Edilgen oldukça, oradan  oraya savruluyoruz

Derya Aydoğan

Büyükşehirlerden kaçıp gitmek isteyenlerin sayısı her geçen gün artarken Ramin Matin’in filmi ‘Son Çıkış’ tam da böyle bir gitme hikâyesi ile gösterime girdi. Ramin Matin, filmin oyuncuları Ezgi Çelik ve Deniz Celiloğlu Son Çıkış’ı konuştuk

► Taşı toprağı altın olarak bahsedilen İstanbul, ne zaman Son Çıkış filmine ilham olacak noktaya geldi sizce?
Ramin Matin:
Çok uzun zamandır yavaş yavaş bu noktaya geliniyordu. Yeni bir şey değil. Son zamanlarda çok hızlandı. Bu hızlanma beni 2005’ten itibaren rahatsız etmişti. Son Çıkış’ın başladığı nokta, o zamanlarda yazılan bir senaryoydu. İlk başlarda yok olan tarihi binalar, köşkler, vb yapıları düşünmüştüm. O fikrim bitip yerini artan kalabalık, yapılanma, trafik temaları arttı ve bu fikri alıp senaristimiz Can Katarcı ile ile beraber bu hikâyeyi yaptık.

Ezgi Çelik: Burada doğdum ve hep güzel görünüyordu İstanbul bana. Baya büyük değişimler olunca, ‘eskiden böyleydi şimdi ise şöyle’ karşılaştırmaları oldu. Sadece yaşı büyük insanların böyle şeyler düşündüğünü zannederdim. Fakat 33 yaşında olmama rağmen ciddi değişimler anlatabilirim. İstanbul’a gelenler için de kalanlar için de aynı girdap var. İkisini de bir arada anlattığı için hoşuma gidiyor film. İkisini yapmak da kolay değil.

Deniz Celiloğlu: Bulgaristan göçmeniyim. 3 yaşındaydım İstanbul’a geldiğimde. Büyüdüğüm 90’lar zamanı çok güzeldi. O zamanlar kafamızda sadece eğlence vardı. Çocuktuk. Ama sonra belli ki bu işin derinine inmek istedik ki sanata yönelip tiyatrocu olduk, konservatuvar okuduk. Ondan sonra bu şehre daha farklı bakmaya başladık. Ayrım şurada ortaya çıkıyor. Bu şehre bu haliyle bakıp kızıp bağırıp çağırıp kendi içinde patlamalar yaşayıp, nefret edip, bunalıma sürüklenip, dışarıya gidip, böyle hayali çözümler mi bulacaksın yoksa gördüğün şeyi bir şeye dönüştürmek üzere bir sanatsal aktivitenin içine mi sokacaksın? Dönüşüme de öncelik etmeye devam ettirmeye çalışıyoruz. Filmden sonra İstanbul’a farklı bir gözle bakmaya başladım. Kendi hatamı da gördüm. Bir şehre kızamazsın. Şehir, duvarlar ve sokaklar demek. Sonuçta biz yani insanlar burayı böyle yapıyor. Değiştirmeye, dönüştürmeye çalışacağız. İnsanlarla tek tek sokakta kavga ederek yapamayız.

Kaçmak gerçekçi değil
► Son dönemlerde birçok kişinin işinden ayrılıp dünyayı dolaştığını veya Ege’ye yerleştiğini görüyoruz. Siz kapitalist sistemin aslında insan nereye giderse gitsin peşinde olduğunu ya da işlerin o gitmekle kolaylaşmayacağını mı söylüyorsunuz?
R.M.:
Herkeste ‘Kaçtım, kaçıyorum’ rağbeti var ama bu gerçekçi bir şey değil bence sadece bir fantezi. Aslında kaçmak da kolay değil. İnsanın bir stratejisi olması lazım. Gidenlerin de çoğu hüsrana uğrayıp dönüyor. Dolayısıyla onu anlatmak istiyorduk. Bu bir fanteziden ibaret ve aslında Deniz’in (Celiloğlu) dediği gibi şehre kızılmaz. Her şeyi, tüm suçları şehre yıkmanın bir anlamı yok. İnsanın kendisiyle yüzleşmesi lazım çünkü o kafa yapısıyla nereye giderse gitsin, kendisini değiştirmediği zaman aynı şeyleri yaşayacak. Anlatmaya çalıştığımız şey buydu.

►Kemal Sunal filmlerinde, kentsel dönüşümün hikâyesi anlatılmaya başlanmıştı. O yüzden hem filmin komedi unsurları barındırması ve böyle bir hikâyeyi anlatması Yeşilçam filmlerine benzettim. Bu filme başlarken planınız neydi?
R.M.:
Başlarken çok farklı bir yerden başladık. Çok değişti daha sonra senaryo evirildi. Amacımız da aslında sizin dediğiniz gibiydi, eskiden Türkiye’de yapılan komediler, Kemal Sunal ve Şener Şen’in 80’lerde oynadığı birçok film gibi hem bir komedi yaratıp hem de bir şey de anlatan, bir derdi olan filmlerdi. Geleneğimizde böyle filmler ve komediler var. Bunlar yok oldu. Dolayısıyla oralardan da esinlenip bir film yapmak istedik.

D.C.: “İstanbul benim canımı sıktı, beni yordu, gidiyorum ben!” diyoruz ama bunun altında yatan sebepleri biz aslında tartışmıyoruz. Bütün komikliği de oradan çıkıyor. İçinde olduğu durum içler acısı, trajikomik ki içine girip sürüklendiğinde komik durumlar ortaya çıkıyor. Yani bir izlek durumun özellikle komedi olarak seçilip yazılmadan kendiliğinden komikliğinin çıkıyor olması bence zaten asıl komedi, asıl başarılı iş olmuş oluyor. Tahsin’e bakıldığı zaman kadın, erkek, beyaz yakalı ya da başka sektörde çalışan birçok insanın karşılığı olabilecek bir durumda.

Tahsin hem tokatlanacak hem sevilecek bir karakter
► Tahsin karakteri sanatsal işler yapmak isteyen bir mimar olmak isterken kentsel dönüşümün en büyük parçası mimarı oluyor, ironik olarak…

D.C.: Bu öz farkındalığı Tahsin (ana karakter) düşünüp felsefesini yapmıyor. Üstüne çok düşünmeden gitmiş o. Fiziksel olarak bir yerden bir yere gitmek, ‘gitmek’ olmuyor. Gördüğün dünyayı yaratan şey, kendi zihnin. Nereye gidersen git aynı şeyi göreceksin. Burada biraz durup sakin olup kendine bakarak kendini tekrar kontrol ederek belki o zaman başka yollar bulursun. Sakinleşirsin. Kendini soktuğun cenderenin içine sokmazsın. Senin çıkışın yine senin kendi içinde. Herhangi bir sapaktan bir dolmuşa binerek bir uçağa binerek gideceğin bir çıkış değil.

E.Ç.: Önce karakterle tanışıyor seyirci daha sonra yolculuk başlıyor ve hikâyesini anlamaya başlıyor. Mesela seyirciler Tahsin’e yavaş yavaş tepki vermeye başladı. Öyle yerlere öyle değişik tepkiler geldi ki galada...

D.C.: Tahsin hem tokatlanacak hem de sevilecek bir karakter. Kendi içimizdeki şeyleri de görüyoruz. Çok görmek istemediğimiz eciş bücüş hallerimizi de...

R.M.: Kimse bu halleri görmek istemez aslında. Tahsin, çapsız ve edilgen bir karakter. Hayatı boyunca oradan oraya savrulmuş. Belki üniversiteye girerken puanı tutturmuş diye mimar olmuş. Bir kadınla evlenip oraya savrulmuş. Şimdi başka bir kadınla başka bir yere savruluyor. Başta insanlara bu ne biçim karakter ya diye düşündürüyor. Ama aslına bakılırsa hepimiz edilgeniz. Çünkü burada yaşıyoruz ve neler neler oluyor ve hepsini kabul ediyoruz. Savruluyoruz aslında onu anlatmaya çalışıyorduk.

E.Ç.: Tahsin, çapsız ve edilgen bir karakter ama hemen de ‘ben gidiyorum’ diyebiliyor. Pes etmeden kendini edilgen görmeyip, o kadar harekete geçemediği için ilgi çekici.

D.C.: Büyük bir aydınlanma yaşıyor Tahsin. Ne yapacaksa izlediğimiz bütün sürecin sonunda, filmin sonuna denk gelen Tahsin, artık eski Tahsin gibi olmayacak. Maymunun gözünü açması gibi. Seyirciye de onu hissettiriyor, hissettirecek bu film ve onun için de güçlü bir film. Bu kadar bilimsel, sosyolojik ve felsefik bakarsak filme eğer böyle bir biçimle anlatıyor olmak bir başlı başına sinemasal bir başarı. Hem yönetmen hem de oyuncuların da başarısı. Ben bir oyuncu olarak kendimi de beğendim filmde. İyi bir iş yapmışken söylemek istedim ve bu her zaman olan bir şey değil. “Oh be! Ben yaptım, rahatım. Güzel olmuş” demek artık sinema sektöründe memnun olmak ve bunları söylemek o kadar zor ki.

► Hepimizin başına gelmiştir taksicinin müşteri seçmesi. Filmde bunu görmek öyle rahatlatıyor ki ve Tahsin’in bitkinliği ve oradan çıkartması seyirci olarak beni çok rahatlattı.
R. M.:
Edilgenlik derken bu söylediğimiz şey de onlardan bir tanesi. Taksici bir şey söyler ve ‘tamam abi’ der, gideriz. Mesela Tahsin’in daha önceki sahnedeki durumu olmasa belki o da ‘tamam abi’ deyip, gidecek.

D.C.: Burada önemli olan Tahsin’e kafayı kırdırmak ondan sonra her şey çorap söküğü gibi başlıyor. Taksiciye de belki yılların dolmuşluğu ile hepimizin yapmak istediği ve yapamadığı şeyi orada Tahsin yapıyor.

E.Ç.: Dönünce ne oldu. Son çıkıştan önceki çıkış. Taksicinin de bir sıkıntısı var. Filmde aslında onu da göstermeye çalışıyoruz. Herkes sonuçta bu şehirde hayatta kalmaya çalışıyor. Herkesin kendine göre sıkıntısı var.

D.C.: Bir tanesi diyor ya İstanbul’dan kaçılır mı? İstanbul’a kaçılır. O da öyle. Bugün de onu konuştuk. İstanbul olmasa başka bir yerde olsak mesela Yozgat’ta ya da Edremit’te olsak. Evet, o zaman farklı bir şekilde işliyor durum. Niye çünkü burada hayat var. Burada bir şey var zannediyorsun. Var da ama nasıl var.

► Tahsin giderken içinde tek bir istek var. Gitmek sadece. Belki 24 saatin 12 saati yatmak, içmek, denize girmek, rahat yaşamak gibi hayaller kuruyor.
D.C.:
O da kaypaklık. Sen buradan sıkılıp sıkılıp alternatifin yerine plaja gidip yatayım ömür boyu falan dersen o da olmaz ki. Bizim şimdi hepimizin dilinde bu var. Fantezi istiyoruz. Hayalim İstanbul’dan gidip diye başlarlar ya hani bu hayal değil bu senin fantezin çünkü hayal gerçek temellerin kurulur ve bir gün belki gerçekleşebilir.

Yüzleşmek istemediğimiz bir kaos var İstanbul’da
► İstanbul’a gelenler çok para kazanmak istiyor. Tahsin’in yaptığının tam tersi hayallerle gelenler de burada filmlerdeki gibi bir İstanbul bulamıyor. Gerçek bambaşka...
D.C.:
Biz, İstanbul’u da farklı gösteriyoruz. Mottolaşmış deyimler, taşı toprağı altın ya da medeniyetlerin beşiği gibi kalıplar yok. Boğaz, denizler, gün batımları, Kız Kulesi ve romantizm... Evet, tamam bunlar da var ama bu romantikliğin ötesinde görmek istemediğimiz ya da yüzleşmek istemediğimiz bir kaos var. Bir çarpıklık var. Burada biz o taraftan bakıyoruz. Hep var ama sinemada göstermediğimiz, gösterilmeyen bir İstanbul aynı zamanda bu İstanbul.

E.Ç.: Günlük hayat aslında bu şekilde akıyor. Sokağa çıktığında hayat bu filmdeki gibi akıyor.

edilgen-oldukca-oradan-oraya-savruluyoruz-540012-1.► Siren karakteri ise hayalini gerçekleştiren ve Tahsin’den çok farklı biri.
E.Ç.:
İki farklı tarafı var. Çok başarılı ve tam bir şehirli iken her anlamda karşı bir hayata geçebilmiş bir karakter. Benim en sevdiğim tarafı kendi arkadaşlarımda da gördüğüm, yaşadığı şehri terk edenler gittikleri yeri öyle bir anlatmaya başlıyorlar ki, Siren’in çağrısı gibi bir şey oluyor. Öyle bir tutku ile anlatıyorlar ki bana tamamen karşı olan hayata bile ‘gitsem bir denesem mi’ oluyor içimde.

D.C.: Siren, bu hikâyede ayakları yere basan karakter. Biz onun sonundaki tavrını belki eleştirebiliriz. Bize ters gelebilir ama bu onun gerçeği onun kafası öyle işliyor. Gidip orada bunun tam tersi Tahsin’e göre veya hayalperestlere göre aslında daha sağlam bir şey yapmış. Gitmiş oraya. Onun gerçeği neyi gerektiriyorsa onun arkasında durmuş ve onu yapmış aslında.

► O yüzden de filmdeki iki gidişin hikâyesi bambaşka sonuçlanıyor.
E.Ç.:
Dışarıdan baktığımız zaman o yüzden seviyorum o ikisinin zıtlığını ve sirenin durumunu çünkü çok gerçek bir şey anlatıyor. Gerçekte böyle oluyor. Öyle gidenler mutlu oluyor, tutarlı oluyor ve kalmaya devam etmek istiyor.

Gitme isteği…
► Sizin var mı böyle bir hayaliniz?
D. C.:
Hepimizin var tabi. Benim de Tahsin gibi hayallerim var tabi. Tahsin’i oynamak onu anlamak gerçek anlamda bana bir şeyler verdi. Bundan sonra nasıl Tahsin o dönüşümünden sonra hayatı başka algılayacaksa ben de Tahsin’i oynadıktan sonra o tongaya düşmeyeceğim yani. Gidip en azından stratejimi belirleyeceğim. Yoksa evet benim de 5- 6 senedir kafamda planlarım, programlarım bu yönde.

R.M.: Deniz ilk çalışmaya başladığımızda Finlandiya gitmek istediğini söylemiştin.

D.C.: Ne yapacakmışım acaba Finlandiya’da? Tahsin durdurdu beni.

E.Ç.: Benim aşırı gitme isteğim vardı. Kendimle ilgili bir şeyler fark edip rafa kaldırdım ama filmin rüzgârına girince tekrar kaşıntılar başladı. O yüzden biraz kafam karışık bu yönden açıkçası. Çok gitmek istiyordum ben fakat sonra karar verdim ki tek başıma gidemem. Ben nerede yaşadığım fark etmez diyenlerden değilim. Başka bir şehre gidebilirim ama yanımda hemen ilk sayacağım insanlar, ekipler olması lazım yoksa çok mutsuz olurum.