Düşmek rezil bir şey… Zalimin yanına düşmekse en rezil şey…

Düşmek rezil bir şey…

Zalimin yanına düşmekse en rezil şey…

Çünkü daha derine düşemezsiniz…

Zalim dediğin adam ahlakî açıdan en diptedir…

Kimin ne kadar ve nereye kadar düşebileceğini önceden kestirmek zor…

Yarın kim onurunu kaybedecek? Hangimiz modern sarayların çöplüklerinde eşineceğiz, hangi vaatlerle sınanacağız? Hangi laflarımızı yutacağız, unutacağız, hiç söylememiş gibi olacağız? Ruhumuzu hangi pazara çıkaracağız da üç beş kuruş nasipleneceğiz?

Önceden kestirmek zor…

Bunları yaşayarak öğreneceğiz…

Sıradan düşkünler, düşkün olduklarını bilirler…

Dileniyorlarsa sessizce dilenirler… Dilenciliğin felsefesini yapıp kendi seçimlerini, eylemlerini haklı çıkarmaya çalışmazlar…

Küçük insanlardır; küçük insanlar olduklarının farkındadırlar… Bu yüzden büyük sofralarda hiç konuşmazlar. Konuştuklarında da seslerini yükseltmezler. Bir kıyıya ilişip otururlar. Hele özgürlükçülüğün, eşitlikçiliğin ve hakkaniyetin sofrasında ağızlarını açmazlar…

Suskunluk, sıradan düşkünlerin sığınağıdır…

O sığınağın içindekilere lafımız olmaz.

Biz onlara düşkün demeyiz; ayıptır…

Sokakta gördüğümüzde selamlaşırız, hatırlarını sorarız, bir şeye ihtiyaçları olup olmadığını bilmek isteriz…

Ancak zalimin yanına düşenler, görmezden gelinmeyi hak ederler…

Onları selamlamak zorunda kalmak bile ağır bir yüktür. Yanımızdan geçip gittiklerinde rahatlarız…

Bir parça acımayı da hak ederler mi bilmiyorum ama onlar bize acırlar.

“Enayi,” derler…

Kim anlatıyordu hatırlamıyorum…

Demirtaş Ceyhun olabilir… Ali Nesin ya da Ahmet Nesin de olabilir…

Aziz Nesin, kurduğu vakfın paraya en çok ihtiyaç duyduğu bir dönemde, bir bankanın tanıtımında yer almayı reddeder…

Ben bu parayla şunu yapacağım, bunu yapacağım demez; doğrudan ve ilk nefeste reddeder…

Tüccar sanatçıların, cevval gazetecilerin kulağına küpe olur mu bilmem ama düşkün olmamak herhalde budur…

Kimilerine göre enayilik de budur…

Şimdinin azizlerine bakıyorum da, epeyce oynaklar…

İyi savunma yapamıyorlar. Rakip, ceza sahasına top indirdiğinde, zalim o topu istop ettiğinde çil yavrusu gibi dağılıyorlar. Kalelerinde gol görmekten zevk alıyorlar…

Futbol topu gibi yuvarlak, aşk şarkıları kadar yalanlar… Sıradan vodviller kadar içi boşlar… Gerçeği boş vermişler; gerçek yaşamda da tiyatro yapıyorlar…

Hem özgürlükçüler, hem eşitlikçiler, hem de zalimin sofrasına oturuyorlar… Banka sermayesiyle iş tutuyorlar, muktedirin eteğini öpmek için kuyruğa giriyorlar…

Bazen de aramızda görünüyorlar, fotoğrafların içinden kafalarını çıkarıyorlar; kafamızı karıştırıyorlar…

Halbuki düşkün dediğin adam düştüğü yerde durur…

Biz onun kim olduğunu biliriz… Hakkında konuşmayız.

Ayıptır…