Edebiyatta kırk yıl

Esme Aras esmearas@gmail.com

Durmaksızın okumaya, yazmaya, üretmeye sevdalı bir yazar Erendiz Atasü. 1981’den bugüne öyküleri, deneme, inceleme ve makaleleri çeşitli edebiyat dergilerinde, gazetelerde yayımlandı. Eserleri yabancı dile çevrildi. Yazarın çok sayıdaki edebi ürünü ve ödülünün ardından yeni romanı Bir Başka Düğün Gecesi, Can Yayınları tarafından Eylül 2021’de raflardaki yerini aldı.


Kitap kapağına baktığımızda dün ve bugünün bir arada temsil edildiği sepya fotoğraftaki genç kadın, sanki bir gerçeğe el uzatmaya hazırlanıyor, öyle bir havası, bize anlatacakları var. Oğuz karakterinin de dile getirdiği gibi, “21’inci yüzyılda Türkiye panoraması”nın analiz edildiği romanın ilk sayfaları “olay ve sanığın beraatı gerçek, kişiler, yan olaylar ve mekânlar kurgudur” ibaresiyle açılıyor. Atasü, gerçek bir olaydan yola çıkarak bir kurgu yapmak, bir dönem romanı yazmak istemesinin nedenini, “’Yazar’ illa toplumsal duyarlık taşımalıdır, diye bir kural koyamayız, yazarı kısıtlayamayız; ancak kendiliğinden toplumsal duyarlık taşıyorsa yazar, yaşadığı tarihsel zamanı anlatmak ister, tarih kitaplarının yazmadığı bir özü kayda geçirmek ister,” sözleriyle dile getiriyor.

KATMANLI BİR YAPI

Kitabın adından itibaren metinlerarasılığın yoğun kullanıldığı katmanlı bir yapıyla karşılaşıyor okur. Adalet Ağaoğlu’nun 1970’ler Türkiye’sini işlediği Bir Düğün Gecesi, Pınar Kür’ün Asılacak Kadın’ı, Aziz Nesin’in Zübük’ü ve Halide Edip Adıvar’ın Handan’ına doğrudan göndermeler var. Ne var ki Adalet Ağaoğlu’nun romanı Bir Düğün Gecesinde geçerken, Atasü’nün kurgusunun sadece bitiş sahnesidir düğün gecesi.

Atasü’ye göre, ‘’’Kadın’’ her zaman ait olduğu toplumsal grubun içinde erkeğe göre şanssız durumdadır. Bu romanın baş kişisi, maddi refaha ve eğitime uzak kalmış bir kesimden; geleneksel halk kültürüne yabancılaşmış; yüksek kültürle hiç tanışmamış, dolayısıyla neyin ne olduğunun farkına varamadan yaşayıp giden bir genç kadındır.” Kitabın ana karakteri, yirmi yaşındaki Menekşe’nin nasıl solduğu, soldurulduğu üzerinden kaleme alınan roman, uzak bir özlem gibi duran dünün, insana güven dolu sonsuzluk duygusu veren bir kentin, betonsu bir labirentin kargaşasının kapladığı yabanıl görüntülere nasıl dönüştüğü ile başlıyor. Yazar, Orta Anadolu’nun kadim topraklarında boy atan başkentin, şehre yeni katılmış bir mahallesine konuk ediyor okurunu ve fakat her şeyi bilen, gören anlatıcı ses, o başkalaşım karşısında insanın ürkmesi hatta temkinli olması gerektiğini söylemeyi ihmal etmiyor.

GERÇEĞİ BİLEN SES

Kitap boyunca anlatıcı odağının ustalıkla yer değiştirdiğini görüyoruz. Bazen epik, bazen iç odaklı bir anlatı, bazen de klasik roman anlatısı çıkıyor karşımıza. Yer yer de haber dili sahiciliğiyle gerçeği önceden bilen, sezen bir sese sahip roman. Yazar, neden böyle bir anlatı diline ihtiyaç duyduğunu, “Evet, anlatı yer yer değişmeliydi, çünkü tecavüzcü Hıdır karakterini bir roman kişisi olarak yaratabilecek deneyimim yoktu. Onun eylemlerini de kendi deneyimime tercüme edebilmem olanaksızdı. Dolayısıyla onu sadece dıştan gözlemleyen yansız, soğuk bir anlatımla verebilirdim” sözleriyle açıklıyor.

Şehrin eteklerinde yükselen tuhaf beton yaratıklar, eski mahalleliye yeni ve farklı yaşama biçimleri getiriyor ancak yaşam kalitesi denen şey refaha, feraha doğru aynı ölçüde yükselmiyor. Okuruna bu sorgulamayı yaptıran yazar, gerçek bir polisiye olaydan hareketle bedenin ve ruhun ıstırabı çevresinde kurguladığı romanıyla eril zorbalıklara, sınıf farkına, siyaset içerisinde sol hareketin kendine yönelttiği eleştiriye çoğunca değiniyor. Bununla da kalmıyor, kitap boyunca rüşvet, usulsüzlük, yolsuzluk, görevi kötüye kullanımdan tutun da taciz, kaçırma, zorla alıkoyma ve tecavüz suçuna kadar her türlü kötülüğün yapıldığı bir atmosferde gelişen olaylara ürpererek tanık oluyoruz.
Özellikle Hıdır karakteri için yazılmış cümleler dikkatimizi çekiyor: “Hıdır’ı anlamak zor. Eli kalem tutan birinin Hıdırla içli dışlı olması pek mümkün değil. Hıdır’ı hücrelerine dek tanıyacak kadar ona yakın olmuşların da elinin kalem tutması pek olası değil.”
Eril dilin ve davranışın kadın üzerindeki tahakkümünün sınıf, yaş, statü, eğitim, ehliyet, okumuş yazmışlık derecesi gözetmediği günümüzde yerli-köklü şehirli kadınlar da kadın-erkek ilişkilerinden nasibini alıyor. Roman kent soylu çiftlerin evliliğine odaklandığında, eşler arasındaki körelen uyumdan söz ediliyor. Atasü, kadınların maruz kaldıkları haksızlıklar, aşağılanmalar, dışlanmalar ve şiddeti şu sözleriyle değerlendiriyor: “Erkeğin cinsel dürtülerini, öfke ve saldırganlık dürtülerini ona hak sayan, eskiden sözsüz olan ve şimdilerde artık yüksek sesle dile getirilebilen toplumsal onay!”
Sevgili Erendiz Atasü son kitabı Bir Başka Düğün Gecesi’nde farklı toplumsal sınıflara ait karakterlerin parçalanmış hayatlarına, travmalarına, hesaplaşmalarına ayna tutarken, her şeye rağmen yeniden başlama cesaretini gösterebilenlerin ayakta kalabileceğine vurgu yapıyor. Günümüzde en önemli değerlerin uyuşturulması süreciyle vicdan, merhamet, vefa, şefkat ve minnet duygularına ne çok ihtiyacımız olduğunu başyapıtıyla bir kez daha hatırlatıyor.