Düşünce özgürlüğü mü, ifade özgürlüğü mü?

AV. ŞENAL SARIHAN

Yargı Reformu Stratejisi Birinci Paketi, iktidar tarafından önce MHP’ye ardından da TBMM’de grubu olan siyasi partilere gönderilmeye başlandı.15 yasada değişiklik yapan, 38 maddeden oluşan bu taslağın ‘reform’ özelliği taşıdığı iddiası ne denli doğrudur? Bu soruya yanıt verebilmek için her bir yasadaki değişiklik ya da ek maddeleri tek tek irdelemek gerekiyor. Bu yazıda, ‘Düşünceye Özgürlük’ başlığı ile tanıtılan 3713 Sayılı Terörle Mücadele Yasası’nın 7. Maddesinin 2. Fıkrasına eklenen cümlenin ne anlam ifade ettiğine değinmek istiyorum. Anılan maddeye göre; “Terör örgütünün cebir, şiddet ve tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Bu suçun, basın ve yayın yoluyla işlenmesi halinde verilecek ceza yarı oranında arttrılmaktadır. Ayrıca basın ve yayın organlarının suçun işlenmesine iştirak etmemiş olan yayın sorumluları hakkında da 1000 günden 5000 güne kadar adli para cezasına hüküm olunmaktadır.”

Yargı reformu paketinin bu fıkraya yapmış olduğu ek şöyledir: “Haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz”
Aynı maddenin B fıkrası ise : “Toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında gerçekleşmese dahi terör örgütünün üyesi ve destekçisi olduğunu belli edecek şekilde örgüte ait amblem, resim veya işaretlerin asılması ya da taşınması, slogan atılması, ses cihazlarıyla yayın yapılması, terör örgütüne ait amblem, resim veya işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformaların giyilmesi; terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, kimliklerini gizlemek amacıyla yüzünü tamamen veya kısmen kapatanlar da üç yıldan beş yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılmaktadırlar. Bu tür eylemlerin dernek , vakıf, siyasi parti, işçi ve meslek kuruluşlarına veya onların yan kuruluşlarına ait bina, lokal, büro veya eklentilerinde veya öğretim kurumlarında veya öğrenci yurtlarında veya bunların eklentilerinde işlenmesi halinde de anılan ceza iki katına hükmolunmaktadır” denilmektedir.

Önümüze konulan sözde reform paketine döndüğümüzde, söz konusu ekin yaramıza merhem olup olmayacağına bakalım; bugün ifade özgürlüğü yürürlükteki yasalar nedeni ile baskı altındadır. Basın emekçileri başta olmak üzere muhalif her türlü görüş sahipleri, terör eylemcisi olarak nitelenmekte ve ağır ceza yaptırımlarına muhatap olmaktadır. Bu durum, hem içerde hem dışarda insan hakları ve hukuk çevrelerince yoğun biçimde eleştirilmektedir. Pakette yapılan ekleme ise bu eleştirilere yanıt vermekten uzaktır. Öncelikle eklemede ‘haber ve eleştiri ile sınırlı düşünce açıklama’ kavramı kullanılmıştır. Oysa sorun düşünceyi açıklama ile ifade edilemeyecek niteliktedir. Kullanılması gereken doğru terim“ ifade özgürlüğüdür”. İfade özgürlüğü, bireyin, serbestçe düşünce ve bilgilere ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte dernek, toplantı, sendika ve benzeri; çeşitli yollardan, söz, basın, resim, sinema ve tiyatro vb yolu ile serbestçe açıklayabilmesi; başkalarına aktarabilmesi, yayabilmesi ve gerektiğinde savunabilmesi anlamına gelir. Bir başka deyişle düşüncelere ulaşabilme, ifade edilen düşüncelerden ötürü kınanmama; bunları özgürce yayabilme hakkıdır. Açıklanan ya da yayılan düşünce, bir şiddet eylemine çağrı ya da kışkırtma niteliğine bürünmedikçe anayasal bir haktır. Çoğulcu ve özgürlükçü demokrasilerde, kimi ayrıksı durumlar dışında, böylesi bir suç söz konusu değildir. ABD Yüksek Mahkemesi 1919’dan bu yana ifade edilen düşünce ya da eylemde ‘açık ve mevcut tehlike’ ölçütü uygulanmaktadır.
“Reform” olarak Yasa’ya eklenen ‘haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklaması’ nitelemesi, düşünce açıklamanın özgürleştirilmesini sağlayacak, iyileştirici ya da sorunu çözücü bir düzenleme olmaktan uzaktır.

İfade özgürlüğü, demokratik bir toplumun asli temelidir. Çoğunluğun istibdadını kınayan John Stuart Mill şöyle diyor: “Eğer tek bir kişi insanlığın geri kalanından farklı bir kanaate sahipse, nasıl o kişinin gücü olsa insanlığı susturma hakkı yoksa, insanlığın da o kişiyi susturma hakkı yoktur.”