TOLGA ARAS Edebi eserleri yalnızca edebiyatla açıklamaya, anlamaya ve anlamlandırmaya kalktığımızda pek çok noktayı eksik bırakabiliriz. Oysa edebiyat diğer sanat dallarıyla, felsefeyle, psikolojiyle, antropolojiyle ve elbette sosyolojiyle dirsek temasında, hatta aralarında sıkı ilişkiler var. 20. yüzyılla artan disiplinler arası yaklaşımlar, buradan hareketle üretilen fikirleri çoğalttı. 21. yüzyılda bu üretim enikonu fazlalaştı. Onlardan biri Zygmunt Bauman […]

Edebiyatın ve sosyolojinin ortak gücü sözcükler

TOLGA ARAS

Edebi eserleri yalnızca edebiyatla açıklamaya, anlamaya ve anlamlandırmaya kalktığımızda pek çok noktayı eksik bırakabiliriz. Oysa edebiyat diğer sanat dallarıyla, felsefeyle, psikolojiyle, antropolojiyle ve elbette sosyolojiyle dirsek temasında, hatta aralarında sıkı ilişkiler var. 20. yüzyılla artan disiplinler arası yaklaşımlar, buradan hareketle üretilen fikirleri çoğalttı. 21. yüzyılda bu üretim enikonu fazlalaştı. Onlardan biri Zygmunt Bauman ve Ricardo Mazzeao’nun edebiyat ile sosyoloji arasındaki ortaklıkları konuşup tartıştığı ‘Edebiyata Övgü’ isimli kitap.

Aynı topraklarda iki disiplin

Bauman ve Mazzeo’nun sohbetleri, sosyoloji ve edebiyatı hem ayrı iki alan hem de birbirini etkileyen iki disiplin olarak görmesine dayanıyor. Bir bakıma ikili, yorumlamanın yorumlamasına girişiyor. Bu noktada birleştirici unsur ise kültür; Bauman ve Mazzeo, tema ve konu bakımından sosyoloji ile edebiyatın hemen hemen aynı sularda yüzdüğünü, toplumu etkileme ve etkileri yorumlama bağlamında benzerlikleri bulunduğunu düşünürken “edebiyat ve sosyoloji, birbirini bütünleyen, tamamlayan şeyler olup birbirini zenginleştiriyor, bırakın çekişmeyi ve zıtlaşmayı, rekabet halinde dahi değillerdir, bilerek veya bilmeyerek kasıtlı bir şekilde veya kazara aynı gayenin peşindedirler, hatta ‘aynı işten oldukları’ bile söylenebilir” şeklindeki görüşü paylaşıyor. Edebiyatın ve sosyolojinin birbirini beslemekle kalmadığını, karşılıklı olarak ‘gaflarını düzelttiğini’ de belirtiyorlar.

Romanların ve sosyolojik çalışmaların çoğunlukla aynı meraktan doğduğunu, gidişatta farklılıklar olsa da aynı toprakları, ‘var olma deneyimini’ keşfettiğini söylüyor Bauman ve Mazzeo: “Roman yazarları ve sosyolojik metinleri yazanlar, bu dünyayı farklı bakış açılarıyla keşfedebilir, farklı ‘veri’ ve türlerinin peşinden koşup bunları üretebilir. Fakat yine de ortaya koydukları şeyler, kesinlikle ortak bir kökenin damgasını taşır. Birbirlerini besler ve yönelimlerinde, keşiflerinde, verdikleri mesajların içeriğinde birbirine dayanırlar. Sadece yan yana durur, birbirinin bulgularına kulak verir ve sürekli diyalog halindeyken hakikati, tüm hakikati ve beşeri koşulların hakikatini ifşa ederler. Ancak birlikte birey ve toplumun yanı sıra biyografi ve tarihin karmaşık düğümlerini çözme ve açığa çıkarma gibi zorlu bir işin üstesinden gelebilirler. Çözdükleri şey, her gün onun tarafından biçimlenirken bizi biçimlendiren o bütünselliktir.”

Metaforların sosyolojik yorumları

Edebiyat ve sosyolojiyi ‘iki kardeş’ olarak niteleyen Bauman ve Mazzeo, sözcüklerin maruz kaldığı ve ortadan kaldırdığı baskıya dikkat çekiyor. Bauman’a göre söylemlerin içine doğup onlarla yaşayan insan, sözcüklerle duvarlar örer ve onları yine sözcüklerle yıkar. Dolayısıyla edebiyat ve sosyoloji yorumları, gücünü sözcüklerden alır, böylece iki alan arasında tarihsel bir bağ kurulur.

Kişi, iki kardeşten edebiyatla kurtuluşu ararken diğer kardeş devreye girip bunun olanaklarını ve nasıl gerçekleşebileceğini ya da gerçekleştiğini ortaya koyduğunda, kardeşler birbirini tamamlayıcı bir rol üstlenir.

Sosyolog Bauman ve edebiyat uzmanı Mazzeo, her iki alanın soru ve sorunlarını ele alıp sondaja giriştikçe yorumlama ve eleştiri paydasında buluşurken her iki alanın kalburüstü isimlerinin eserleri ve çalışmalarıyla beraber süregelen tartışmalar da sohbete dahil oluyor.

Mazzeo’nun dile getirdiği edebiyattaki metaforları yorumlayan Bauman yaşama, yaşamı tüketen tutkulara, akışkan modernliğe, görünüşle hakikatin bilek güreşine, moda olanın baskınlığına, narsisizme, içsel boşluğa, aileye, başkasına duyulan ihtiyaca ve bunun inkârına dair çözümlemeler yapıyor. Bunlara, ‘hiçbir şey olmayanların her şey olma arzusunu’ edebiyatla ve sosyolojiyle yorumlamayı da ekliyor.

Bauman sosyoloji, Mazzeo edebiyat penceresinden bakarak yorumladığı metinlerle insanın karşılaştığı sorunları, mutluluk ve kaygılarını, satır aralarında ya da açıktan dile getiriyor, bunları kurmacanın ve karakterlerin heybesine koyuyor.

İkilinin yaptığı, kendi sınırlarının dışına çıkma cesareti göstermek aslında; bu noktada Mazzeo’nun belirlemesi önemli: “Sosyoloji ve edebiyat arasındaki o yakın bağa dönersek sorun hâlâ kendi çemberlerimizden çok daha geniş ufuklara açılmakla ilgili. Nitekim bu, her iki disiplin tarafından da paylaşılıyor. Auster’in Coetzee’ye yazdığı gibi kimse şiirlerin (veya sanatın) dünyayı değiştirebileceğine inanmaz. Kimse kutsal bir misyona kendisini adamamıştır. Bugün her yerde şairler vardır ama onlar sadece birbiriyle konuşuyor.”

Mazzeo’nun bu göndermesine Bauman, sosyologların ve roman yazarlarının, yaşamı yorumlarken çeşitli belirsizliklere ve tuzaklara düşme tehlikesine karşı sözcüklerden güç aldığını söylüyor. Varoluş sorunlarını dile getirip yorumlayan edebiyatı ve sosyolojiyi sözcüklerin gücü bağlamında ele alan Bauman ve Mazzeo, her iki alanın da yaratıcı bir çaba içine girdiğini hatırlatıyor.

Edebiyata Övgü, Bauman’ın ve Mazzeo’nun, şapkasını birbirine armağan edişinin ve birbirinin penceresinden yaşama bakışının kâğıda dökülmüş hali oluveriyor böylece.