Proletarya, toplumsal sınıfların ve yani kendisinin de mezar kazıcısı olacaktı. Herkes emekçi olunca toplumsal sınıf diye bir şey kalmayacaktı. Oysa proletarya kendisiyle birlikte toplumsal sınıfları mezara gömemedi

Ekim’i yeniden kazanmak

Gökhan Atılgan

Bolşevikler liderliğindeki Rus proletaryası emperyalist zincirin en zayıf halkasını kıralı yüz yıl oldu. Lenin liderliğindeki Bolşeviklerin yönlendirdiği Rus proletaryasının tarihin ilk işçi devrimini muzaffer kılmasının, tarihte ilk kez sosyalist bir ülke kurmaya girişmesinin, dünya devrimi ve dünya sosyalist sistemi için bir yol açmaya yeltenmesinin üzerinden tam yüz yıl geçti.

Ekim Devrimi tarih sahnesinden çekilip giderken geriye kazanımlarını, deneyimlerini ve derslerini bıraktı. Bu yüzden de, ekonomik hayatta, siyasal hayatta, kültürel hayatta, bilimsel hayatta, düşünsel hayatta, gündelik hayatta, kuramsal hayatta ve sanatsal hayatta getirdiği yepyeni alternatifleriyle ve perspektifleriyle gülen yüzü, kararlı yüreği ve cesur adımlarıyla yeryüzünü arşınlamaya devam eden bir devrim o. Yüzüncü yaşına bastığında Ankara’nın bir semtinde, Harare’nin bir okulunda, NewYork’un bir sokağında, Paris’in bir meydanında, Londra’nın bir istasyonunda, Prag’ın bir kahvehanesinde, Cape Town’ın bir parkında, Cezayir’in bir mahallesinde, Havana’nın bir meyhanesinde ve Petrograd’ın bir fabrikasında bir posteriyle, bir bildirisiyle, bir kitabıyla, bir marşıyla, bir rozetiyle, bir bayrağıyla, bir lideriyle, bir kahramanıyla, ümidi, neşesi, aşkı ve azmiyle adım adım geziniyor. Bütün dünyanın mazlum milletleri, ezilen kadınları, sömürülen emekçileri, ötekileştirilen inanç kümeleri zalimlere karşı bir söz söylerken, bir adım atarken, bir baş kaldırırken Ekim’i anımsıyor, ondan ilham alıyor ve ondan esinleniyor. Çünkü Ekim’in ömrü kendinden daha uzun, etkisi kendinden daha büyük, gücü kendinden daha fazla ve ilhamı kendi göğünden daha geniş.

Bu ömür, bu etki, bu güç ve bu ilham Türkiye’de elini kolunu sallaya sallaya dolaşıyor. Türkiye, Ekim Devrimi etkinlikleri bakımından muazzam ölçüde canlı bir ülke oldu. Geride bıraktığımız haftalarda Ekim Devrimi konusunda çok sayıda panel, konferans, sempozyum düzenlendi, kutlamalar yapıldı, bilimsel bildiriler sunuldu, dergi özel sayıları hazırlandı ve kitaplar yayımlandı.1 Son olarak da Türk Sosyal Bilimler Derneği tarafından düzenlenen 15. Sosyal Bilimler Kongresine ev sahipliği yapan ODTÜ Kongre ve Kültür Merkezi’nin B Salonunda Ekim Devriminin 100. Yılına adanan yedi oturumda toplam 26 bilimsel bildiri sunuldu. Bütün bu etkinlikler sosyal ve bilimsel bir şölene dönüştü. Daha kurulurken topraklarında Ekim Devrimi rüzgârları esen Türkiye’de, bu rüzgârın uğultuları 100 yıl boyunca hiç kesilmedi. İki komşu ülke, iki kardeş halk ve iki kaderdaş işçi sınıfı arasındaki muhabbet hiç sönmedi.

Bu yazıda nedenler ve süreçler üzerinde duramadan Ekim Devriminin bize neler kazandırdığına, onu nasıl kaybettiğimize ve onu neden yeniden kazanmamız gerektiğine ilişkin düşüncelerimi kısaca paylaşmayı deneyeceğim.

Yeni hayat
Ekim Devrimi, Rusya proletaryasının tarihsel eyleminin bir ürünüydü ve dünya kapitalizminin dünya proletaryası tarafından yıkılışının başlangıcıydı. Proletarya, Ekim’den çok önce yeryüzünde devrimci atılımlara girişmiş, yenilgiler ve zaferler kazanmıştı. Ancak ilk kez Ekim Devrimiyle bir ülkede iktidara gelmiş, kapitalizmin ve ona eklemlenmiş eski düzenlerin bir alternatifini yaratma imkânını elde etmişti. Yeni bir hayatı ancak proletarya ve onun kendi kolları kurulabilirdi. Karl Marx’ın sözleriyle “radikal zincirleriyle meydana gelen, sivil toplumun bir sınıfı olmayan bir sivil toplum sınıfı olan, bütün toplumsal sınıfların çözülüşü anlamına gelen, çektiği acıların evrenselliğinden ötürü evrensel bir karakter taşıyan, özel bir haksızlığa değil genel bir haksızlığa uğratıldığı için özel bir hak talep etmeyen, nicedir tarihsel bir ada sahip çıkmayan fakat yalnızca insan adına sahip çıkan ...
siyasal sistemin sonuçlarıyla tek yönlü bir karşıtlık içinde bulunmayan fakat onun bütün öncülleriyle karşıtlık içinde bulunan ve nihayet kendini toplumun bütün öteki alanlarından özgürleştirmeksizin kendisi özgürleşemeyen, yani tek kelimeyle insanlığın bütünsel yitimi olan ve insanlığın bütünsel kurtuluşuyla kendini kurtarabilen” proletarya2 kuracağı yeni hayatı eski dünyanın temellerinin karşıtları ekseninde yaratabilirdi. ‘Devlet’e karşı ‘sovyet’ ile, ‘özel mülkiyet’e karşı ‘kolektif mülkiyet’ ile, ‘piyasa’ya karşı ‘plan’ ile, ‘yabancılaşma’ya karşı ‘özgürleşim’ ile...

Karşıtlıklar
Ekim Devrimine giden süreçte proletarya, halktan kopan, onun üstüne çıkan, ona buyuran, onu baskı altına alan ve onun sömürülmesinin hukuk ve zor çerçevesini kuran devletin alternatifini yaratmıştı. Bu alternatif, esinlerini Komün’den alan ‘sovyet’ti. Sovyet; yaratanların seçtiği, yönettiği, dağıttığı, koruduğu, yaşattığı örgütlenme ve yönetim modeli olarak devletin tam karşıtıydı. Devlet yukarıdansa, sovyet aşağıdandı. Devlet baskı yapansa, sovyet baskıdan kurtarandı. Devlet merkezse, sovyet yereldi. Devlet kaskatılık ve sabitlikse, sovyet değişkenlik ve dinamizmdi. Devlet ayrıcalıksa, sovyet eşitlikti. Devlet toplumun üstündeyse, sovyet toplumun içindeydi. Devlet sınır çizense, sovyet sınır silendi. Devlet yönetmeyi kalıcı hâle getirense, Sovyet yönetmeyi gereksizleştirme ümidiydi. Devlet kendini ölümsüzleştirmek isteyense, Sovyet kendini söndürmeyi arzulayandı. Devlet ceberrutsa, Sovyet cıvıl cıvıldı....

Bolşevikler ve Rus proletaryası özel mülkiyetin sınıflı toplumların ve ille de kapitalizmin en büyük günahı olduğunu tilmizi oldukları Karl Marx’tan çok iyi öğrenmişlerdi. İnsanın insanı sömürmesinin, ezmesinin, sindirmesinin, sefalete, imkânsızlığa ve boyun eğmeye mahkûm etmesinin biricik kaynağıydı özel mülkiyet. Zengin ile fakir, mağrur ile mağdur, hâkim ile mahkûm, horlayan ile horlanan, ezen ile ezilen arasındaki karşıtlığın rahmiydi. Proletaryanın ona karşı direnişi ve giderek onun esaretinden kurtuluşu, insanın kurtuluşu anlamına geliyordu. Özel mülkiyet yıkılıp yok oldukça zenginler, mağrurlar, hâkimler, horlayanlar ve ezenler de çekip gidiyorlardı. Özel mülkiyetin olmadığı yeni ve kolektif hayatta fakirler, mağdurlar, mahkûmlar, horlananlar ve ezilenler ayağa kalkıyor, hayatı ve dünyayı bütün yönleriyle keşfediyor ve rengârenk özgürlük dünyasına yelken açıyorlardı.

Piyasa; toprağı, emeği, parayı ve hatta insan onurunu metalaştıran bir canavardır. ‘Görünmez el’ tarafından değil, hâkim sınıflar tarafından çekip çevrilir. ‘Serbest’ değildir; ipleri sömürücülerin elindedir. Kendiliğinden dengeye gelmez; insan soyuna ve tabiata ait bütün dengeleri boza boza var olur. Rus proletaryası ve Bolşevikler bu canavarla başetmek; toprağı, emeği, parayı ve onuru meta olmaktan çıkarmak için var güçleriyle ve bütün şevkleriyle çabaladılar. Bunu büyük ölçüde başardılar. Parayı bir meta değil ödeme aracı hâline getirdiler; üretimi, tüketimi, bölüşümü emek ilkesine göre planlamayı öğrendiler ve öğrettiler. Emek ekseninde kurulan yeni hayat, artık-değere, ranta ve kâra göre coşan piyasayı dizginledi, durdurdu, onu geriye doğru marş ettirdi. Her şeyi emekçi halkın ihtiyaçlarına göre düzenledi, işi ve yeteneği buna göre seferber etti. Plân, Ekim’in insanlığa en büyük armağanlarından biri oldu.

Yabancılaşma, sınıflı toplumların ve hele ki kapitalizmin en iğrenç suçudur. Kapitalist toplumda emek kendi üretici etkinliğinden; üretici etkinliğinin ürününden; diğer insanlardan; ortak hayattan ve yaratıcı niteliklerinden yabancılaşır.3 Yabancılaşma insanı örseler, yalnızlaştırır, tükenme noktasına getirir ve giderek bütün insanî nitelikleri mahveder. Bolşevikler ve Rus proletaryası üretici etkinliğini, ürettiği ürününü, insanî ilişkilerini, iştirakçi hayatını ve yaratıcı niteliklerini emekçiye geri kazandırma yolunda çok merhaleler kat ettiler, şanlı başarılara imza attılar.

Kara bulutlar
Ekim Devrimi devlete karşı sovyetle, özel mülkiyete karşı kolektif mülkiyetle, piyasaya karşı planla ve yabancılaşmaya karşı özgürleşimle mücadele ederken insanlık, dünya proletaryası, sosyalizm ve Marksizm adına çok büyük kazanımlar elde etti, yeni ufuklar açtı ve eşsiz deneyimler biriktirdi. Gelgelelim, beklenen dünya devrimin gelemeyişi, emperyalist kapitalizmin saldırıları, eski hâkimlerin direnişi, bunların yarattığı imkânsızlıklar, yoksunluklar, zorluklar ve bazı talihsizlikler ile büyük hatalar Ekim’in üstüne kara bulutlar çekti. Ekim, ‘vakıtları yakalayamaz oldu’ ve hızla gece yarılarına doğru yaklaştı.4

Proletarya, toplumsal sınıfların ve yani kendisinin de mezar kazıcısı olacaktı. Herkes emekçi olunca toplumsal sınıf diye bir şey kalmayacaktı. Oysa proletarya kendisiyle birlikte toplumsal sınıfları mezara gömemedi.
Komünist parti öncülük fikrinin ve eyleminin mezar kazıcısı olacaktı. Her emekçi öncü olunca öncülük gereksizleşip tarihe karışacaktı. Lâkin her emekçi öncü olamadıkça parti büyüdü ve güçlendi.

Sovyet, devletin mezar kazıcısı olacaktı. Üreten herkes yöneten olunca devlet kuruyup gidecekti. Gelgelelim devlet büyüdükçe Sovyet küçüldü.

Plan serpilip geliştikçe piyasa nefes alamayacaktı. Kadere bakın ki piyasaya yol verildikçe plan kendi öz yolundan ayrılır oldu.

Dünya devrimi perspektifi, yerelliğin dar sınırlarının aşılması olacaktı. Ne yazık ki yerellik güçlendikçe dünya devrimi ufku kaybolup gitti.

Bu karşıtlıkların birinci tarafında yer alanlar, sabahlara varmak için koşan ikinci taraftakilere baskın geldikçe Ekim Devrimi gece yarılarına doğru ilerledi.

Lenin
Ekim Devrimi Lenin demekti ve Lenin demek Ekim Devrimi demekti. Dünya savaşının ortasında, her yanıp yakılırken Marksist kuramda, sosyalist programda ve devrimci eylemde silkinişlerin zorunlu olduğunun, yerleşik her şeyin altüst olması gerektiğinin farkına varan bir tek oydu. Dünya yanarken, içine gömüldüğü Hegel okumalarının not defterine heyecanla “Sıçramalar! Sıçramalar! Sıçramalar!” yazan, devrimin teorisi ile pratiğini, sosyalizmin ufkunu ve inşasını yeni baştan kuran da oydu. Hegel’in diyalektiğini Marx’ın kuramıyla, Marx’ın kuramını da kendi devrimci dehasıyla birleştiren benzersiz bir liderdi. Sadece günü gününe, saati saatine en büyük devrimi planlayıp ona önderlik etmekle kalmamış; paranın, piyasanın, devletin ve yabancılaşmanın saltanatının nasıl yıkılacağını da göstermişti, bunların mutlaka ama mutlaka yıkılması gerektiğini durmaksızın vurgulamış ve dünya devrimi için enerjisinin son zerresine kadar çırpınmıştı.

Yeniden
İnsanlık gözlerimizin önünde mahvolur ve güzelim dünya çaresiz bakışlarımız altında kahrolurken Ekim’i ve Lenin’i yeniden kazanmaktan başka bir çare bulunmuyor. Sovyet örgütlenmesini, kolektif mülkiyet fikrini, planlama pratiğini ve özgürleşim ufkunu bu koca dünyanın yarattığı yeni ve muazzam imkânlarla yeniden düşünmek, yeniden ele almak ve kapitalist toplumun alternatifleri olarak emekçi sınıfların gündemine, aklına ve eylemine yeniden dâhil etmek gerekiyor.

Yarının Türkiye’sinde işçi sınıfı nasıl yönetecek, nasıl planlayacak, nasıl ortaklaşacak ve nasıl özgürleşecek sorularının yanıtlarını her gün yeniden tartışmaya ve her gün yeniden düşünmeye yazgılıyız. Bunun için yurtta ve dünyada siyasal gelişmeleri Leninci bir perspektifle okumaya, “geçip giden kısacık uğraklar”ı Lenin gibi yakalama becerisini kazanmaya, onun ustası olduğu diyalektiği siyasal hayatın içinde kusursuzca çalıştırmaya mecburuz. İşte bu yüzden 100. 7 Kasımı, Ekim’i, Lenin’i, Hegel’i ve Marx’ı yeniden kazanmanın fırsatı olarak görebiliriz ve görmeliyiz.

Hamiş
BirGün yazarı Melih Pekdemir’in büyük bir emekle ve sonsuz bir sabırla Türkçeye çevirdiği Lenin’i Yeniden Keşfetmek adlı kitabı bir an önce okumak ve tartışmaya başlamak için ben de herkes gibi sabırsızlanıyorum. Hegel’in Mantık Bilimi ve Marx’ın yöntemi üzerine yapacağımız bereketli toplantıları ben de herkes gibi güzellikle hayal ediyorum. Lenin’in 12 ciltlik seçme eserlerini Türkçeye kazandırma sorumluluğunu özveriyle üstlenmeye hazırlanan Yordam Kitap Genel Yayın Yönetmeni Hayri Erdoğan’a ben de herkes gibi şükranlarımı sunuyorum.
Ekim’i, Lenin’i, Marx’ı ve Hegel’i yeniden kazanacak aydınlarımıza ve işçilerimize selâm...

1 Bu kitap çalışmalarından birine ben de elimden geldiğince katkı yapmaya çalıştım: Yüzüncü Yılında Ekim Devrimi, haz. Gökhan Atılgan (İstanbul: Yordam Kitap, 2017).
2 Karl Marx, Early Writings (Londra: Penguin, 1992), 256.
3 Bertell Ollman, Yabancılaşma: Marx’ın Kapitalist Toplumdaki İnsan Anlayışı, çev. Ayşegül Kars (İstanbul: Yordam Kitap, 2015).
4 Nâzım Hikmet’in “Samar Sarısı” şiirine atfen.