Ege’nin ‘farklı’ hikâyesi

BÜLENT AVCI

Otizmli çocuklara ‘farklı’ denmesinin bir esprisi var elbette; onların hepsi dünyayı bir başka görüyor, başka davranıyor ve çoğunluğa ‘garip’ gelen şekilde yaşıyor. Bunu görmek, anlamak ve o dili konuşmak ise duyarlılık gerektiriyor.

Bütün hepsini alt alta koyup toplayınca ortaya bir hikâye çıkıyor. Tıpkı Nihal Ünver’in kaleme aldığı ve Gül Sarı’nın resimlediği ‘Tornet, File Çorap ve Başka Şeyler’in kahramanı Ege’nin hayatında olduğu gibi.

EGE’NİN ‘NORMALİ’

Çoğunluğun aksine davranan, hareket eden ve dünyayı daha ‘farklı’ kavrayan Ege’nin, ‘normal’ çocuklar arasındaki macerası ya da hikâyesi; dostluk kurmasına, ritim tutmasına veya okulda bir projede arkadaşlarıyla beraber çalışmasına engel değil. Üstelik onlara, ailesine ve öğretmenlerine öğreteceği çok şey var. Ünver’in anlatmaya çalıştığı temel şeylerden biri bu.

Kitabın başında, âdeta kendi çocukluğuyla karşılaşan mimar Ege ile yüzleşiyoruz. Takvim yaprakları geriye çevrilince onun küçüklüğüne ve okul yıllarına dönüyoruz; arkadaşlık kurmakta zorlandığı, bazen hiç konuşmadığı ve sınıfındakilerin ilk gördüğünde gözünü dikip ona baktığı günlere…

İlk arkadaşı Güven’in onunla kaynaşma çabaları da o zamana denk geliyor. Güven’in, dışa dönüklüğü ve herkesle kısa sürede iletişim kurabilmesi nedeniyle öğretmeni ikisini bir araya getiriyor. Tabii ilk günler biraz zor geçiyor; Ege’nin öyle çabuk kendisini açamaması ve konuşmaması, proje ödevinde beraber çalışacak ikilinin biraz zamana ihtiyacı olduğunu gösteriyor.

Kendisiyle konuşmaması üzerine meseleyi ailesine çıtlatan Güven’in aldığı yanıt, otizmli çocukların tümünün ihtiyaç duyduğu şeyi yansıtıyor: “Biraz beklemeye ne dersin? Belki hâlâ alışamamıştır.”

‘Olağandışı’ davranışları, Ege’nin aslında ‘normali’; kar yağdığını görünce öğretmenine heyecanla koşması, gözünün file çorapların şekline takılması veya kendisini kapatıp sallanması, onun için hiç de sıra dışı şeyler değil. Ege’ye ayak uydurması için öğretmenlerinin ve arkadaşlarının da zamana ihtiyacı var kısacası. İşte Ünver’in anlattığı hikâye, bu gerçek üzerine kurulu.

OTİZM DE HAYATA DÂHİL

Ege ile Güven’i bir araya getiren proje ödevi, ikilinin birbirini yakından tanıyıp anlamaması için bir fırsata dönüşüyor. Başka bir deyişle ilişkileri, bir oyun gibi gelişiyor. Bu oyunda Güven, Ege’yi değiştiremeyeceğini ve onun ‘farklılığını’ anlıyor.

Öte yandan arkadaşları, Ege’nin ‘özel durumundan dolayı’ başka bir sınıfa geçmesinin gerekliliğini tartışıyor, hatta Güven’le beraber öğretmenlerine bir mektup bile yazıyorlar. Öğretmenleri ise herkese bir ödev veriyor: “Herkes kendisindeki eksik ve farklı şeyleri düşünsün, yanındakine anlatsın.” Bu da sınıfta, Güven başta olmak üzere Ege’yle ilgili mektup yazanların pişmanlık duymasına yol açan bir etki yaratıyor.

Ardından bir başka ‘oyun’ başlıyor; onun anahtar kelimeleri ise ‘farklı gelişim’, ‘kaynaştırma sınıfları’, ‘müfredat’ ve ‘toplumsal gelişim.’ İlkin arkadaşlarına tanıdık gelmeyen bu kelimeler, sonradan Ege’yi ve onun ‘farklılığını’ anlamalarına yardım ediyor.

Ünver’in anlattığı hikâye, Ege gibi ‘farklı’ çocukların ve onların arkadaşlarının başından geçenleri ortaya koyarken ‘normal’i ve otizmli bireylerin ‘başkalığını’ tartışmaya açıyor.

Satır aralarında dışlamanın değil, birlikte gelişmenin ve büyümenin öneminden bahseden yazar, ‘farkın’ kavranmasına ve ona uygun davranışların geliştirilmesine yönelik mesajlar veriyor ‘Tornet, File Çorap ve Başka Şeyler’de. Uzun lafın kısası, otizmin de hayata dâhil olduğunu anlatıyor Ünver.