiyle ilgili şikâyetinden sonra, Mamak Cezaevi Müdürü hemen bir yalancı tanık ayarlayarak kendisi hakkında suç duyurusunda bulunmuştur!

Biz içerdeyken, Halit ağabey, bu suçlama nedeniyle Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılandı. Mahkeme, salt işkenceci cezaevi yöneticilerini aklamak için, karşılıklı açılmış bu iki davayı da “beraat”le sonuçlandırarak, sözüm ona “adalette denge” sağlamış oldu.

BÜTÜN IRMAKLARI DÜNYANIN...

Halit ağabey, hukuk savaşımına, insan haklarına, demokrasiye, sosyalizme adadığı yaşamını, ilkelerinden ve inançlarından ödün vermeden bugünlere taşıdı. Son yıllarda sağlığı iyice bozulmuştu. Gözlerinin ışığı azalmış, bedeni artık onu taşıyamaz duruma gelmişti. Ama Halit ağabeyin yüreğindeki devrim ateşinin harı hiç eksilmedi! Döneklere inat, son nefesine değin hep Marx’a, bilimsel sosyalizme inancını haykırdı! Her zaman tarihsel materyalizmi, diyalektiği savundu. İnsanlığın eşitlik-özgürlük ütopyasına umudunu yitirmedi. Dünyanın bütün ırmaklarının “Deniz”lere aktığını söyledi. Tıpkı, Hasan Hüseyin’in kendisine adadığı “Kızılırmak” şiirinde dediği gibi:

“... ve der ki kitabın ortayerinde

                  bütün ırmakları dünyanın

                                  kızılırmaktan geçer...”

Sevgili Halit ağabey, seninle bir yaşam boyu yoldaşlık etmek ne güzeldi!

Hep Deniz’lerle yaşadın, şimdi onlarlasın!

Artık bir çınarımız var Karşıyaka’da / Yanı başında üç fidanımızın…

 

(1)       Hukuksuz Demokrasi, Çağdaş Yay, İstanbul, 1985, s. 5-6.

(2)       Halit Çelenk, Türkiye İşçi Partisi’nde İç Demokrasi-Yaşadıklarım, Evrensel Basım Yayın,  Şubat 2003, İstanbul, s. 198.

(3)       A.g.y., s. 245.