Eğitimsel gerçeklik, siyasal olma özelliğini sonradan ya da süreç içinde kazanmaz ya da bu özellik ona birileri tarafından atfedilmez, bu özellik zaten eğitim olgusunun toplumsal ilişkiler ağı içinde oluşan politik bir inşa süreci olması nedeniyle kendisine içkindir. Yani eğitim, biz onu siyasal olarak tanımladığımız için siyasal değildir, o zaten siyasal bir olgu olarak toplumsal ilişkiler içinde var olmuştur.

Eğitimin siyasal analizi eğitim sorunlarına çare olur mu?

Aslıhan Hancı

Eğitim, toplumsal ve ekonomik yaşamımızda; varlığıyla, yokluğuyla, yetersizliği, eksikliği, yanlışı, doğrusu ve sorunlarıyla büyük bir yer işgal ediyor. Hepimiz eğitim sorunlarından öyle ya da böyle mustarip olarak dert yakınıyor ya da çözüm arıyoruz kendi olanaklarımız ve aklımız erdiğince. Üretilen çözümler, çoğunlukla duruma ve kişiye özel, geçici, günü kurtarmaya yönelik kalıyor. Çünkü sistemden bağımsız üretilemeyen ve yaşanamayan eğitim sistemi de dinamikleriyle ve sorunlarıyla özel ve kısmi değil bütünsel bir yaklaşımla çözüm üretmeyi gerektiriyor ve hak ediyor. Bu bağlamda eğitime, kısmi ve yerel düzlemde sorunlardan hareketle çözümler geliştirmek yerine büyük resme bakarak, her ne kadar eğitim siyaset üstü ve dışı tutulmaya, görülmeye çalışılsa da, eğitim-siyaset ilişkisini kurarak sorunları ve yaşananları çözümlemeye çalışmak, dertlere çare olur mu? Bu bakış açısıyla bu yazıda, “Siyasal olan nedir?” sorusunun yanıtını vermeye çalışarak, bu yanıtın eğitimde yansımalarını görmeyi deneyeceğiz. Sonra da bu yansımaların eğitim sorunlarına çare arayanlara yüklediği sorumluluklar düşünülmeli elbette.

Siyasal olma, bireysel değil toplumsal olandır. Siyasal olma, tarafların varlığında yaşanan, toplumsal ilişkilerde çatışmayı gerektiren, iktidar ve hegemonya hedefi içeren ilişkisel bir gerçekliği ifade eder. Başka bir deyişle, siyasal olan durum, içinde çatışma ve uzlaşmazlık barındırır. Ayrıca, bireysel ile doğal olmayan ve insan iradesiyle değiştirilmeye açık olandır. Siyasal olma özelliği, siyasal olarak tanımlanacak şeyin özüne ilişkin, özsel bir durum değil, ilişkisel ve bağlamsal olarak tanımlanabilecek, ilişkisel analizi yapılabilecek bir gerçekliktir. Olan ile olması gereken arasındaki çatışma ve gerilim, siyasal olmanın varlık nedenidir. Dolayısıyla siyasal bir öz yoktur, siyasallık herhangi bir olgunun kendisinden kaynaklanmaz. Çünkü siyasal olma, bir şey veya bir durum değildir, ilişkisel bir gerçekliktir. Ayrıca hegemonya kurma ve iktidarı koruma veya karar verme gücünü elde etmeye dayalı çatışmaların yaşandığı ilişkiler, siyasal olmayı içinde taşır. Siyasal olan ilişkilerin tarafları ezen-ezilen, karar verici-uygulayıcı, öğreten-öğrenen, söyleten-söyleyen, amir- memur, üst-ast gibi bir konumlanış içinde olabilirler. Eğer bu taraflar arasında amaçlarda uzlaşma sağlanabilmişse, yani ortak karara varmak için bağımsız bir temel belirlenebilmişse, uzlaşmaya yönelik bir zemin oluşmuşsa çatışma durumu, dolayısıyla siyasal olma hali ortadan kalkmasına zemin hazırlanmış olur. Tersten söyleyecek olursak; amaçlarda uzlaşmayı sağlayacak bağımsız bir temelden yoksunluk, siyasal bir mücadele alanı yaratır. Sonuç olarak; iktidar perspektifi içeren çatışmalı bir ilişkisellik varsa ve taraflar arasında bir uzlaşma zemini yoksa siyasal olma halinden söz edebiliriz. Eğitim de içinde iktidar ve tahakküm ilişkilerini barındıran, taraflar arasında uzlaşma zemininin sıklıkla kaybolduğu ilişkiler ağında yaşanan bir süreçtir. Bu nedenle de her parçasıyla siyasal bir süreçtir.

Mouffe (2010) politik ya da siyasal olanla insan ilişkilerinin doğasında bulunan antagonizma boyutunu kastettiğini ve bunun ‘politika’dan ayrılması gerektiğini söyler. ‘Politika’nın, ‘politik olan’ boyut tarafından etkilenmeyle daima çatışmayı içeren insani bir arada varoluşun tesis edilmesine dönük pratikler, söylemler ve kurumlar olduğunu belirtir.

Schmitt (2006), siyasal kavramının devlet kavramından önce geldiğini çünkü “devlet”in bir halkın siyasal statüsü olduğunu ifade etmiştir. Buna karşılık, “siyasal” kavramının çoğunlukla “devlete ilişkin olan” ile ilişkilendirildiğini söyler. Bu mantık devam ettirilirse, devletin karşısında duran “toplum” ve “toplumsal” şeyler, devlete ilişkin olmayan şeyler apolitiktir yani siyasal değildir, sonucuna varılır. Bu sonucun bir hata olduğunu belirtir Schmitt. Çünkü bu durumda din, kültür, eğitim, ekonomi gibi alanlar siyasal olmaktan çıkarlar ve depolitizasyona uğrarlar. Schmitt’e göre devlet ve toplum özdeşliğinin ifadesi olarak ortaya çıkan ve her alana el atıp hiçbir alana ilgisiz kalmayan 20'inci yüzyılın bütünsel(total) devletinde böyle bir “nötr” alan yoktur. Her şey en azından bir olasılık olarak siyasaldır (Schmitt, 2006: 43). Ayrıca, Schmitt, siyasal kavramının tanımının siyasal kategorilerin keşfiyle mümkün olabileceğini; nasıl ahlak alanında iyi ve kötü ayrımı, estetikte güzel ve çirkin, ekonomide yarar ve zarar ayrımları varsa ve bunlar söz konusu alanlar için belirleyici ise aynı türden bir ayrımın siyasal kavramı için de bulunabileceğini söyler. Ona göre özgül siyasal ayrım, dost-düşman ayrımıdır (Schmitt, 2006: 47, Özsoy, 2012). Siyasal düşman, öteki ve yabancı olarak tanımlanır. Bu yabancılık siyasal düşmanla, önceden kararlaştırılmış genel bir normla veya tarafsız üçüncü bir kişinin kararıyla çözülemeyecek çatışmaların yaşanmasına neden olabilir (Schmitt, 2006: 47). Sonuç olarak, Schmitt’in siyasal kavramına dair çözümlemesinde de siyasal olmayı belirleyen durumların; tarafların varlığı, çatışmalı ilişki varlığı ve bir uzlaşma zemininin yokluğu olduğunu görürüz. Siyasal olana ilişkin dost-düşman ayrımıyla ilgili olarak, Mouffe (2010) ise ancak politik olan boyut kabul edildiği zaman düşmanlığın ehlileştirilerek potansiyel olarak var olan antagonizmanın daha az tehlikeli hale getirilebileceğini ve böylece demokratik politikaya ulaşma yolunda ilerlenebileceğini söyler. Dolayısıyla, siyasal olana siyasal değilmiş gibi davranmak, bizi demokrasiden uzaklaştırır ve antagonizmaların ve çatışmaların üzerini örtmemizi sağlar. Eğitim için de aynı durum geçerlidir. Eğitim, siyasal bir gerçeklik olmaktan çıkarılmaya çalışıldıkça çatışma ve antagonizmaların üstü örtülür. Demokratik bir politikadan da aynı oranda uzaklaşılmış olur.

Barber (1995), siyasal ya da politik olma ve siyaset yapmayla ilgili, siyasal olanın incelenmesi için gereken kavramların eylem, kamusallık, zorunluluk, seçim, makul olma, çatışma ve bağımsız bir temelin yokluğu olduğunu belirtir. Barber, Schmitt’ten farklı olarak siyasal olanın belirleyicileri arasına eylem, kamusallık, zorunluluk, seçim ve makul olmayı da ekler. Dolayısıyla, ilişkisel gerçekliği “siyasal” olarak nitelendirebilmek için bu kavramlar üzerinden değerlendirmeye tabi tutabiliriz. Aslında, siyasallığını sorgulayacağımız eğitimin de salt kendinde olan, özsel bir anlamı yoktur. Biz onu nasıl tanımlarsak eğitim o olur. Bir davranış değiştirme süreci olarak tanımlayabileceğimiz gibi, toplumsal ve kültürel bir aktarım süreci veya kişinin kendisini geliştirmesini sağlayacak ortamların yaratılması olarak da tanımlanabilir. Her tanımlama amaç, yapı ve süreç boyutlarıyla farklı bir “eğitim” yaratır. Çünkü eğitim, bir şey veya bir durum değil politik ve toplumsal bir inşa sürecidir. Kamusal sonuçlar üreten, bu sonuçları üretmek için eylem yapma zorunluluğunu içeren bir süreçtir. Ayrıca bu süreçte, yukarıdaki örneklerde olduğu gibi herkesin eğitim tanımı farklı olabilir ve bu tanımlar arasında çatışma yaşanabilir ve bunlar arasında makul bir seçim yapmak zorunda kalınabilir. Sonuç olarak diyebiliriz ki; hem Schmitt’in hem de Barber’in siyaset yapma gereksinimini doğuran koşulların hepsi eğitim süreci içinde vardır. Ayrıca siyasal olmak için gereken doğal bir süreç veya olgu olmama, insan iradesiyle değiştirilmeye açık olma, çatışma ve uzlaşmaların yaşanabileceği ilişkisel ve bağlamsal olarak tanımlanacak bir inşa süreci olma, öğreten-öğrenen gibi hegemonik bir ilişkiyi içerme gibi özellikleri, eğitimi siyasal/politik bir ilişkisel geçeklik yapan özellikleridir.

egitimin-siyasal-analizi-egitim-sorunlarina-care-olur-mu-670879-1.

Eğitimsel gerçeklik, siyasal olma özelliğini sonradan ya da süreç içinde kazanmaz ya da bu özellik ona birileri tarafından atfedilmez, bu özellik zaten eğitim olgusunun toplumsal ilişkiler ağı içinde oluşan politik bir inşa süreci olması nedeniyle kendisine içkindir. Yani eğitim, biz onu siyasal olarak tanımladığımız için siyasal değildir, o zaten siyasal bir olgu olarak toplumsal ilişkiler içinde var olmuştur. Belli bir toplumsallığa ve tarihselliğe sahiptir. İktidar ilişkilerinin belirlenimi, eğitimin anlam ve içeriğini de belirler. Eğitimsel gerçeklik, farklı toplumsal kesimler arasındaki güç ilişkileri tarafından biçimlenen politik bir gerçeklik ve inşa sürecidir.

Eğitimsel gerçekliğin toplumsal ve siyasal bir inşa süreci olduğunun ortaya konulması, eğitimin de siyasal bir olgu ve süreç olarak kabul edilmesini zorunlu kılar. Bu zorunluluk ise eğitim bilimciler ve eğitim sorunlarına çözüm arayanların hem kendilerine hem de eğitime ve çözüm aradıkları soruna tümüyle farklı bir bakışı gerekli kılmaktadır. Siyasal sistem ve ilişkiler içinde nedenleri ve bağlantılarıyla birlikte görülebilen sorunlara üretilen çözümler de daha kökten, daha gerçekliğe uygun ve daha ihtiyaca yanıt veren çözümler olacaktır. Her şeyden önce doğru çözümlere ulaşmanın sorunu doğru yerden doğru bir şekilde tarif etmekten geçtiği bilinciyle bakış açısının doğru objektife yerleştirilmesi bizi çıkmaz sokaklarda dolaşmaktan ve her seferinde hayal kırıklığına uğramaktan alıkoyacaktır. Bir an önce doğru çözümlere ulaşmak dileğiyle…

KAYNAKLAR

Barber, B. (1995), Güçlü Demokrasi- Yeni Bir Çağ İçin Katılımcı Siyaset. Çeviren: Abdullah Yılmaz- Mehmet Beşikçi. İstanbul: Ayrıntı Yayınları Mouffe, C. (2010). Siyasal Üzerine. (Çev. M. Ratip), İstanbul: İletişim Yayınları. Özsoy, S. (2012). Eğitimi politik düşün(eme)mek üzerine bir örnek olay incelemesi: 4x3’lük Zorunlu Eğitim Tartışmaları. Eğitim Bilim Toplum, 10 (39), 93-123. Özsoy, S., Ünal, L. I., Güngör, S., Özdemir, Y., Buyruk, H. ve N. Demir (2013).Türkiye’de Eğitim Bilimci Olmak: Bir Kimlik Araştırması. Ankara: Pegem Yayınları. Schmitt, C. (2006). Siyasal Kavramı. (Çev. E. Göztepe) İstanbul: Metis Yayınları. Straus, L. (2000). Politik Felsefe Nedir?. (Çev. Solmaz, Zelyut) İstanbul: Paradigma Yayınları. Ünal, I., Özsoy, S. (2010). Eğitim Bilimcinin Politik İşlevi ve Sorumluluğu: Yaratıcı Özyıkım. Karaburun Bilim Kongresi (07-09 Eylül 2007).

cukurda-defineci-avi-540867-1.