Hiç geciktirilmeksizin resmi adı 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ve Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi olan Ek Bütçe Teklifinin Cumhurbaşkanı tarafından TBMM’ye sunulması gerekiyor. TBMM ise gerçek anlamda bütçe hakkına sahip çıkmak istiyorsa, Ek Bütçe Teklifinin bir an evvel TBMM’ye gelmesi yönünde ısrarcı olmalıdır.

Ek bütçe çağrısı

AZİZ KONUKMAN

Koronavirüs salgınından kaynaklanan bir ekonomik ve toplumsal krizin içinde yaşıyoruz. Böyle bir ortamda bütçe gelirleri azalırken giderlerinde büyük sıçramalar ortaya çıkması kaçınılmazdır. Çünkü 2020 bütçe büyüklüklerinin dayandığı 2020-2022 dönemini kapsayan Yeni Ekonomi Programı (YEP) şimdiden geçerliliğini yitirmiştir. 2020 yılında OECD’ye göre büyümenin yüzde 2,7 olacağı tahmin ediliyor. Dünya Bankası tahmininde ise bu oran yüzde 0,5, IMF tahmininde ise yüzde 5’lik bir küçülme öngörülüyor. TCMB 2020 yılı Nisan ayı Beklenti Anketi’nde de yüzde 0,6’lık küçülme bekleniyor. Dolayısıyla YEP’in yüzde 5’lik öngörüsünün geçerli olamayacağı çok açıktır.

Türkiye ekonomisi hızla istihdamın ve talebin çöktüğü, işsizliğin arttığı bir döneme doğru sürükleniyor. Yüzde 5’lik küçülme öngörüsünün gerçekleşmesi durumunda çöküntünün boyutları daha da artacaktır. Kaldı ki, çift hanelere varan küçülme tahminleri de gündemdedir. Koronavirüsün ekonomiye etkileriyle ilgili TEPAV çalışmasında virüs salgının 6 ay sürmesi halinde küçülmenin yüzde 20’yi bir yıl sürmesi halinde de yüzde 38’e varabileceği bekleniyor.

Bütçe açığı artacak kaygısı, salgın sürdükçe geçerli olamaz…

Böyle bir ortamda hiç kuşkusuz büyümenin YEP’te öngörülenden ne kadar saptığına bağlı olarak 2020 bütçesinde öngörülen bütçe gelirlerinde ciddi kayıplar oluşacaktır. Öte yandan, aynı süreçte salgının ekonomide yaratacağı olası olumsuz etkileri önlemeye yönelik paket ve torba yasanın bütçeyle ilişkilendirilebilecek düzenlemeleri nedeniyle bütçe giderlerinde olağandışı artışlar olacaktır. (Ancak hemen belirtelim, 100 milyar TL’lik paketin önemli bölümleri kamu bankalarına yıkılan kredi taleplerinden oluşuyor ve bu nedenle doğrudan bütçe maliyeti bu toplamın çok altında kalacaktır). Böylece başlangıçta öngörülen bütçe açığının çok ötesine gidilecektir. Olması gereken de budur ve bundan endişe duymamak gerekiyor. Bütçe açığı artacak kaygısı, salgın sürdükçe geçerli olamaz. Halkın ihtiyaçlarını karşılamaya dönük önlemler ne kadar harcama gerektiriyorsa o harcamalar derhal yapılmalıdır. Mevcut paket ve son çıkarılan torba yasa kifayetsizse –ki öyledir, örneğin açıklanan pakette doğrudan emekçileri gözeten kalemlerin ek maliyeti (emeklilerin en düşük aylığının 1500 TL’ye çıkarılması ve ihtiyaç sahibi ailelere yapılan yardımlara 2 milyar TL’lik ek kaynak ayrılması) toplam paketin yüzde 3-4’ünü aşamıyor- açıklanacak yeni bir paketle bu eksiklik giderilerek yeni toplumsal talepler karşılanabilir. Yeni paket, sadece sağlık harcamalarından ve salgın ortamında sade yurttaşlara, emekçilere dönük doğrudan ayni ve nakdi desteklerden oluşmalıdır.

Mevcut paket ve torba yasa ile sonrasında açıklanacak yeni düzenlemelerin bütçeyle ilişkisi mutlaka kurulmalıdır

Ancak halihazır uygulamadan farklı olarak bu tür destekleri içeren paket ve torba yasa teklifleri mutlaka bütçeleştirilmelidir. Bu yapılmadığında kaynak tahsisi ve aktarımı keyfiliğe açık hale gelmektedir. Örneğin paket açıklandığında yardım almakta olan 2 milyon aileye aile başına 1000 TL tahsis edileceği öngörülmüşken daha sonra aile sayısı 2,3 milyon daha artırılmıştır. Son yapılan açıklamayla bu rakama bir 2,3 milyon daha ekleneceği duyurulmuştur. Bu açıklamaların sağlam dayanakları olup olmadığı kuşkuları bir yana, eklemeler yapılırken yardımdan yararlanmaya yönelik nesnel ölçütlerin kamuoyuna açıklanmaması, siyasal kayırmacılığa açık bir tahsis yapılacağı kuşkusunu doğurmuştur.

Paketi mevcut haliyle kabul edip tartışmak “ne kadar, nereye?” sorusunu gündemden düşüren, keyfiliğe, kapkaççılığa sonuna kadar açılan şimdiki eğilime teslim olmak anlamına gelir. Bundan ısrarla kaçınmak gerekiyor. Benzer bir kuşku, halktan yapılan bağışlara dayanan “Milli Dayanışma Kampanyası’’ için de geçerlidir. Toplanacak bağış tutarının nereye ve hangi nesnel ölçütle aktarılacağı belirsizliğini korumaktadır.

Bütçe hakkına sahiplenmek gerekiyor

İktidar bu doğrultuda adımlar attığında “ihtiyaç duyulacak ek ödenek nereye tahsis edilecek ve kaynağı kimlerden nasıl alınacak?” soruları haklı sorular olup mutlaka gündeme taşınmalı ve yanıtı alınmalıdır. Bu tür bir müdahale ve sorgulama bütçe hakkına sahiplenmek anlamına geliyor. Bilindiği üzere, kamu gider ve gelirlerinin belirlenmesinde halkın söz sahibi olmasına Bütçe Hakkı deniliyor. Bu hak, halkın yüzyıllar süren demokrasi mücadelesinin aşama aşama kaydettiği kazanımlarının ürünüdür. 1215’de Magna Carta Sözleşmesiyle gündeme gelen bütçe hakkı, 19. ve 20. yüzyılda bir dizi bütçe ilkesinin benimsenmesi ve yerleşmesiyle tüm dünyada evrensel bir değer haline gelerek kurumsallaşmıştır.

Benzer şekilde, Türkiye’de de bu hak, mevzuata girmiş ve bütçe sürecinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Gerçi bütçe hakkı, yeni Anayasa ile birlikte çok ciddi bir şekilde zedelenmiş ve adı var kendisi yok konumuna getirilmiştir ama bu durum yine de bütçe hakkı açısından her şeyin bittiği anlamına gelmiyor. Çünkü 5018 sayılı Bütçe Mali Kontrol Yasası’nın başlangıcından beri var olan 5’inci maddesinde sıralanan, kamu maliyesinin temel ilkeleri arasında yer alan ‘d’ bendinde açıklanan “Kamu malî yönetimi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bütçe hakkına uygun şekilde yürütülür” ilkesi, Meclis açısından önemli bir teminattır.

Salgına karşı nerelere ne kadar harcanacağı, kaynağın kimlerden alınacağı, kaynak yetmediğinde ortaya çıkacak bütçe açığının nasıl finanse edileceği, kamuoyunun önünde tartışılıp kararlaştırılmalı ve mutlaka bütçeye bağlanmalıdır. Bütçeye bağlama sürecinde kesinlikle harcama öğeleri için bütçe hakkından ödün verilmemelidir. Zira kamu bütçeleri bütçe hakkının olmazsa olmaz koşulu olan ‘giderlerin önceliği’ ilkesine dayanmaktadır. Bu ilkeye göre; önce toplumsal tercihlere göre harcama tutarı ve kalemleri saptanmakta, ardından bu harcamaların gerektirdiği kamusal gelir sağlanmaktadır. Bu ilke, kamu bütçesini özel bütçeden -özel sektörün yaptığı bütçeden- ayıran temel bir özelliktir. Bu ilkenin temel mantığı, gelir sağlama konusunda devletin egemenlik hakkının önemli bir güç kaynağı olduğudur. Devletin bu gücü bireylerin üzerinde bir güçtür. Devlet bu gücü toplum / kamu yararına kullanmak durumundadır. Ama maalesef Türkiye’de bu bütçe ilkesi, hem demokratik işleyişin geriliği, hem de IMF–DB dayatmasıyla bütçe yapma alışkanlığı nedeniyle ters yüz edilerek, bütçeler özel sektör mantığıyla hazırlanır hale gelmiştir. Ayağa göre yorgan dikmekle görevli devlet bu görevini IMF–DB’nin meşhur faiz dışı fazla( FDF) dayatması nedeniyle savsaklayarak ayağını yorganına göre uzat felsefesine sarılmıştır. Kaldı ki, IMF–DB temelli bütçe anlayışında bile bütçenin açık vermesi kabul görmüştür. Burada mali disiplin sağlanması açısından titizlenilen nokta, açığın mutlak büyüklüğünden ziyade ekonomideki göreli boyutudur. Örneğin bu anlayışın hâkim olduğu Maastricht Kriterlerinde bütçe açığının -genel devlet açığı kastediliyor- milli gelire oranı yüzde 3 ile sınırlandırılmıştır. Ayrıca bu kritere uyulmaması Mali Anlaşma adı verilen bir sözleşme ile ciddi yaptırımlara bağlanmıştır. AKP bu felsefeyi önceleri IMF–DB ikilisinin dayatmasıyla uygulamış, sonrasında ise kendi iradesiyle sürdürmeye devam etmiştir. Salgının derinleştirdiği bu kriz ortamında bugüne kadar dayatılmış olan gelirlere öncelik tanıyan neoliberal ezberin terkedilerek giderlerin önceliği ilkesine yeniden sahiplenmek gerekiyor.

Salgın ek bütçeyi zorunlu kılıyor

Giderlerin önceliği ilkesini hayata geçirmenin yolu ek bütçeden geçiyor. Ek bütçe 5018 sayılı Yasa’nın Merkezi Yönetim bütçe kanun teklifinin görüşülmesi başlıklı 19’uncu Maddenin son fıkrasında düzenleniyor. Bu fıkrada, Merkezî yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin bütçelerindeki ödeneklerin yetersiz kalması halinde veya öngörülmeyen hizmetlerin yerine getirilmesi amacıyla, karşılığı gelir gösterilmek kaydıyla, kanunla ek bütçe yapılabilir deniliyor. Bu yasal bir zorunluktur.

Salgın nedeniyle kamu idarelerinin bütçelerindeki ödeneklerin öngörülmeyen hizmetlerin yerine getirilecek olması nedeniyle yetersiz kalacağı açıktır. Bu durumda mevcut yasa, ek bütçeye gidilmesini zorunlu kılmaktadır. Bütçeye yeni yük oluşturacak paketlerle ve torba yasalarıyla yetinerek bu yasal zorunluktan kaçınmak mümkün değildir. Kamu idarelerine 2020 bütçesi bağlanırken verilen ödeneklerle öngörülmeyen hizmetlerin yerine getirilmesi için ek ödeneğe olanak tanıyan ek bütçenin çıkarılması gerekiyor. Ek bütçenin çıkarılmaması durumunda öngörülmeyen hizmetlerin karşılanması sonucu ödenek üstü harcama yapılması kaçınılmaz hale gelecektir. Yani siyasal iktidar TBMM’nin yetki verdiği ödeneğin ötesinde harcama yapmış olacaktır

Servet vergisi mutlaka gündeme alınmalı

Ek bütçeyle hem ödenek üstü harcamanın önü kesilmiş oluyor hem de denk bağlanması mecburiyeti -ek ödenek karşılığı gelir gösterilmek kaydıyla getirilebiliyor- nedeniyle 2020 Bütçesi’nde öngörülen bütçe açığı korunmuş oluyor. Ek ödenek karşılığı gelir gösterilirken, geçinmekte sıkıntı çeken ve salgın nedeniyle bu sıkıntısı daha da ağırlaşacak olan başta emekçiler olmak üzere geniş halk yığınlarına yeni bir vergi yükü getirmekten kesinlikle kaçınılmalıdır. Yaratılacak bütçe gelirinin vergi ayağı ağırlıklı olarak servet vergisine dayalı olmalıdır. Bunun için hedef grup olarak, özellikle son 20 yılda rant gelirleriyle palazlananlar belirlenmelidir. Servet vergisiyle birlikte vergi tarifesinin üst gelir dilimindekilerin daha yüksek vergi vermesini sağlayacak bir tarife düzenlemesine de gidilebilir. Ayrıca vergi dışı gelirlerde -teşebbüs ve mülkiyet gelirleri, alınan bağışlar ve yardımlar ile özel gelirler, faizler, paylar ve cezalar, sermaye gelirleri ve alacaklardan tahsilat- ve Merkezi Yönetim Bütçesi’nin bir parçası olan özel bütçeli idareler ile düzenleyici ve denetleyici kurumların gelirlerinde artış sağlayıcı düzenlemeler de öngörülebilir. Örneğin “Milli Dayanışma Kampanyası’’ ile toplanacak bağış tutarı ek bütçede vergi dışı bir gelir kalemi olarak gösterilecektir. Böylece bu kaynağın ödenek olarak tahsis edilmesi bütçe prosedürünün teminatı altında olacaktır. Üstelik bu bağışların kullanım alanlarının da belirlenmesine yol açacaktır.

Ek bütçe önemli olanaklar sunuyor

Ek bütçeye gidilmesinin bir diğer avantajı, resmi adı 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ve Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi olan Ek Bütçe Teklifinin mevcut bütçede değişiklik yapılmasına olanak tanımış olmasıdır. Bu olanaklar şöyle sıralanabilir:

>> Bütçe önceliklerin değiştirilmesi (düşman tanımlamasındaki değişikliğe paralel olarak savunma hizmetlerine ayrılan ödeneklerde kısıntıya giderek bunların yeni bir bütçe kalemi olarak ortaya çıkan salgını önlemeye yönelik hizmetlere kaydırılması, kamu idarelerinin yıl içinde salgın nedeniyle ortaya çıkabilecek ihtiyaç fazlası ödeneklerinin salgınla mücadelede aktif rol alma konumunda olan diğer kamu idarelerinin ödenek ihtiyacının karşılanmasında kullanılması vb. yollarla),

>> Kamu Özel Ortaklığı isimli projelerin kriz kaynaklı düşük performanslar nedeniyle oluşabilecek garanti ödemeleri için ayrılmış ödeneklerin iptal edilmesi (geçmiş ek bütçe uygulamalarından 2003 ve 2004 ek bütçe kanunlarında ek ödeneği aşan miktarda ödenek iptaline gidilmiştir),

>> 2006 tarihli Tarım Kanunu'nun "tarımsal destekler Milli Gelirin yüzde 1'inden az olamaz" hükmünün bütçe hükmüne dönüştürülmesi ve böylece yıllık ortalaması yüzde yarımı geçemeyen bu desteklerin yüzde 1’e taşınmasının sağlanması,

>> Büyük ölçüde sermaye kesimlerine tanınan vergi istisnası ve muafiyetler nedeniyle 2020 yılı için 195,6 milyar TL tutarında bir vergi kaybına yol açması öngörülen bu teşvikin çok küçük bir kısmını oluşturan emekçiye yönelik olan kısmı hariç tutularak salgın nedeniyle bu yıla mahsus olmak üzere geçersiz kılınması,

>> “Doğal Afet Giderlerini Karşılama Ödeneği” benzeri “Salgın Giderlerini Karşılama Ödeneği” adı altında yeni bir ödenek kalemi ihdas edilmesi,

>> Savunma Sanayii Destekleme Fonundan Hazineye yatırılacak mevcut tutarın artırılmasıyla bir yandan genel bütçeye bu tutar kadar gelir kaydı yapılabilmesi ve diğer yandan Sağlık Bakanlığı bütçesinin ilgili tertiplerine bu tutar kadar ödenek kaydedilmesinin sağlanması,

>> Ödeneklerin ihtiyacı karşılayamadığı durumlarda devreye sokulacak yedek ödenek tutarının otomatikman yükselecek olması (genel bütçe ödeneklerinin yüzde 2’sine kadar yedek ödenek konulması zorunluluğu nedeniyle, ek bütçeyle genel bütçe ödeneğinin artırması sonucunda yedek ödenek tutarı artmış olacak),

>> Yerel yönetimlerin temiz ve atık su başta olmak üzere yatırım ve hizmetlerinin aksamaması (büyükşehirlerin en önemli yatırım kalemi temiz ve atıksu alanındadır), belde sakinlerine indirimli veya ücretsiz su kullanımı olanağı sağlayabilmeleri için onlara merkezi bütçeden gerektiği kadar kaynak aktarılması,

>> Yerel yönetimlerin dış borçlanmaları konusunda ihtiyaç duyacakları Hazine garantilerinin verilmesi, Kanal İstanbul gibi üzerinde toplumsal uzlaşma sağlanmamış projelere bütçeden kaynak sağlanmasının önüne geçilmesi (hatırlanacaktır, gerekirse Kanal İstanbul projesinin bütçeden finanse edilebileceği ifade edilmişti),

>> Genel bütçe ödeneğinin ek bütçeyle artacak olması nedeniyle kamu sermayeli bankalar ile kamu kurum ve kuruluşlarına finansmanına yönelik olarak daha fazla ikrazen karşılığında herhangi bir nakit girişi sağlanmayan özel tertip Devlet iç borçlanma senedi ihraç edilebilmesi (çünkü yıl içinde ihtiyaç duyulması halinde kamu sermayeli bankalar ile kamu kurum ve kuruluşlarına finansman sağlanması amacıyla, genel bütçe ödeneğinin yüzde üçüne kadar ikrazen özel tertip Devlet iç borçlanma senedi ihraç edilebiliyor).

İhtiyaca göre olanaklar daha da genişletilebilir. Ek bütçe kanunuyla mevcut bütçe kanununda yapılacak bu tür değişikliklerle, gerekli sağlık harcamalarının ve salgın ortamında ihtiyaç sahibi sade yurttaşlara ve emekçilere dönük doğrudan ayni ve nakdi desteklerin yapılabilmesi mümkün hale gelecektir. Bu tür destekler gelir aktarımı ve bazı temel harcamaların (elektrik, su vb.) devlet tarafından üstlenilmesi şeklinde planlanmalıdır.

Borçlanmayla bütçe açığının finansmanı eskisi kadar kolay değil

Ek bütçeyle salgının yarattığı ekonomik ve toplumsal tahribatı telafi edici harcamaların önü ödenek üstü harcamaya başvurmaksızın açılabilir. Ancak bu yeterli değildir. Ek bütçeyle değişikliğe uğratılan 2020 Bütçesi’nin öngörülenin üzerinde bütçe açığı vereceği gerçeğinden hareketle -nedeni yukarıda açıklanmıştı- bu açığın nasıl finanse edileceği bugünden planlanmalıdır.

Bunun bir yolu, bugüne kadar sıkça başvurulduğu gibi 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 5. Maddesi’nde tanımlanan borçlanma limitini hiçe sayarak ve ödenek üstü harcamaya yol vererek borçlanmaya gidilmesi, yani fiili bir durum yaratılarak, ilgili yasaya aykırı davranılması (torba yasalarla ilgili yasaya 5’inci maddeyi işlevsiz hale getiren geçici maddeler ekleyerek bu limit aşımına yasallık kazandırılmaya çalışılıyor) ve bütçe hakkının ihlal edilmesidir. Bu yol fiilen yaratıldığı için 5018’in yürürlüğe girdiği 2015 yılından buyana ek bütçe uygulamasına gidilme gereği duyulmamıştır. İstenilse de bu yoldan gidilmesi, bu kriz koşullarında eskisi kadar kolay olmayacaktır. Dış borçlanmanın maliyetini gösteren risk primi CDS’in giderek yükselmesi ve içeride borçlanmanın piyasa aktörlerinin nakit sıkıntısı nedeniyle zorlaşması bu kanıyı güçlenmektedir.

Ayrıca bu kanıyı destekleyen bir diğer gelişme, iç borç çevirme oranının (iç borç tutarı-iç borç servisi oranı) daha şimdiden Ocak-Şubat’ta gerçekleşen değerinin (116,4) yılın bütünü için öngörülen değeri (104,4) bir hayli aşmış olmasıdır. Bu oran, Hazine’nin 100 TL’lik bir borç ödeme yapabilmesi için bu tutardan daha fazla, 116,4 TL’lik borçlanma yapması gereğine işaret ediyor. Yani Hazine piyasaya ödediğinden daha fazlasını borçlanma durumundadır. Bu tutumda ısrarcı olunduğunda, nakit sıkıntısı çekmekte olan özel sektörün borçlanma piyasasından dışlanması eninde sonunda kaçınılmaz hale gelecektir. Nitekim geçtiğimiz günlerde TÜSİAD Başkanı tarafından örtük bir şekilde bunun tercih edilen bir seçenek olamayacağına dikkat çekilmiştir. Yani sermaye çevreleri kaynak ihtiyacının Hazine'nin iç borçlanması üzerinden çözülmesine sıcak bakmıyorlar.

Çözüm Hazine’ye kısa vadeli avansta ancak geri ödeme yükümlülüğünün salgın dönemi boyunca askıya alınması koşuluyla

İç borçlanmanın yetersiz kalacağı böylesi durumda, geriye bir seçenek daha kalıyor. Bu seçenek, Merkez Bankası tarafından Hazine’ye kısa vadeli avans açılmasıdır. Bilindiği üzere, Hazine’ye kısa vadeli avans, yıl içinde bütçenin gelir-gider kalemleri arasında ortaya çıkan dengesizliği ortadan kaldırmak amacıyla her yıl cari yıl bütçe giderlerinin yüzde 15’ini geçmemek üzere kullanılan bir Merkez Bankası kaynaklı iç finansman kaynağıdır. Bu, Hazine’nin doğrudan Merkez Bankası kaynaklarına başvurarak nakit olarak borçlanması anlamına geliyor. Bu avans, vadesi bir yılı aşmayan kredi niteliğindedir. Hazine, kullandığı avans miktarını yılsonuna yasal faiziyle birlikte Merkez Bankası’na ödemekle yükümlüdür. Ancak uygulamada bu tutarın mali yılsonunda Merkez Bankası’na geri ödenmesi mümkün olamamıştır. Bu tutum nedeniyle avans uygulaması, Hazine’nin dönemlik ihtiyacını karşılamaktan çıkıp bütçe açıklarının finansmanına hizmet eden ve enflasyonist etkiler yaratan bir niteliğe bürünmüştü.

Böyle bir gerekçe ileri sürülerek, önce yüzde 15 ‘lik oran yüzde 5’e çekilmiş, daha sonra başka bir kriter getirilmiş ardından 1998’den itibaren de avans verilmesi fiilen durdurulmuştur. Şubat 2001 Krizi’nin hemen ardından 25 Nisan 2001 Tarih ve 4651 Sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 1940’larda başlayan ve 1998’e değin sıklıkla kullanılan ve Hazine’nin temel finansman kaynaklarından biri olan kısa vadeli avansın yasal dayanağı ortadan kaldırılmıştır. Bu olanak, Hazine’nin kullandığı avans miktarını yılsonuna yasal faiziyle birlikte Merkez Bankası’na ödemekle yükümlü tutulmasını bir yaptırıma bağlayarak yeniden getirilmelidir. Ancak TCMB’ye yılsonunda geri ödeme yükümlülüğü salgın dönemi boyunca askıya alınmalıdır. Avans tutarının genel bütçe ödeneklerinin belli bir yüzdesiyle sınırlandırılacak olması, para basılacak ve enflasyon kontrolden çıkacak endişesi tümüyle giderilmiş olacaktır. Şurası unutulmamalıdır, Hazine’ye nakit sağlanması önerisi, aynı zamanda, ekonomik krizin en sert vurduğu alan olan talep daralmasının aşılabilmesi açısından da tamamlayıcı niteliktedir. Esasen talep çöküntüsü sürerken parasal genişlemenin enflasyonist olması beklenemez.

Dolaylı finansmana devam edilmeli

Merkez Bankası’nın Hazine’ye katkısı doğrudan nakit finansmanıyla sınırlı kalmamalıdır. Ayrıca, Merkez Bankası’nın Hazine’ye sağladığı mevcut dolaylı finansman olanağı daha da genişletilmelidir. Bilindiği üzere, Merkez Bankası Hazine’nin borçlanmak amacıyla ihraç ettiği kamu kâğıtlarını (DİBS) açık piyasa işlemleri yoluyla veya doğrudan Hazine’den almak suretiyle dolaylı bir finansman sağlamaktadır. Bu yola daha fazla başvurulması, iç borçlanmanın bir kısmının Merkez Bankası’nın katkısıyla hayata geçirilmesini olanaklı hale getirirken aynı zamanda Hazine’den avansa yönelecek talebin baskılanmasına da önemli bir katkı sunmuş olacaktır. Ancak açık piyasa işlemleriyle fonlamada Merkez Bankası ihtiyatlı davranmalıdır. Çünkü dış borç stokunun üçte ikisine sahip özel sektörün eline geçen bu nakit parayı döviz taahhüdü nedeniyle döviz alımına yönelerek kuru yükseltmesi riski söz konusudur. Dolayısıyla bu seçenekte ağırlık doğrudan Hazine’den alıma verilmelidir.

Merkez Bankası İSF’ye mevcut katkısını artırmalı

Benzer şekilde Merkez Bankası, Hazine örneğinde olduğu gibi, İşsizlik Sigortası Fonu’nun (İSF) portföyünde bulunan DİBS’leri alma yoluyla Fon’un ihtiyaç sahiplerine ödeme yapabilmesini kolaylaştırmalıdır. Çünkü gerek açıklanan paketin gerekse son torba yasanın bazı unsurları ve düzenlemeleri İSF kaynaklarına ciddi boyutlarda başvurulmayı gerektiriyor. Bu taleplerin karşılanabilmesi için Fon’a taze nakit girişinin gerçekleşmesi zorunluluk haline gelmiştir. Ve Merkez Bankası’nın yapacağı katkı çok önemlidir.

Cumhurbaşkanı ve TBMM göreve…

Yukarıda ayrıntısıyla açıkladığımız gerekçelerle, hiç geciktirilmeksizin resmi adı 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ve Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi olan Ek Bütçe Teklifinin Cumhurbaşkanı tarafından TBMM’ye sunulması gerekiyor. TBMM ise gerçek anlamda bütçe hakkına sahip çıkmak istiyorsa, Ek Bütçe Teklifinin bir an evvel TBMM’ye gelmesi yönünde ısrarcı olmalıdır.