Dünyada bir heyula dolaşıyor: Kadın kurtuluşu heyulası!

Öykü AY

“Kadınlar olmadan bir devrim yapabileceğinizi mi sanıyorsunuz? Seksen yıl önce (1789) bunu denediler ama biz bir daha izin vermeyeceğiz” (André Léo)

“Sosyalizm, kadın kurtuluşunun asgari programıdır. … Yoksulluğun, işsizliğin, eğitimsizliğin, olanaksızlığın, yasal olarak bile eşitsizliğin daha fazla kadınların payına düştüğü bir dünyada, kadının kurtuluşundan bahsedilemez” (Ebru Pektaş)

Ebru Pektaş, ‘Kadın Kurtuluş Hareketi’nde, kadın kurtuluşunun temelini araştırıyor. Ütopyalardan burjuva devrimlerine, Paris Komünü’nden reel sosyalizm deneyimlerine ve günümüz kadın hareketine uzanan bir kronolojiyle bu kurtuluş hareketinin yollarını tartışırken sosyalizmin “kadının devrime hükmetmesi”nin ön koşulu olduğunu vurguluyor. Ebru Pektaş’ın kitabında özenle seçtiği alt başlıklar hem anlatılan tarihsel sürece hem de günümüz mücadelesine dair önemli noktaların altını çiziyor. Kitabın sözü çok net: Olympe de Gouges’un, “Kadın, uyan artık!” çağrısı, kadın mücadelesinin tarih sahnesindeki ilk yankısıdır ve bu çağrı hâlâ güncelliğini korumaktadır.

Ütopyalarda erkek egemenliği: Devleti ve dünyayı istiyoruz

Ebru Pektaş, kitabında, kadın kurtuluşunun ilk uğrağı olarak ütopyaları ele alır.

Kadınlar bugüne dek neleri düşlemiş, neleri arzulamıştır? Nelerden kaçmış ve saklanmıştır? Erkeklerin ütopyaları ile kadınların ütopyalarını karşılaştırdığımızda nasıl farklılıklar görürüz? Kadınların siyasetten dışlanması, devletten kovulması ile başlayan erkek egemen tarihin ütopyaları cinsiyetsiz değildir. Çünkü hepsi bir iktidar perspektifi ile bir “devlet tasarımı” üzerine kuruludur. Erkekler, dağları denizleri, kıtaları, devletleri aşıp dünyaya hükmederken, kadınlar kendilerine ait bir oda düşlemiş, keşfedilmemiş gezegenlere, adı konulmamış ülkelere kaçmayı, sığınmayı arzu etmiştir. Kadın yazınında bir distopya olarak tahayyül edilen “devlet” kavramı, erkek ütopyalarında başlı başına bir amaçtır. Kadınların “devletsizlik” düşleri akla Virginia Woolf’un şu sözlerini getirir: “Bir kadın olarak, ülkem yok. Bir kadın olarak, bir ülkem olsun istemiyorum. Bir kadın olarak, tüm dünya benim ülkem.”

Katı olan her şey nasıl buharlaştı?

Peki, tüm bu ütopyaların, iktidarı kadınsızlaştırma gayretinin ardından, modern kadın, kurtuluşunun yolunu nasıl açmıştır? Ebru Pektaş’a göre, modern kadın kurtuluşunun doğuşu, düşünsel bakımdan Aydınlanma’nın, maddi süreçler bakımından burjuva devrimlerinin içine yerleşmektedir. Başını Britanya ve Fransa’nın çektiği çifte devrim, dünyayı radikal bir şekilde dönüştürmüştür.

Örneği görülmemiş bir hızda, dünya çapında hükümdar olan “burjuvazi”, katı olan her şeyi buharlaştırmıştır. “Burjuva”, kendi suretinde bir dünya yaratmıştır. Bu surette, “emek sermaye çatışması içinde kan gövdeyi götürürken, binyılların erkek egemenliği dev cüssesini kıpırdatmaya, tuhaf homurtularla âlemdeki yerini hatırlatmaya hazır hale gelmiştir.” Ataerkinin buharlaşmaya hiç niyeti yoktur. Fakat 19. yüzyıl “hayaletler ve manifestolar çağı” olarak yükselmiştir. Ve dünyada bir heyula dolaşmaktadır: Kadın kurtuluşu heyulası!

Asi kadınlar

Ebru Pektaş’ın altını çizdiği gibi, “Dünya tarihi ‘sınıf mücadeleleri tarihi’ ise Paris Komünü dünyanın eksenini değiştiren bir milattır. Dünya tarihinin bin yıllara yayılan ‘özel mülkiyetli’ düzenine kondurulan ilk ölüm öpücüğüdür o.” Paris Komünü, kısa süreli varoluşuna rağmen, zenginlerin yüreklerini ağızlarına getirmeye yetmişti.

Paris Komünü’nün kaderini belirleyen büyük direniş, bir mart sabahı başlamıştı. Ve Komünün Kadınları o sabah kahvaltı hazırlamak yerine, devrim yaptılar.

Burjuva devrimlerinden Olympe de Gouges’un ilk kadın hakları bildirgesine, oy hakkı hareketinden Süfrajet’e, Paris Komünü’nden reel sosyalizm deneyimine kadar uzanan bir tarihsel süreçte, Pektaş, kadın kurtuluşunun ve mücadelesinin, sosyalizm ön koşuluyla ve ancak ve ancak bir iktidar perspektifi ile gerçekleşeceğini belirtmektedir.

Kadınların devrime hükmetmesi

Ebru Pektaş, “kadın kurtuluş hareketi”nin tarihsel sürecini aktarırken, iktidar sorununu mücadelenin en hayati konusu olarak ele alıyor: “Devlet” erkek egemenliğinin kendini yeniden ürettiği bir temel aygıttır ve “Tüm erkek egemenliğinin tarihi kadınların devletten kovulmasının tarihidir.” Pektaş’ın aktardığına göre kadın kurtuluş hareketinde, kadının devletle olan ilişkisi üç şekilde kendini gösteriyor: liberal, radikal ve sosyalist feminizm. Bu üç feminizmin devlete ve iktidara bakışı kimi noktalarda ayrışmaktadır.

Liberal feminizmde devlet nötr bir durumdayken radikal feminizmde eril bir kurumdur. Erkek egemenliğinin aracıdır. Sosyalist feminizmde ise devlet yapısal olarak olmasa da tarihsel olarak erkek egemendir. Sosyalist feminizm yaklaşımı iktidarı reddetmez, iktidarı ele geçirmeyi hedefler. Sistematik, örgütlü, güçlü ve devletli bir erkek egemenliğe karşı, devletin ele geçirildiği bir devrimi savunur. Pektaş, ‘Kadın Kurtuluş Hareketi’nde, sosyalizm ön koşulunun, kadın mücadelesine içerilmesi gereken bir iktidar perspektifi ile düşünülmesi gerektiğini öne sürmektedir.

Pektaş’ın vurguladığı gibi, siyasi iktidarı ele geçirmek gereklidir. Siyasi iktidara hükmetmek, onun güç ve araçlarına el koymak gerekir. Nasıl ki işçilerin iktidarda olmadığı bir sosyalizm tahayyül edilemezse, kadınların iktidarda olmadığı bir sosyalizm de kadın sorununu çözemeyecektir.