Eksik bir mektup

NESLİ ZAĞLI

Sevgili kızım… Bu benim sana ilk mektubum değil ve muhtemelen de son olmayacak. Sen, çocukluğun o oyuncu, tatlı tutsaklığından henüz çıkmış gencecik bir insansın. Sen hayatın cıvıl cıvıl baharlarındeyken seninle her temasımda hayata inancım perçinleniyor. Çünkü sen ve tüm gencecik insanlar bizim nefesimizsiniz. Yeni olan her nesle yapılan sevimsiz ithamlara hiç inanmıyorum. Ben sizin yenilikçiliğinize, tazeliğinize, aklınıza, mizahınıza inanıyorum. Hele hele Gezi’yi yarı yaşımda insanlarla aynı heyecanla yaşamış biri olarak çok daha fazla inanıyorum. Bu mektubu bu inançla yazıyorum. Anneler bir kez anne olduktan sonra kendilerini herkesin annesi gibi hissederler. Ben de senden önce ve sonrasında gördüğüm her çocuğu, her genci kollarımla olmasa da yüreğimle kucaklıyor gibi hissediyorum. Sizin genç dünyanızı çok anlamasam da saygı duyuyorum. Var sizin bir bildiğiniz ve bizim bilmediğimiz. Kelebek uçuşu gibi akan zaman gibi, aşk gibi, heves gibi. Bundan sonra yazmak istediklerim öğüt değil bu yüzden…Bunları dolu bir yaşanmışlığın taşanları gibi al. Zaten öğüt verenleri de hiç ama hiç dikkate alma. Öğüt vermek yaşamamışların işidir.

Seni bu ülkede ve bu toplumla zor bir hayat bekliyor. Evimizin içindeki atmosfer senin için hiçbir zaman gerçeğini yansıtmayacak. Biz senin için hep eşitlikçi, baskısız ve özgür bir ortam sağlamaya çalıştık. Oysa adım adım dışarıdaki dünyanın böyle olmadığını göreceksin. Toplumun makbul görmediğini kavurup dibini tutturduğu bir çağdayız. Belki bu şehirde bu ayrımı çok belirgin yaşamayacaksın ancak biraz uzaklaştığında çipin ötmeye başlayacak: güvenli sulardan uzaktasın. Çünkü hayat biz özgürlükçülere göre tekin bir yer değil. Girdiğin market, karşılaştığın orta yaşlı komşu kadın seni hep kınayarak bakacak üstüne başına. İşte tam da bu noktada sakın boyun eğme. Sen dikkatleri üzerine çekeni değil üstüne yakışanı giyersin. Dilinle, dininle, dinsizliğinle, siyasi veya cinsel yönelimlerinle sen sensin. Kendin dışında kimsenin seni kınamaya hakkı yok. Yadırgama hakları bakidir, ancak kendin oluşun evveldir.

Bu coğrafyada insan ve insancıl olmanın acısını çok çekiyoruz. Bu ülkede çocuk işçiler var, namus dediklerinin uğruna katledilen, çocukluğunu daha çocukluğu bitmeden kaybeden, yitip gidenler var. Bu ülkede olmasaydık da belki canımızı yakacaktı kapitalist dünyanın vahşi oyunları. Umut botlarında can veren mülteciler, acımasız terör saldırılarında yitirilenler, soykırımlar… Tüm bunlar en az senin varlığın kadar gerçek. Ama sen yine de insanı, insana dair olanı sevmekten, sarmaktan vazgeçme. İnsanın kötülüğünün sınırları yok gerçekten. Ama lütfen hatırla, bu dünyayı ayakta tutan nadir ama ince iyiliklerdir. Hayal kırıklıklarına rağmen içimizde kırılmamış, bozulmamış bir özgür ülke düşleyebilelim. Bu ancak zor bela ve inatla tuttuğumuz bir hayalle mümkündür. Daha iyi bir dünyanın hayali. Hayalini koru…

42 yaşımda dönüp geriye baktığımda görebildiğim en değerli şey temastır. Hayatla temas et, korkma. Yeni yerler gör, yeni insanlar tanı, yeni varoluş biçimlerini dene. Her zaman dene hatta ama hiç emin olma. Büyümek emin olamamaya tahammül etmektir. Tıkanıp kalabilir, yorulabilirsin. İnsanlar, yaşam, zorunluluklar, sorumluluklar ağır gelebilir. Böyle zamanlarda hemen kendi referans noktana dön. Sor kendine: benim ihtiyaç duyduğum ne?

İhtiyaçlarını karşılamak bir başka kişiyi örseleyecekse bir defa daha düşün.Başkasının mutsuzluğundan doğan bir mutluluk makbul değildir. Her zaman can yakmayan bir orta yol vardır. Onu dene ve ödün versen de bundan gocunma insan “bizden” daha kıymetlidir.

Bir gün genç bir kadın olarak belki karşına öyle bir yaklaşım, muamele, tavır çıkacak ki tüm inancını kaybedeceksin. Örneğin bir toplu taşıma aracında tacize maruz kalacaksın ve kimse sesini çıkarmayacak. Yine de inancını kaybetme! İçlerinden biri sesini çıkarmayı becerse arkasından gelen olur. Evet bu çok olağan çünkü insanlar tepkilerini birbirlerinin alarmlarına göre ayarlıyor. Bileylenme. Yaşa ve geç. Bu dünyanın gerçek resmi değil. Gerçek resim en sağduyulu halinle eriştiğindir. Sağduyuna güven, bekle ve kaybolma. En karanlık gecelerde bile belirebilirsek gökte, bu insafsız oyunu bozarız.

Oyun desek de ne zordur bu yetişkinlik yolculuğu. Kendini hiçbir yere sığdıramazsın. Yine de taşar durursun. Bu aklımla sana bir sözüm olacaksa, o da aslında hayatın ne kadar imkansız olduğudur. Yetişkin hayatı zordur çünkü, umarım gençliğin dolu dolu, uzun uzun geçer. Ancak şunu unutma, her devri bir önceki devirden devralıyoruz. Yani şimdi okulunda bir haksızlığa sesin çıkmazsa, erişkin olduğunda da sesin takılıp kalır boğazında. Hiç sessiz kalma, kendine veya bir başkasına yapılan haksızlığa. En net ve en gür halinle kendini ve dostunu hatta tanımadığın, haksızlığa uğradığını düşündüğün kişiyi de savun onların da sesi ol. Yeter ki ses ol. Sessiz kalma bu dünyanın bozukluğuna. Ben bu yüzden sana suya sabuna bulaşma demiyorum, bulaş ve temiz kal.
Hayatta kimse sana her şeyin en doğrusunu söylediğinin, sana karşı en doğrusunu yaptığının garantisini vermeyecek. Ama sen doğru bildiğini yap! Hata yap! Kırdığın kalplerin, ezdiğin çimlerin, avucunun içinden pul pul kayan fırsatların, devirdiğin çamların sorumluluğunu al! Hata yaptım de, eşeğim ben de, özür dile. İçini lime lime kesse bile suçluluk duygusunun o bıçak sırtı gecelerinde bileylenmeyi göğüsle. Yanlış yaptıkların için vicdan azabı duymaktan, kendine öfkelenmekten ve hatta kendinden nefret etmekten kaçma. Çaresiz ve umutsuz orada kalmayı, yaptığın hatanın acısını çekmeyi ve böylece deneyime yenilmemeyi öğren. Her acıdan geçişinde hayata olan bağlarının yorgun bir bilgelik içinde perçinleneceğini unutma!

Bu yüzden hep karış hayata. Nice ömürler yaşamın kıyılarında ürkek bir saklambaçla gelir geçer. Sen yer yuvarlağının her noktasından yıldızlara el salla. Dedim ya temas et hayata. Bu anahtardır. İnsanlara temas et, doğaya, hayvanlara, sanata, dünyanın oluşuna...Yaşam parmak uçların değmiyorsa gerçek değildir. Sen anları bir bebeği sever gibi yaşa, okşayarak, koklayarak ve bağrına basarak kabullen. İnsanlar steril temasların peşindedir.

Eldivenlerle dokunurlar bir diğerinin kalbine bile. Sen yaşamın ve doğanın karşısında çırılçıplak ol kızım. Yaşamın güzelliği, yüz sürdüklerinin tüm hücrelerine işlemesine izin vermekten geçer. Yaşamın hücrelerine işlemesini istiyorsan kitapları, bilimi, edebiyatı, şiiri sev. Unutma ki bizim aklımızın, farkındalığımızın, yaratıcılığımızın sınırları var. Sanat siyah beyaz tualde gökkuşağından bir melon şapkadır. Güzelliğin ve estetiğin peşinde ol!

Bazı mektuplar yazıldıkları anda geçerliliğini kaybederler. Bu nedenle bu ve yazılan her mektup biraz eksiktir. Ben sana bunu yazarken bu ülkede üniversite öğrencisi bir kız yoksulluktan, yoksunluktan ve ayrımcılıktan yaşamına son verdi. Seni, onu, tüm gençleri, hayatımızı ve kendimi yeniden düşündüm. Sana göstermek istediğim yolun; umutsuzluktan uzak ve kendi içindeki doğruya yakın o rotanın aslında her koordinatta nasıl da değişebileceğini yeniden fark ettim. Evet her gün bir şeyler değişecek. Değişmeyecek olan şey ise sana olan sonsuz sevgimdir. Boşuna toprak ana demiyorlar, annelik yeryüzünün şefkatli, cesur ve umutlu örtüsü ve ruhumun söküklerinin teyel yeridir. Senin varlığın ise yaşadığım her günün gerçeklik doğrulamasıdır. Sen de bu hayatı en gerçek, en hür ve en dirençli halinle; yüreğinde hep yüce bir sevdayla, hep yumruğun hazırda, güzel olan her şeye yüz sürerek yaşa!

cukurda-defineci-avi-540867-1.