Kadir İncesu Ahmet Çakır futbol konulu kitaplarıyla tanınıyor. Oysa 1982 yılında Akademi Kitabevi Ödülü’nü alan ‘Dostun Ölümü’ adlı öykü kitabı ve 1980 Yunus Nadi Ödülü’ne değer görülen ‘Dünyada ve Türkiye’de Sansür’ adlı bir çalışması da var. 2002’de ‘Spor basınında Türkçeyi en iyi kullanan yazar’ ödülüne değer görülen Ahmet Çakır ile Alternatif Yayıncılık etiketiyle yayımlanan; ağırlıklı […]

Edebiyat dünyayı güzelleştirme çabası

Kadir İncesu

Ahmet Çakır futbol konulu kitaplarıyla tanınıyor. Oysa 1982 yılında Akademi Kitabevi Ödülü’nü alan ‘Dostun Ölümü’ adlı öykü kitabı ve 1980 Yunus Nadi Ödülü’ne değer görülen ‘Dünyada ve Türkiye’de Sansür’ adlı bir çalışması da var.

2002’de ‘Spor basınında Türkçeyi en iyi kullanan yazar’ ödülüne değer görülen Ahmet Çakır ile Alternatif Yayıncılık etiketiyle yayımlanan; ağırlıklı olarak yazarın 1962-1972 yılları arasında Balat’taki yaşantısını anlatan ‘Bana Derler Balatlı’ adlı kitabı üzerine söyleştik. ‘Para harcamamak’ üzerine kurulu ve hayatın ‘… Nasihatle, akıl vermeyle filan değil yaşanarak öğrenileceğinin’ örneklerini de sıkça içeren bu ilginç kitapta, o yılların ülkemizdeki önemli gelişmeleri ve dünyayı etkileyen büyük olaylarla ilgili değiniler de bulunuyor.

>>’Dostun Ölümü’ adlı öykü ve “Dünyada ve Türkiye’de Sansür” adlı incelemenizle ödül almanıza karşın futbol üzerine bir dünya kurmuşsunuz kendinize. Öncelikle ödüllü günlerden ve yazma serüveninizden söz eder misiniz?
Aslında benimki bir ihanet öyküsü! İş o kadarla kalmamıştı, 1983 yılının ağustos ayında Gösteri Edebiyat dergisi yılın en çok umut veren beş öykü yazarından biri olarak göstermişti beni. Bu nedenle Doğan Hızlan ağabeyimizin bulunduğu ortamlarda gözüne görünmemeye çalışırım. Onun seçimini boşa çıkarmış oldum. Soruya dönersek, askerlikten sonra yüksekokul bitirdiğimi anlatmam gerekir. Hayatımda böylesi tersine bir süreç sözkonusu ve o nedenle kesintiler, dağınıklıklar olabiliyor. 1974’te, askerlik dönüşü TRT İstanbul Radyosu’nda çalışmaya başladım. Kısa zamanda Oktay Arayıcı, Ümit Kaftancıoğlu, Mahmut Alptekin ve A.Turan Oflazoğlu’na kadar edebiyat dünyasının içindeki insanlarla tanışma olanağı buldum. Bir yandan da TRT İstanbul Radyosu’nun muhteşem kitaplığı elimin altındaydı. Bütün bunlar besledi beni ve yazma serüveni başladı. Yayınlanan ilk yazılarım Cumhuriyet gazetesinin cumartesi günleri Ciddiyet sayfasında çıkan minik gülmece yazılarıydı. Muzaffer İzgü’den Dr. İhsan Ünlüer’e kadar kimler yazmazdı ki orada… Sonra sansürle ilgili çalışma girdi devreye.

>> Çok iyi bir başlangıç ve övgü dolu karşılamanın ardından öyküden kopuş zor olmadı mı?
Elbette ki öyle oldu ama tam bir kopuş söz konusu değildi aslında. Yazıdan asla kopmadım! Araya radyo oyunları girdi. Çünkü oradan az da olsa ek para kazanmak olanaklıydı. O sırada Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü de radyo oyunu olarak uyguladım. Efsane boğa güreşçisi Manuel Benitez (El Cordobes)’in hayatını anlatan Yasımı Tutacaksın adlı kitabı oyunlaştırdım. Cengiz Aytmatov’un Selvi Boylum Al Yazmalım’ından tutun da Jack London’un Yanan Gün’üne kadar bu alanda bir yığın iş çıkardım. Açıkçası, kendi içimde şöyle bir hesaplaşmadan da söz etmeliyim. Bugüne kadar yaptıklarımla böyle bir hakkım doğmuşsa spor tarihinde mi yer almayı daha çok önemserim yoksa edebiyat tarihinde mi? Bu sorunun yanıtı ikincisidir ve onun için de bu yaşımdan sonra daha epeyce çalışmam gerekecek. Şunu da ekleyeyim. Bir yandan edebiyattan kopmamak için hep çaba gösterdim. 2014 yılı başından bu yana Sportstv televizyon kanalında sürdürdüğüm Kitaplı Spor adlı program da bunun bir örneği.

>>Aslında ‘Bana Derler Balatlı’, öyküyü neden bırakmamanız gerektiğini çok net olarak gösteriyor.
Bunu bir iltifat olarak kabul edeyim. Açıkçası, edebiyattan kopmayı hiç düşünmedim ama yazar değil de okur olarak bağım çok daha güçlendi. Kimi zaman, ‘bu kadar güzel öyküler, romanlar, anlatılar, incelemeler yazılmış. Kimsenin senin yazacaklarına gereksinmesi yok’ diye düşündüğüm de oldu. Ancak daha önemlisi, edebiyatın gerektirdiği disiplin ve süreklilik için durumum pek uygun değildi ama aklım hep ondaydı. Çünkü spor yazarı olarak yaptıklarımın değil edebiyatla ilgili çalışmalarımın daha kalıcı olduğunu biliyorum.

>>Yazıp yazmama konusunda tereddütte kaldığınız olaylar oldu mu?
Elbette ama bu özel ya da ilginç bir durum değil. Yazma çabası içindeki herkesin başına gelmiş bir durumdur. Aslında bu kitap bir borç ödeme çalışması da sayılabilir. Çünkü özellikle Balatlı arkadaşlar semte karşı böyle bir kitap borçlu olduğum yolunda epeyce baskı yaptı. Açıkçası, belli bir noktadan sonra o yılları hatırlamaya çalışmak benim de hoşuma gitti. Hani, ‘nerede o eski bayramlar’ gibisinden nostaljik yaklaşımlar gündeme gelir, benimki o değil. O günlerin güzel yanlarının yanında yokluklar da yabana atılmayacak düzeydeydi.

>>Zaman zaman yazarların yapıtlarında, kendileriyle sıkı bir hesaplaşma içine girdiklerini düşünürüm. Sizde durum nedir?
Evet. Sanırım öyledir ama bu bir yapıtın herşeyi değildir, bir bölümüdür. Genel olarak dünyayı anlama ve buna dayalı birşeyleri anlatma çabası daha baskındır. Özünde yazı yazmayı eğlenceli bir iş olarak görürüm ya da öyle olmasını isterim. Edebiyat, özünde dünyayı güzelleştirme çabasıdır. Sadece acı çekmek yani kendisiyle hesaplaşmak için bu iş yapılmaz.

>>Yeni çalışmalar var mı?
Evet. Hatta bu konuda epeyce dertli olduğumu da söyleyebilirim. Hazır 7 kitabım var. Bunların 5’i sporla ilgili, 2’si edebiyatla. Bugüne kadar 14 kitabım çıktı ve bunların bazılarının yayınevleri ülke çapında tanınmış kuruluşlar. Ancak nereden kaynaklandığını anlamakta zorlandığım bir duvar var önümde. Yayınevleriyle görüşmeye gittiğimde, “Aman hocam, sizin kitabınızı yayınlamak bizim için onurdur. Hatta külliyat bile yaparız” gibisinden iltifatlar oluyor, sonrasında ses soluk çıkmıyor. İçlerinde iyi-kötü arkadaşım olanlar bile var. Tuhaf bir dönemden geçiyoruz.