“We don’t need no education / Eğitime ihtiyacımız yok…” Pink Floyd’un “Another Brick in the Wall”larının iki numaralısı böyle başlar ve isyan artarak sürer

Eğitim meselesine dair şarkılı bir yazı

MURAT MERİÇ - muratmeric@gmail.com

Adettendir, eğitimden söz eden bir yazı yazarken illa ki o malum dize gelir akla, hatta onunla başlamak gerekir: “We don’t need no education / Eğitime ihtiyacımız yok…” Pink Floyd’un “Another Brick in the Wall”larının iki numaralısı böyle başlar ve isyan artarak sürer. Şarkıyı bilirsiniz, uzun uzun anlatmak manasız. Eğitmenleri, çocukların beynini yıkayanları, “hepsi hepsi duvarda bir tuğla” olarak nitelendirir ekip. Alan Parker filmiyle ete kemiğe bürünen ve daha da anlam kazanan bu şarkı, bir dönem isyancı öğrencilerin marşıydı. Hâlâ öyle. Üzerinden geçen yıllar gücünden bir şey kaybettirmedi, bilakis etkisini artırdı. Roger Waters’ın sesinden bu şarkıyı üç kere canlı dinlemiş olmak, ona ağız dolusu eşlik etmek, benim şansım.

Eğitimle sıkıntım lisede başladı: İlk isyanım, tarih dersine. Dünyanın en sıkıcı tarihçilerinden birinden aldığım bu ders, o dönem uzaklaşmama sebep. Yıllar sonra, memleket solunun geçirdiği aşamalara merak saldığım bir dönemde yeniden yakınlaştığım bu mevzu, giderek hayatımı etkiledi. Kimya mühendisliği okurken kendimi memleket pop tarihinin kapalı sayfalarını açmaya çalışırken buldum. Bugün, “müzik tarihçisi” olarak anılıyorum. Eğitim sistemimize kalsaydı, kendi yolumu çizmeseydim, alternatif bir tarih okumasının mümkün olduğunu fark etmeseydim, kim bilir nerelerde olacaktım? Eğitim bahsinde çıkartmamız gereken ilk ders bu: Okul öğretir ama öğrettiği her şey doğru değildir.

Okul dediğin google gibi: Soru sorarsan önüne bir cevap konur ancak bu, doğru olduğu anlamına gelmez. Müfredatın iktidarlarca belirlendiği bir ülke burası ve her yeni iktidar, yeni bir tarih anlayışını beraberinde getiriyor. Bugün, tarihi (üstelik Türkiye tarihini değil, dünya tarihini de) Recep Tayyip Erdoğan bizzat şekillendiriyor. İki dudağının arasından çıkan her söz emir telakki ediliyor ve ertesi gün adım atılıyor. Geçen hafta yaşadık: Batı’nın “gereksiz” dillerine verdiği ayar, Osmanlıca yüceltmesiyle bitti ve mevzu, “çocuklarımız atalarımızın dilini öğrenmelidir”e bağlandı. Ertesi gün yapılan Milli Eğitim Şûrasında alınan ilk kararlardan biri, liselerde Osmanlıcanın zorunlu kılınması oldu. “Dahi” anlamına gelen ve ayrı yazılması gereken da/de bağlacı ile sözcüğe bitiştirilecekleri ayıramayan bir nesle, o zor dili ve yazıyı öğretmek şüphesiz kolay olmayacak. Osmanlıcanın okullarda öğretilecek olması elbette güzel ancak bunun zorunlu olması ve derdin “bir şeyler öğrenelim”den ziyade muhafazakâr nesil yaratma saplantısı olması fena. Dedesinin mektuplarını ve okuduğu kitabın yanına aldığı notları okuyamayan bir kuşağın mensubu olarak Osmanlıca öğretilmesine karşı olmam mümkün değil ama keşke tek ve masum istek olsa bu. Öyle olmadığını hepimiz biliyoruz, hiçbir şey yapamıyoruz.

Eğitim şart!
Şarkılara döneyim. Bir Nejat Alp şarkısının adı “Eğitim Şart.” O bildik Cem Yılmaz reklamını takiben verdiği Berlin konserinin açılışında söylüyor; belli ki şarkı ona gönderme. Sözlerin başlıkla alakası yok gerçi, daldan dala konuyor: “Dünyaya geldiysek bir sebebi var / Kim iyi kim kötü ayrılıyoruz / Yaptığım her şeyin bir bedeli var / Dünya bir terazi tartılıyoruz // Hayat derin bir kuyu / Bulanıktır çok suyu / Gamlı efkârlı günler / Zehir eder uykuyu // Sana göre hava hoş / Bana göre bulutlu / Üzülmeye gerek yok / Mutlu olalım mutlu // Oldu canım, ara beni / Bozmaz inan para beni / Bundan başka İstanbul yok / Eğitim şart, gel dinle beni…” Tek şarkı bu değil üstelik: Ali Çelik, yine aynı dönemde aynı adlı başka bir şarkı yapmış. Sözler bir öncekinden beter: “Kimseler öğretemez / Sana sevda dersini / İşte sana problem / Evde çalış dersini // Eğitim şart / Kız sana biraz eğitim şart // Bilmemek değil zalım / Öğrenmemek ayıptır / Sevmek eğitim ister / Gel de kaydını yaptır…” Keşke her şey bu kadar kolay olsa!
Türkçe şarkılara bakarsak, okul dediğimiz, yolunda kızlarla kesiştiğimiz bir bina. Olay, içeri girene kadar! Yıldırım Gürses’ten Atilla Kaya’ya pek çok insan “liseli” şarkısı yapmış. Okul yolu maceraları, Alpay’ın “Kolejli Kız”ıyla başlıyor, Nilgün’ün “Seviyorum Seni Aptal”ıyla devam ediyor ve taverna - fantazi hattında kilitleniyor. Rock cenahından liselilere laf atanlar da var ancak bunlar, bir elin parmaklarını geçmiyor.

Okuldan söz eden şarkı çok. Eğitimin kötülüğünden söz edenler de var aralarında… Şüphesiz, bu bahiste ilk akla gelenler, öğretmenler. Barış Manço, müfredattan seçmeleri art arda sıraladığı şarkısında öğretmenleri taltif ediyor örneğin: “S.O.S. Aman Hocam”, alfabe ile başlıyor, hipotenüsten Aristo mantığına uzanıyor, aminoasitlerden geçerek omurgasızlara ulaşıyor. Son dizeler, anlamlı: “Petek gözleri / Kulağımda hocanın altın sözleri.” Öğretmenlerden söz eden şarkılara girersek laf uzar, iyisi mi mevzuyla alakalı bir başka hatta girelim… Âşık Mahzuni Şerif’in “Sınıfsız Okul”u, bir dönem öldürülen öğretmenlere adanmış: “Boşa dövüşmeyin bizim yiğitler / Sizi vurduranlar vurulmuyor ki / Kim bilir nerede, hangi koltukta? / Kömürde tarlada yorulmuyor ki…” Cem Karaca’nın “Bir Öğretmene Ağıt”ı da öyle: “Bugün okul yok artık çocuklar / Ama yarın mutlaka açılır” sözleriyle açılıyor ve şarkıyı, öldürülen bir öğretmenin ağzından dinliyoruz: “Biliyorum bütün kabahat bende / Öğretmen oluşumda / ve saklamamamda aydınlık düşüncelerimi // Ama ben cumhuriyette doğdum / Cumhuriyet çocuğuyum / Olamaz öğretmen oluşum suçum.”
Bir memleket klasiği: Ağıt çok lakin isyan, yok denecek kadar az. Olan da, Aylin Livaneli’nin “Okulu Asardım”ıyla simgelenebilecek masum isyanlar. Öğretmenlere laf söylemek ise haddimiz değil. Gereği de yok zaten. Öğretmenleri şekillendirmek isteyenlere söyleyebiliriz o lafları. Birilerinin şekillendirmesiyle yol alan öğretmenler de bundan payını alır elbet.

Pink Floyd’la başladım, Mozaik’in memlekete tanıttığı bir Pete Seeger şarkısıyla bitireyim yazıyı: “What did You Learn in School Today? / Bugün okulda ne öğrendin?” Amerikalı bir baba çocuğuna bu soruyu soruyor, aldığı cevaplar enteresan: Washington’un (bizde Ankara!) asla yalan söylemeyeceğini, hükümetin güçlü olduğunu, polislerin arkadaş olduğunu ve buna benzer daha pek çok şeyi öğrendiğini söylüyor çocuğumuz. Seeger, şarkıyı müstehzi bir gülüşle söylüyor ve durumla dalgasını geçiyor elbette fakat okulda bunlar öğretildiğinde bizim gülmemiz mümkün değil. Gülersek yiyoruz cetveli!
Eğitim meselesi, üzerinde tartışılması gereken bir mesele. Yoluna koymak, müfredatı herkese göre ayarlamak çok kolay değil. Zor da değil ama. İnsan istesin, yeter. Tek tip insan yaratmak yolunda atılan adımlar buna engel. Elbet her şey rayına oturacak ama bunu biz görebilir miyiz, emin değilim.


Bir öneri, bir taziye:
Eğitim, sadece okulda verilen bir şey değil. İnsan her dem kendini eğitebilir. Buyurun, şahane bir öneri: Küratörlüğünü Derya Bengi’nin üstlendiği “İşte Benim Zeki Müren” başlıklı sergi. 18 Kasım’da Yapı Kredi Kültür’de açıldı, 20 Aralık’a kadar devam edecek. “Unutulmuş” Zeki Müren’i hatırlamak, memlekete getirdiği şahanelikleri anmak, onu yeniden alkışlamak için pek güzel bir fırsat bu. Aklınıza gelen sorunun cevabı da şu: Evet, Zeki Müren bizi görecek!

Yazıyı bitirmek üzereyken düştü haber: “Türkiye’nin ilk Kültür Bakanı Talat Sait Halman öldü.” Gazetelerin böyle demesine bakmayın, Halman o kadar çok şey yaptı ki, bakanlığı sahiden teferruat. Shakespeare’in sonelerinden Eski Mısır’a hatta Eskimolara yazılmış ve bilinmeyen pek çok şiiri, onun çevirileriyle öğrendik. Sadece bu değil, dahası var -ki anlatmaya sayfalar yetmez! Talat Sait Halman’ı anlatan tek kelime şu olabilir: Çok. Öyle güzel, öyle dolu, öyle büyük bir insan. Yokluğuyla eksileceklerimizden.