Bir zaman makinesi ile 150 yıl öncesinin Osmanlı medreselerinden herhangi bir müderrisi ya da 500 yıl öncesinin Fransa Cizvit okullarından bir rahibi getirseniz eminim ki öğretim yöntemleri açısından günümüz ilkokul/ortaokul/lise/üniversite sınıflarının birçoğunda yabancılık çekmeyecektir

Eğitimin anlamı gitti, ezberi kaldı!

Ahmet Yıldız - Doç. Dr., Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi ahmety72@yahoo.com

Yıllar önce genç bir öğretmen olarak Anadolu’nun ücra bir köyüne atandığımda ilginç bir durumla karşılaşmıştım. Dönem ortasında atamam yapılmıştı ve göreve başlar başlamaz birinci sınıfların öğretmenliğini üstlenmiştim. Sınıf tekrarı yapan bir kız öğrencim vardı, Ayşe. İlk derslerimden biriydi sanırım; öğrencilerimin eğitim durumları hakkında bilgi edinmek için okuma çalışması yaptırıyordum; sıra ona geldiğinde, bu kız sınıftaki hiçbir öğrencinin okuyamayacağı akıcılıkta metni okumuştu.

Büyülenmiştim. Heyecanla sayfayı çevirerek diğer okuma parçasını da okumasını istedim. Aynı şekilde bu metni de akıcı bir şekilde okudu. O okudukça ben sayfaları çevirmeye, ben çevirdikçe o okumaya devam etti. TV spikerlerini andıran bir tonlama ile metinleri okuyuşunu unutamıyorum. Bu köy okulunda, değil birinci sınıf öğrencileri arasında üçüncü, dördüncü sınıflarda bile böyle okuyana rastlamamıştım. Fakat bu denli güzel okuyabilen bir öğrenci nasıl olmuştu da sınıfta bırakılmıştı? Ayşe yeni açtığı sayfadaki metni yine olağanüstü akıcılıkta okurken, ben şaşkınlık içinde bu sorunun yanıtını arıyordum. Birden kafamda bir şimşek çaktı; durmasını istedim ve birkaç paragraf atlayarak parmağımla gösterdiğim yerden devam etmesini söyledim. Ayşe kitaba, kitap ona bakmaya başladı; tüm sınıfa sessizlik hâkim olmuştu. Hemen yeni bir sayfa açtım ve bu yeni sayfayı okumasını istedim. Biraz önceki sessizlik sanki hiç yaşanmamış gibi, Ayşe o muhteşem okuyuşuna yine başladı. Fakat bu defa fazla ilerlemesine müsaade etmeden, elimle yavaşça okuma parçasını kapattım ve gözlerimle devam etmesini işaret ettim. Ve Ayşe metni görmemesine rağmen tüm akıcılığıyla devam etti. Okuma bilmeden tüm kitabı seslendiriyordu. Kuran’ın anlamını bilmese de baştan sona ezbere bilen hafızlar gibi, tüm kitabı ezberlemişti. Kim bilir bu kitabı ezberlemek için kaç kez, kaç gece tekrar etmişti? Elbette tekrar etmek ve ezberlemek aynı anlama gelmez. Tekrar etmek, kimi zaman öğrenmek kimi zaman da bilgiyi ezberlemek için yapılabilir. Zira öğrenme ve ezberleme de birbirinden oldukça farklıdır. Öğrenme, herhangi bir şeyi belleğimize depolamaktan çok daha karmaşık bir işlemdir. Herhangi bir şeyi, onun ne işe yaradığını, ne anlama geldiğini bilmezsek tam olarak öğrenemeyiz, ancak ezberleyebiliriz. Öğrenmek için bilginin akılda tutulması yeterli değildir, aynı zamanda transfer edilebilmesi de gerekir. Akılda tutma, bilginin daha sonra anımsanmak üzere bellekte saklanmasıyla ilgilidir. Transfer ise, bu bilginin yeni problemlerde/durumlarda kullanılmasıdır. Kısacası Ayşe ezberlemişti ama öğrenmemişti.

Yıllar sonra bu ilginç olayı anımsamama yol açan şey ise MEB Müsteşarı Doç. Dr. Yusuf Tekin’in PISA Direktörü Andreas Schleicher’in “Ezberci bir eğitimden uzaklaşılmalı” sözü üzerine sarf etmiş olduğu, “bu önermenin teorik olarak altyapısı zayıf. ‘Ezberci eğitimden uzaklaşmalıyız.’ ezberini çok kullanmamalıyız. Ezber mantığı ve yöntemi bizim geleneğimiz için önemli bir öğrenme yöntemidir. Buna Batılı bir normda yaklaşıp ‘tu kaka’ hale getirmemek gerekir” şeklindeki sözleri oldu. Böylece ilk defa üst düzey bir bakanlık yetkilisinden ezberci eğitimin savunusunu duymuş olduk. Sanırım bu açıklamayı yalnızca “ezberin ve ezberci eğitimin” artık eğitimde mücadele edilmesi gereken bir sorun olmaktan çıkarılışının değil; aynı zamanda ezberci pratiğin “Yeni Türkiye”nin pedagojik mantığı olarak işlev gördüğünün/göreceğinin ilanı olarak okumak gerekir.

Öte yandan sayın müsteşarın kendisi de bu ezberlerin bir kısmını tekrarlamış olsa bile sözlerinde haklı bir nokta var. O da ezber konusundaki ezberler. Bizce de Türkiye’de ezber konusunda ezberi bozmak lazım. Bu anlamda sadece eğitimde ezber konusunu gündeme getirmesi nedeniyle bile önemli bir açıklama olarak görülebilir. Konu önemlidir. Zira hepimizin bildiği ve deneyimlediği gibi, ilköğretim okullarından lisans-üstü eğitime kadar tüm eğitim kademelerinde tekrara ve ders notlarının ezberlenmesine dayalı uygulamalar eğitsel sürecimizin esasını oluşturmaktadır. Bir zaman makinesi ile 150 yıl öncesinin Osmanlı medreselerinden herhangi bir müderrisi ya da 500 yıl öncesinin Fransa Cizvit okullarından bir rahibi getirseniz eminim ki öğretim yöntemleri açısından günümüz ilkokul/ortaokul/lise/üniversite sınıflarının birçoğunda yabancılık çekmeyecektir.

Aslında sözlü kültürle sarmalanmış geleneksel toplumlar, ezberin asıl yuvalandığı yer olsa da, bu toplumlarda bugünkü anlamda yazılı bilgiyi esas alan ezberci pratik hiçbir zaman çok güçlü olmamıştır. Müritlik ve çıraklığın temel öğrenme biçimleri olarak ortaya çıktığı geleneksel toplumlarda ezber, daha çok içeriği gündelik yaşamda doğrudan işe yaramayacak bilgilerin anlamlandırılmadan zihne tıkıştırılması olarak işlev görmüştür. Nitekim ezberci pratiğin en yaygın olduğu yer ise dinsel alandır.

Bu toplumlardaki formal eğitim de ağırlıkla dini içerikli olduğundan okullarda ezberci pratik baskındır. Osmanlı’nın klasik döneminde bu tür bir eğitimin örneği görülür. Nitekim eğitim tarihçileri birçok pre-modern toplumda olduğu gibi Osmanlılardaki eğitim-öğretim yöntemini de esas olarak “nakilci ve ezberci” olarak nitelendirerek, bilgilerin anlamından çok lafza kıymet verilmesi nedeniyle özellikle medrese öğretiminin kısır ve verimsiz olduğunu ifade etmektedirler. Bugün Kuran kurslarında yapılan eğitimin içeriği ve yöntemi de bir bakıma bu mirası devralmış görünmektedir. Bu kurslarda bir duanın veya Kuran’ın ayetlerinin doğru bir biçimde ve yalnızca Arapça tekrar edilmesi gerektiğinin düşünülmesi, Kuran’ın ayetlerinin anlamını bilmeden Arapça ezberlenmesine yol açmaktadır.

Peki ezber, gerçekten müsteşarın ifade ettiği gibi, etkin bir öğrenme yöntemi midir? Ezberci eğitim sorunu salt pedagojik bir mesele olarak mı ele alınmalıdır? Ve asıl önemlisi siyasal İslamcı bir gelenek/iktidar için ezber neden vazgeçilmez önemdedir?

Bu soruları yanıtlamak için önce ezberin ne olup olmadığı konusunda kavramsal bir temizlik yapmakta yarar var. Zira eğitimde ezber konusu göründüğünün aksine oldukça karmaşık bir konudur. Ne de olsa kültürün içinde yuvalanmış binlerce yıllık bir gelenekten söz ediyoruz. Sözcüğün Türkçe kökenli olmaması da bu konunun anlaşılmasını güçleştirmektedir. Nitekim Farsça kökenli bir sözcük olan ‘ezber’in, Türkçe karşılığında bazı karışıklıklar bulunmaktadır. Öyle ki gündelik toplumsal yaşamda ezberle ilgili deyimlerin, birbirleriyle çelişik olduğunu, yani ezberin bazen olumlu bazen de olumsuz anlamda kullanılabildiğini görüyoruz. Örneğin, “ezbere bilme” bir şeyi çok iyi bilmek anlamına gelirken, “ezbere konuşmak” ya da “ezbere iş görmek” gibi deyimler, düşünmeden konuşmak ve işi gelişigüzel yapmak anlamına gelebilmektedir. Bu karışıklığı gidermek için Eğitim ve Eğitim Bilimleri Sözlüğü’ne başvurmakta yarar var. Burada ise ezbercilik, “dersleri ya da konuları anlamadan, kavramadan olduğu gibi belleğe yüklemeye, yinelemeye ve anlıktan1 anımsamaya dayalı öğrenme yolu ya da eğilimi” şeklinde tanımlanmaktadır. Ezber konusundaki kavrayışımızı daha da derinleştirmek için onunla ilişkili kavramları açıklamak gerekir.

Bunun için Richard Mayer’in fen bilgisi dersi üzerinden geliştirdiği üç örnek senaryodan yararlanabiliriz2:

egitimin-anlami-gitti-ezberi-kaldi-401500-1.
Öğrenmenin Gerçekleşmediği Durum: Fen bilgisi dersinde Ali, sınavın kolay olacağı düşüncesiyle fen bilgisi kitabının elektrik devreleri üzerine olan bölümünü genel olarak tarar. Sınav sırasında anımsama ile ilgili sorularda, Ali olgu ve kavramlardan pek azını anımsamaktadır. Örneğin, çalışmış olmasına karşın bölümde anlatılmış olan elektrik devrelerinin temel ögelerini bile sıralayamamıştır. Transfer becerisini gerektiren problemlerde ise durum daha kötüdür. Nitekim basit bir elektrik devresi ile ilgili bir problemi bile çözememiştir. Mayer bu durumu öğrenmenin gerçekleşmediği durum olarak ifade eder.

Ezberleme Durumu: Ahmet, elektrik devreleri ile ilgili aynı bölümü okur. Dikkatlice davranarak, okuduğu her sözcüğü defalarca tekrarlar. Temel kavramları akılda tutar. Sınavda bu kavramlar sorulduğunda, hemen hemen tüm kavramları hatırlar. Nitekim Ali’nin aksine, elektrik devrelerinin temel ögelerini sıralayabilmiştir. Ancak, bu bilgileri problem çözmede kullanması gerektiğinde, başarısız olur. Ali gibi, o da elektrik devreleri ile ilgili basit bir problemi çözememiştir. Bu senaryoda Ahmet, gerekli bilgiye sahiptir fakat onu kullanamamaktadır. Bu bilgileri yeni durumlara transfer edememektedir. Ahmet, bilgiyi akılda tutmuş fakat anlamamıştır, bu nedenle de kullanamamaktadır. Sonuç olarak Mayer bu durumu ezber olarak tanımlamaktadır.

Öğrenme: Ayşe ise kitaptaki aynı bölümü okur. Dikkatlice anlamaya çalışır. Ve o bilgileri kullanabileceği alıştırmalar yapar. Ona bu bilgiler sorulduğunda, tüm olgu ve kavramları anımsar. Dahası, bu bilgileri problem çözmede de kullanarak, başka durumlara uygulayabileceğini gösterir. Mayer bu duruma “öğrenme” adını vermektedir.

Siyasal İslam ve insan yetiştirme düzeninin anlamı
Hepimizin tanıklık ettiği gibi, eğitim sistemimiz bildiğini tekrar etmeye ve hafızayı ölçmeye çalışan testlere dayalı işiyor. Sistem daha anaokulundan başlayarak kalıplaşmış, donuk bilgiyi aktarmaya önem verirken anlamayı, sorgulamayı ve analizi değersizleştiriyor. Son dönemde sosyal medyada dönen “matematik bilmeden ful çekmek” ve “edebiyat bilmeden ful çekmek” videoları bir eğitim trajedisiyle karşı karşıya olduğumuzu kanıtlıyor. Eğitim sistemimiz adeta Rousseau’nun yaklaşık 250 yıl önce ifade ettiği “bana öyle geliyor ki çocuklar bu eğitimle hiçbir şey anlamamak üzere yetiştiriliyorlar3” sözünü doğrulamaya çalışırcasına işliyor. Bu işleyişten yani özünü bağlamsız, hap şeklinde, kalıplaştırılmış ve metalaşmış bilgi kırıntılarının oluşturduğu müfredatlar ve ezberi esas alan sınav merkezli eğitim uygulamalarından daha iyisinin çıkacağını beklememek gerekir.

Anlaşılan o ki kronikleşmiş ezberci altyapı eğitim sistemi üzerinde daha da belirleyici hale gelecek. Çünkü dinsellik temelinde ucuz ve itaatkâr emek cehennemi bir ülke yaratma mantığını benimseyen bir anlayış ezberci eğitime muhtaçtır. Bu anlayış, değerli hocam Doç. Dr. Fevziye Sayılan’ın ifadesiyle, bir “şükür pedagojisi” olarak adlandırılabilir. Karşı karşıya olduğumuz bu şükür pedagojisinin mantığı da yukarıda sözünü ettiğimiz Cizvit okullarının ve tarikatın kurucusu lgnatius Layola’nın “öğrencilere düşen cevap vermek değildir. Niçin demek de değildir; ancak yapmak veya ölmektir!” ifadesinde somutlanan eğitim mantığıyla aynıdır. Bu tür bir insan yetiştirme düzenine karşı verilmesi gereken yanıt ise açıktır:

Çocuklarımızın eleştirel düşünebilmesi için ezberci eğitime hayır!

Çocuklarımızın özgürce yanıtlar verebilmesi, neden sorusunu yöneltebilmesi için ezberci eğitme hayır!

Çocuklarımızın şükür pedagojisi aracılığıyla ucuz işgücü deposunun sessiz kurbanları olmaması için ezberci eğitime hayır!
Ve yazının başında sözü edilen Ayşe’nin -ve diğer tüm çocukların- geleceği için ezberci eğitime hayır!

1 TDK, (1974). Eğitim Terimleri Sözlüğü. Haz. Ferhan Oğuzkan. Türk Dil Kurumu yayınları.
2 Mayer, R. E. (2002). Rote versus meaningful learning. Theory into Practice, 41, 226–232
3 Rousseau, J. J. (2007) Emile, çev. Ülkü Akagündüz. İstanbul :Selis Kitaplar.