Önceki yıllarda Adonis, Mahmud Derviş, Nizar Kabbani, Ayşe Basri gibi pek çok ismi içimize işleyen Fındıkçı’nın Çağdaş Arap Şiiri Antolojisi’nin genişletilmiş yeni baskısı geçen günlerde okurlara sunuldu

Dünya daraldıkça  şiir aynılaştı

Hakan Unutmaz

Bugüne kadar Ortadoğu’nun çeşitli ülkelerindeki şairlerden yaptığı şiir çevirileriyle edebiyatımızda karşılığı zor bulunacak bir hizmet ortaya koyan şair, çevirmen Metin Fındıkçı’nın her şiir sevenin kitaplığında bulunması gerektiğine inandığım “Çağdaş Arap Şiirleri Antolojisi” kitabını büyük bir keyifle okuyup incelemeye çalıştım. Önceki yıllarda Adonis, Mahmud Derviş, Nizar Kabbani, Nazik El Melaike, Ğade Samman, Hannan Avvad, Ayşe Basri gibi pek çok ismi içimize işleyen Fındıkçı’nın Çağdaş Arap Şiiri Antolojisi’nin genişletilmiş yeni baskısı geçtiğimiz günlerde Kaos Çocuk Parkı Yayınları tarafından okura sunuldu. Fındıkçı’nın büyük bir titizlikle oluşturduğunu kolaylıkla gözlemleyebildiğimiz 522 sayfalık bu dev eserle ve Arap şiiri, Arap edebiyatı, şiir çevirisi, antoloji oluşturma gibi konularla ilgili merak ettiklerimi kendisine sordum.

HakanUnutmaz: Çağdaş Arap Şiiri Antolojisi’ne baktığımızda çoğu isme maalesef ki yabancı olduğumuzu fark ediyoruz. Fransız, İngiliz, Amerikan edebiyatından onlarca şairi bir çırpıda sayabilmemize rağmen yakın kültürlü coğrafyada var olmaya çalışan Arap şiirinin ötekileştirildiğini söyleyebilir miyiz? Adonis, Mahmud Derviş, Muhammed Bennis, Nizar Kabbani ve birkaç isim dışında bu denli geniş bir alana sahip şiir dilinin günümüzde tam olarak evrenselleşememesinin nedenleri ne olabilir?

Metin Fındıkçı: Arap şiirine evrenselleşmemiş desek sanırım haksızlık olur. Arap şiiri, bütün baskılara ve sığ yönetimlere karşın hatırı sayılır, dünyada tanınmış ve dünya şiirinde yer edinmiş şairler çıkarmıştır. Bu şairleri dünya şiirinden kopuk düşünemeyiz. Dünya şiirinde yer edinmiş şairlerin Batıdan (Avrupa) yararlanması, esinlemesi son derece normaldir. Orada koca bir Rönesans yaşanmış ve bitmiş. O yaşlı kıtada şiir ve sanat adına onlarca gelenek ve akımlar yaşandı. O topraklarda yaşanan savaşlar bile, Arap coğrafyasında yaşanan savaşlardan farklıdır. Türkiye’nin kültürel ve sanat yüzü Batıya dönüktür. Arap sanatçı, şair ve aydın insanları ürettikleri eserlerinde Batıdan yararlanmadıkları ve yüzleri Batıya dönük olmadıkları sanılıyor. Bugün Arap şiirinde 19.yy dan beri çıkan her yeni akımda Batıdan yararlanıldığını ve Arap şiir geleneğiyle harmanlandığını görmekteyiz. Bu Nizar Kabbani’de de (Haziran akımı) böyledir, Nazik el Melaike’de de (Apollo akımı) böyledir, Adonis’te de (Fransız şiirinden esinlenip, Arap şiir geleneğiyle harmanladığı ve yayımladığı manifesto) böyledir. Bütün bunları göz önünde aldığımızda Cahiliye döneminden beri İslamiyet’ten sonra da lanetlenen şairleri göz önüne aldığımızda Arap şiiri var olmaya çalışmıyor, zaten var ve ötekileştirilmiyor. Arap şiirinin handikabı, Adonis başta olmak üzere birçok aydının sürekli yakındığı nokta: Yazım harfleriyle din harfleri aynı oluşundandır.

Doğrudur, Araplardan hep dini ve dini eserler ithal edip çevirip dilimize kazandırmışız. Osmanlı dönemi dahil, Arap şiiri tam anlamıyla dilimizde yankısını göremedik; Arap şiiri dilimize çok ama çok geç girmiştir. 85 lere kadar tek tük (Fransızca ve İngilizceden) çevrilen şiirleri saymasak; Arap şiirini Türkçeye, günahıyla sevabıyla, tam anlamıyla dini eserlerden soyutulmuş (kitaplaştırarak) ben tanıttım.

H.K: Antolojide dikkat çeken noktalardan biriyse şairlerin ülkelerine göre kümelendirilmesiydi. Peki, başka bir ülkede doğup büyüyerek ana dilinde şiirlerini sunan Arap şairler var mıdır? Türkiye’de böyle bir isme rastladığımı sanmıyorum. Varsa, her alanda olduğu gibi edebiyatta da yersizlik/yurtsuzluk çeken Arap şairlerin varoluş çabaları nasıl değerlendirilebilir?

M.F: Başkaülkededünyaya gelmiş ve Arapça yazan bir şair tanımıyorum. Ama genç yaşlarda Arap coğrafyasından göç eden/ettirilen ve Arapça yazan birçok şair tanıyorum. Her ülkede olduğu gibi baskı ve zulüm sonucunda topraklarını bırakmış, sürgün edilmiş şairlerin, özlemi öfkesi ve şiiri de başka oluyor. Muzaffer Nevap, Sadi Yusuf ve sürgün babında babaları sayılan el Mütenebbi gibi.

H.K: İki dilli çeviri yerine şiirlerin Arapça’dan doğrudan çevrildiğini görüyoruz. Örneğin, önce İngilizce’ye çevrilip oradan da Türkçeleştirilen eserlere karşın o coğrafyayı iyi tanıyan, kültürünü ilikleştiren kişilerin çevirilerini daha samimi buluyorum. Aynı dili konuşan birden fazla ülke şairinden yapılan çevirilerde ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Yöre şivelerinin, ağızlarının çeviride önünüze engel olarak geldiği durumlar oldu mu? Bahreyn’de yazılan Arapça ile Suudi Arabistan’da yazılan Arapça arasında ne gibi farklılıklar var?

M.F: Çeviri belalı bir iştir. İki yönlüdür, bir iyi bir kötü tarafı bulunmaktadır. Şiir yazıyorsanız, şiire harcayacağınız zamanı çeviriyle bölmek zorundasınız. Aynı zamanda, çeviri şiirinizin ufkunu genişletiyor. Çevirinin günahı çoktur, aynı zamanda sevabı da. Şiiri birinci dilden çevirmek şart olmamakla birlikte; gerekli olduğunu ve ilk tercih bu olmasının gerektiğine inanıyorum. Zaten şiir çok zordur, tam anlamıyla çevrilmez, mutlaka bir tarafı eksik kalır. Şiiri ikinci dilde çevrildiğinde bu eksiklik daha da belirgin hale gelmektedir. Bir gün, çevirdiğim bir şiir içinde, şair şiirinde yerel iki sözcük kullanmıştı, Türkçe karşılığında olması gerektiğine inandığım iki sözcükle çevirmiştim. Bir okurum, bu şiiri okumuş ve bana bir e-posta gönderdi. “Arapça bilen bir arkadaşım söyledi: Şiirdeki iki sözcük böyle değil de öyle olması gerektiğini…” Arap arkadaşın Türkçe biliyor mu? Yanıt, hayır. Sen Arapça biliyor musun? Yanıt, hayır… Korkunç bir suçlama şekli. Suudi Arabistan’da konuşulan mahalli Arapça ile Fas’ta konuşulan mahalli Arapça büyük ölçüde birbirini tutmuyor, bu yüzden birbirleriyle anlaşmaları zordur. Araplar yazım ve eğitim dili olarak ortak kullandıkları dil akademik Arapçadır. Her ülkede olduğu gibi, bazı Arap şairler de yöresel imgeler kullanabilir, kullanmaktadır. Bunu da çözümü çevirmenin Arap dilini ve kültürünü iyi bilmesinden geçer. Yani her iki dile hâkim olması gerek. Özellikle bu yerel dili, Arap yazarlar öyküde ve romanda daha fazla kullanılmaktadır.

H.K: Ülkemizdeki çoğu şaire baktığımızda şairin yaşadığı evrenle yarattığı evren arasında derin farklılıklar olduğunu hissedebiliyoruz. Batılı gibi yaşayıp Doğu tarzı şiir yazan ya da Doğu’nun toprağında yetişirken Batı yağmuruyla yıkanmak isteyen şairlerle sıklıkla karşılaştığımız oluyor. Bunu taşrada veya metropolde barınıp ters ütopyasını yazanlar olarak da örneklendirebiliriz. Arap şiirinde de bu durumdan söz edilebilir mi? Arap şairler, şiirlerini yaşayarak mı yazmakta ya da kurgu karakter ve alanlarla mı şiirlerini oluşturmaktadırlar?

M.F: Cahiliye döneminden önce ve sonra (uzun bir süre) Arap şairler at veya deve üstünde yolculuk ederlerken, şiirlerini veya destanlarını söylüyorlardı. Bu şiirler süslü sözle söylenen ve neredeyse gerçekle birebir örtüşen şiirlerdir. Günümüzde dünyanın her hangi bir yerinde yaşayan şairlerde olduğu gibi Arap şairlerde de, globalleşen dünyada teknoloji ve iletişim sayesinde aldıkları sığ eğitim ve yaşadıkları dar alanlar kültürü yeterli gelmemeye başladı. Bu defa da kendi odasındaki aynaya bakarken, gördükleri şeyi değil de, dünyada başka yerlerde yaşayan şairler bakarak şiirlerini yazmaya başladılar. Dünya daraldıkça şiir aynılaşmaya başladı. İkinci bir etken de: baskıyı ve zulmü yaşayan toplumlar, Emperyalizmin yok ettiği ırmaklar ve kapitalizmin talan ettiği yerli kültürler artık pek karşılık bulmuyor. Mahmut Derviş’ten sonra bu coğrafyada yaşanan şiddet ve acıları sanki şairler yazmamaya gerek görmemeye başladı, çünkü insanlar bu acıya ve şiddete kayıtsızlaştı veya alıştı. Yazılan şiddetin ve acının şiiri bugünkü Arap gençleri ne yazık ki kayıtsız kalıyor. Ülkemizde de aynı şey geçerli değil mi? Toplum hangi mecrada akıyorsa, şiir de o mecrada akıyor mu demeli? Yoksa, duygular mı lümpenleşti?

H.K: Antolojideki şiirlerde tarihten beslenme, tarihi kişiliklerden yararlanmayı sepken de olsa görebiliyoruz. Batı’da da Yunan ve Viking mitolojisinden bolca bahsedilen şiirleri okuduk, okuyoruz. Bu şiirlerde tarihe karşı acımasız eleştiriler seçilebiliyor. Bu konuda Arap şiiri batı kadar cüretkâr olabiliyor mu? Muhalif şairlere insanlık dışı yaptırımlar uygulanıyorken; Eşref Fayad, Nasır Ali Sait gibi kaleminden vazgeçmeyip katledilen şair örnekleri varken bundan etkilenerek şairlerin düşlerini daha kapalı imgelerle aktardığından söz edebilir miyiz?

M.F: Kuşkusuz olabiliyor. Ama Araplarda daha ivedi bir şekilde şair ya hapsi boyluyor ya da ülkeyi terk etmek zorunda kalıyor. Sizin de sorunuzda örneğini verdiğiniz gibi, Eşref Fayad çok güçlü bir kalemi olan, çok yetenekli bir genç; peki ne yaptı da hakkında idam kararı verildi: Belki de dünya kamuoyu onun için sesini yükseltmeseydi idam edilecekti. Onun yazdıkları Batıda yazılmış olsa “dine hakaret diye” kimse dönüp bakmazdı bile. Belli ki, batıyla-doğu arasında insan hak ve özgürlükleri olsun, bireysel özgürlükler olsun ve de demokrasi pergelinde dağlar kadar farklar vardır. Arap dünyasını yönetenler, özgürlük, demokrasi ve bireysel haklar konusunda fena halde cimriler. Bunu dine bağlamak mümkün mü? Sanırım muhafazakârlık ve bağnazlık konusunda mümkün.

H.K: Peki, kadın şairler… Nazik El Melaike, Ayşe Basri, Zabi Hamis, Emel Musa ve diğerleri… Arap şiirinde kadın şairlere nasıl bakılmaktadır? Egemen erkin, kadın sanatçıların önüne koyduğu engeller nelerdir?

M.F: Arap edebiyatında ve şiirinde gerçekten de güçlü kalemler vardır. Baskıdan ve baskının getirdiği eziklik işledikleri konuları sanırım biraz (isteğe dayalı) dizginlemeleri, Arap kadın şairler tam anlamda yeteneklerini ortaya koyamıyorlar. Şuara süresinde, bazı şairleri lanetliyor. Arap dünyasında da bazı kadın şairler özgür davrandıkları içindir lanetlenmiştir. Bir nebze özgür davranabilen ülkelerin arasında, Fransızların etkisinde kalmanın nimetinden faydalanarak, Fas, Cezayir, Lübnan, İngilizlerin etkisinde kalan Suriye, Ürdün ve Mısır’ı sayabiliriz.

Egemen erkin kadına yönelik koyduğu yasakları burada saymakla bitiremeyiz. Buna rağmen Arap kadınlarının cesaretine gerçekten hayran olmak gerek. Ama istediklerini bu topluma kabul ettirebilecekler mi? Sanırım, bu konuda çok karamsarım…

H.K: Son olarak, çağdaş antolojilerin edebiyata verdiği katkıyı nereye koyabiliriz? Antoloji hazırlanırken “çağdaş” kelimesinin sınırları nasıl çizilir? Bu tip antolojilerde şairin hayatta olup olmaması, doğum tarihinin güne yakınlığı/uzaklığı, şiir anlayışı gibi etmenler değerlendirmeye alınıyor mu?

M.F: Antolojilerher şeyden önce o ülkenin veya ülkelerin şiirini bir arada görmek değerlendirmek için büyük bir kolaylık sağlayan bir yoldur. Şairin hayatta olup olmamasında daha ziyade, antolojiyi hazırlayana amacına, görüş açısına hitap edip etmemesidir önemli olan. Ben bu antolojiyi hazırlarken, taban tabana zıt şairleri bir araya getirmek istemedim. Benim şiir anlayışıma yakın (toplumcu) şairleri seçmeyi özellikle dikkat ettim. Bir iki ülkenin bir iki şairi hariç…