Dünya’nın en büyük genel grevi

VIJAY PRASHAD / @vijayprashad
Ortadoğu uzmanı

Sendika liderleri Hindistan’da 2 Eylül’de iş bırakan işçilerin kesin sayısını vermiyor. Fakat Hindistan yeni ekonomi politikasını yürürlüğe koyduğu 1991’den beri yapılan bu 17’nci grevin tarihteki en büyük grev olduğunu söylüyorlar. Grevlerden pek hoşlanmayan anaakım medya, sayının yaklaşık 150 milyonu geçtiğini belirtiyor. Bir grup gazete 180 milyon işçinin iş bıraktığını yazıyor. Durum eğer böyleyse, bu, tarihin en büyük genel grevi.

Hâl böyleyken, bu olay medyanın pek fazla dikkatini çekmiyor. Çok az manşet, daha da az sayıda eylem fotoğrafı var… Bazı gazetecilerin kişisel hassasiyeti nadiren medya patronlarının ve onların yaratmak istediği kültürün alaycılık duvarını aşabiliyor. Onlar için işçilerin mücadelesi gündelik hayatta medyada gelen rahatsızlıklardan ibaret. Anaakım medya için bir grevi, işçilerden ayrı yaşıyormuş gibi görünen yurttaşlara yönelik bir rahatsızlık ve dert olarak yansıtmak çok daha iyi. Grevin medyada nasıl ele alınacağını belirleyen, nedeni değil orta sınıfın greve yönelik öfkesi. Greve ilkel, eski zamandan kalma muamelesi yapılıyor. İşçilerin öfkelerini ve umutlarını seslendirmeleri gerekli görülmüyor.

Birkaç yıl kadar önce, önde gelen bir danışmanlık firması Hindistan’da 680 milyon kişinin yoksunluk içinde yaşadığını bildirdi. Bu insanlar, yani Hindistan nüfusunun yarısı; gıda, enerji, barınma, içme suyu, hijyen, sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik gibi temel gereksinimlerden yoksun. İşçi ve köylülerin çoğu bu grubun içinde yer alıyor. İşçilerin yüzde 90’ı, iş güvenliği en aza inmiş, sendikalaşma hakkının verilmediği enformel sektörde çalışıyor. 2002’de Ulusal Emek Komisyonu tüm Hintlilerin gelecekteki iş kaynağının enformel sektör olacağını söyledi. İşçilerin umudu Hindistan’ın yönetim planının bir parçası değil.

Başbakan Narendra Modi, bu işçilere kulak asmadı. Amacı Hindistan’ın büyüme oranını artırmak, daha önce de deneyimlendiği üzere, bu hedef ancak işçilerin haklarına ve yoksulların geçimlerine karşı kıyıcı bir yaklaşımla başarılabilir. Devlet bonolarının satılması, özel sektörün büyük kâr elde ettiği anlaşmaların imzalanması ve Hindistan ekonomisinin kapılarını doğrudan yabancı sermayeye (FDI) açmak büyüme oranını artırır. Ancak bu stratejilerin hiçbiri Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) da belirttiği üzere, sosyal eşitliğin önünü açmaz. Bu büyüme eğrisi daha büyük bir eşitsizliğe, daha fazla yoksunluğa ve işçilerin gücünün azalmasına neden olur.

Hindistan işgücünün sadece yüzde 4’ü sendikalı. Eğer bu sendikalar yalnızca zaten az sayıda olan hakları için savaşsalardı güçleri daha da erirdi. Sendikalar, Hindistan ekonomisinin liberalleştiği 1991’den beri çok güç kaybetti. Ancak enformel sektörde çalışan işçi ve köylülerin durumlarını sahiplendiler. Sınıf mücadelesi sendikaların ya da işçilerin icadı değil; kapitalist sistemde hayatın bir gerçeği. İşçilerin emeklerini satın alan kapitalist, bu emeği olabildiğince üretken ve etkin kılmaya çalışır. Kapitalist; bu üretkenlik içinden sadece kazanımları elinde tutar, işçiyi bir sonraki güne hazırlanması için kenar mahallesine bırakır. Daha üretken olma ve bu üretkenliğin kazanımlarını kapitaliste bağışlama baskısı sınıf savaşının özüdür. İşçi üründen daha adil bir pay istediğinde, kapitalist onu dinlemez. 19’uncu yüzyıl icadı olan grev, işçilere bilinçli şekilde bir sınıf mücadelesine girebilmek için bir ses veriyor.

Hindistan’ın ilk grevi 1862’de Howrah Tren İstasyonu işçileri tarafından sekiz saat mesai talebiyle yapıldı. Bugün her bir yerel sendika, farklı dert ve öfkelere sahip. Fakat bu milyonlarca işçiyi birleştiren esas meseleler işyeri demokrasisi, sosyal refahtan daha büyük pay ve daha az zehirli bir sosyal alan talebi etrafında dönüyor. İşçiler, sendikalarının aracılığıyla, kendilerini görmezden gelen hükümete taleplerini götürdüler. Son dakikada, grevin çetin geçeceği ortaya çıkınca, hükümet küçük imtiyazlar tanımaya girişti. Bu yeterli değildi. Bu sendikaların dediği gibi bir aşağılamaydı. Bütün bunların ardından, geçen yıl, 150 milyon işçi greve gitti ve hükümet işçi karşıtı politikalarından dönmedi. Aksine, Modi hükümeti işçilerin keyfi şekilde işten atılmalarını artıracak ‘emek piyasası reformuna’ bağlılığını derinleştirdi.

Grev, Hindistan işçilerinin sınıf savaşıyla hayatta kaldığını gösteriyor. ‘Hakikate’ teslim olmadılar. 1991’de hükümet ekonomiyi küresel sermayenin çalkantılı çıkarlarına açmaya karar verdiğinde işçiler isyan etti. 1992 Ağustosu’nda Bombay’daki tekstil işçileri, yeni yönetimin onları küçük düşürücü bir yoksulluğa sürükleyeceğini söyleyerek, iç çamaşırlarıyla sokaklara döküldüler. Sembolik hareketleri hakikatin ta kendisiydi.

Çeviri: Ömür Şahin Keyif