“Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar büyük bir sistem merkezden tek bir kişinin emir komutasıyla yürümez” diyen Doç. Dr. Selçuk R. Şirin: Türkiye’de, PISA’nın ‘Yaratıcılık ve problem çözme’ isimli testinde başarılı olan çocukların oranı 2,2. Toplumda zaten yüzde 5’lik bir ileri zekâlı çocuk var. Biz bu grubu 15 yaşına gelene kadar 2,2’ye indiriyoruz

'Eleştiriden korkan ülkeden icat çıkmaz'

ÖMÜR ŞAHİN KEYİF - omursahinkeyif@birgun.net

 

Türkiye’deki öğretmenlerin, dünyada, kendilerine en az danışılan öğretmenler olduğunu söylüyor Doç. Dr. Selçuk R. Şirin. Eğitim sistemi üzerinde, aynı şekilde, öğrenci ve velilerin talepleri göz önünde bulundurulmadan, onlara rağmen ve hiç durmadan değişiklikler yapılıyor. Yine dünya genelindeki veriler, Türkiye’nin eğitim sisteminde ciddi reform yapılmasının gerekliliğine işaret ederken, değişmeye dair bütün hamleler, Ankara’dan iki dudak arasından çıkan söze dayanıyor. Eğitim sistemi bilimsellikten uzaklaştırılarak, muhakemeyi değil ama ezberi temel alarak; bilgiyi sorun çözmek, eleştirmek için kullanamayan çocuklar yetiştiriyor. Şirin’in aktardığı PISA verisi, çok çarpıcı, Türkiye, gençlerin sorun çözme becerileri konusunda Şili (2,1) Uruguay (1,2), Malezya (0,9) gibi ülkelerle birlikte son sıralarda yer alıyor.
Geçen hafta okul öncesi eğitim kurumlarıyla ilk ve orta dereceli okullarda okuyan öğrencilerin karnelerini alıp yarıyıl tatiline girmeleri sonrası, Türkiye gündeminin en sıcak konularından biri eğitim sistemi oldu. New York Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Selçuk R. Şirin’le çocuklarımızın geleceğini konuştuk.

 

>>Öğrencilerin çalışarak başarıya ulaşacaklarına dair inançlarını kaybettiğine yönelik PISA* ve TIMSS** verileri var. Bugün gündemde olan yolsuzluk ve usulsüzlüklerle birlikte düşündüğünüzde bu veriyi nasıl yorumluyorsunuz?
Okullar toplumdan bir, iki adım önde olabilirler. Eskiden bu daha çoktu, şimdi sınırlı ama okul toplumu dönüştürebilir. Dönüştüremediği noktada da toplumun aynası olur. Okulda belli değerleri öğretebilirsiniz, ama çocuğun okuldan çıktığı anda karşılaştığı hayat daha baskın gelir. Burada olan da o. Eğer çevresinde, tanıdıkları olanların çalışkan olanlardan daha başarılı olduğunu görüyorsa ki böyle örnek çok, o zaman diyor ki ‘Kimi tanıdığın daha önemli; çaba, emek başarıda çok önemli değil’. Aynı araştırmanın yetişkinlerle yapılanı da var.  Orada da aynı sonuç çıkıyor.

 

>>2013’te Erdoğan Bayraktar “biz ara eleman ülkesiyiz” demişti. Bunu bir temenni olarak söylemişti. Bu yönelimi nasıl yorumluyorsunuz?

Liderlerin, toplumu yöneten kişilerin, topluma daha yüksek hayaller hedefler sunması lazım. 21. Yüzyıl  ekonomisi dediğimiz, bu yeni ekonomi inovasyona dayanıyor. Ortada olmayan bir şeyi tahayyül ediyor, bir değer ortaya koyuyorsunuz, bu değer bir katma değer üretiyor. Bunu yapan bireyin belli becerisi olması, eleştirel düşünebilmesi, sentez yapabilmesi, büyük bir hayal gücünün olması lazım. Bunu da ölçen bir test var elimizde, PISA’nın ‘Yaratıcılık ve problem çözme’ isimli alt testi. Türkiye’de bu testte başarılı olan çocukların oranı 2,2. Bir toplumda zaten yüzde 5’lik bir ileri zekâlı çocuk var. Biz bu grubu 15 yaşına gelene kadar 2,2’ye indiriyoruz. Böyle bir eğitim sistemimiz var. Bakın bu oran İsrail’de 8,8, OECD ortalaması yüzde 12, Güney Kore’de yüzde 28. Yüzde 2,2’si problem çözen bir toplum olarak 21. Yüzyıla giriyoruz. Tabii ki burada bir icat, inovasyon, patent olmaz. Çünkü çocukların hayal gücünü kısıtlıyoruz, çocuklara eleştirel düşünmeyi yasaklıyoruz ve onların bilgiye özgürce ulaşmasının önüne engeller koyuyoruz. YouTube dediğiniz şey sadece şarkı türkü dinleme yeri değil aynı zamanda her konuda bilgi alma kaynağı. Deneyler var, belgeseller var…

 

>>Eğitimde, sınıfta okunacak kitabı bile belirleyen bir anlayış var, diyor ve merkezi yönetime karşı çıkıyorsunuz. Eğitimle ilgili konularda yapılan değişiklikler herhalde en az velilerle öğrencilere öğretmenlere soruluyor… Tek kişilik iktidarın eğitime yansımasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye eğitiminin birinci sorunu reform yapmayı beceremiyor olmamızdır. Biz bir sabah kalkıyoruz ve şöyle yaparsak eğitim çok iyi olacak, diyoruz. Bu fikre nereden vardığınız çok önemli değil. Ertesi sabah uyanıyorsunuz, ‘Hayır öyle değil, böyle’ diyerek tam tersini uyguluyorsunuz. 66 aylık çocukların okula zorla başlatılması böyle bir ’reformdu’. Aynı şekilde testlerle de oynuyoruz. Bütün dünyada reform denince akla gelen ilk sektör eğitimdir. Okulun işlevi çocukları geleceğe, hayata hazırlamaktır. Hayat sürekli değiştiği için, eğitimin de sürekli değişmesi gerek. Sıkıntı bu reformun nasıl yapılacağı konusunda.

 

>>Nasıl yapılmalı?

Türkiye’de reform sistematik şekilde veriye dayanarak yapılmıyor. Veriye dayandırılsaydı önce velilerden, öğretmen, öğrenci ve uzmanlardan fikirler alınır, bu fikirler belli bir olgunluğa geldikten sonra pilot uygulamayla test edilirdi. En iyi sonucu aldığınız uygulamayı ülkeye yayarsınız. Eskiden pilot uygulama reform aracı olarak yaygındı, şu an yok. Şu an bir karar veriliyor Ankara’dan, bütün ülkeye yayılıyor. PISA’da MEB’in kendi verisi diyor ki bizim öğretmen ve müdürlerimiz dünyada en az kendilerine danışılanlardır.

 

Öte yandan, Ardahan’da, Bodrum’da ve İstanbul’da üç okul düşünün. Üç ayrı coğrafyada üç ayrı öğrenci kesimine hizmet ediyorlar, üçü de aynı kitabı kullanıp, aynı müfredatı uyguluyor, aynı kurallarla yönetiliyor. Böyle bir sitemden yaratıcı, vizyoner yönetici ya da öğretmen çıkar mı? Mümkün değil. Çünkü yöneticiye inisiyatif vermiyorsunuz. Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar büyük bir sistem merkezden tek bir kişinin emir komutasıyla yürümez. Yürüyünce sonuç bu oluyor. OECD’de son sıradayız.
 

>> Sınıfsal ve bölgesel farklılıklar nedeniyle öğrencilerin eşit eğitime erişememelerine de vurgu yapıyorsunuz. Eğitimde eşitlikten yoksunluk, çocuklarda nasıl yaralar açıyor?

Çok ciddi yaralar açıyor ve bu artarak devam edecek. Çünkü Türkiye’de bölgeler arası fark yüzde 40 seviyesine ulaşmış durumda. Bu uzun vadede ekonomik olarak da ciddi sorunlar doğuruyor. Bir bölgenin çocuğu çok iyi eğitim alıyor, öbürü almıyor. Aynı şekilde şehirler içinde de bu tür ayrışmalar söz konusu. Türkiye’nin merkezi bir sistemi olmasına rağmen bu sorunun bu kadar ileri safhaya varması ciddi bir soru işareti. Genelde bölgeler arası farklılıkların olduğu ülkelerde eğitim bizdeki gibi merkezi değildir.

 

Ciddi bir reforma ihtiyaç var. Belli bölgelere öğretmenler mecburi hizmetle gönderiliyor şu an.  Siz İç Anadolu’da, Güneydoğu’da, Doğu’da belli bölgelerde çocuklarınızı eğitemiyorsunuz. Sadece sürgün yeri değil, yükselmek isteyenlerin de gidip çalışması gereken yerler olmalı buralar. Bir de seçilen pilot illerde değişik yaklaşımlar uygulanabilir, bu iller yarıştırılabilir. Meksika bunu yapıyor ve bunu yerel eğitim liderleri yönetiyor. Bizim sistem yaratıcı inisiyatif alan yöneticilerin yeni yöntem ve çözümler denemesine müsait değil, o yüzden bütün sorunlar kronikleşmiş durumda.

 

>>Bu eğitimden geçmiş öğrencilerin yurtdışındaki okullara girebilmesi, başarılı olabilmesi mümkün mü?

İlk buraya geldiğimde, Boston College’da okuyordum. Hocalarımızdan biri “Türkler çok zeki” dedi. Niye, dedim, “Buraya gelen herkes çok zeki” dedi. Dedim ki buraya gelenler 2 milyon kişi içinden seçilip geliyor. 2 milyon kişinin üniversiteye girdiği bir ülke için, yurtdışına gelen öğrenci sayısı çok afaki değil.  Zaten doğal olarak biraz çalışıp, çaba harcayan, biraz da yeteneği olan bir grup var, yüzde 5 diyelim, yurtdışına giden de onlar, bir de parası olanlar. Türkiye’de bazı devlet okulları ve bazı özel okullar çocukları çok iyi eğitiyor. Yüzde 5, 6’lık bir grup iyi eğitim alıyor. Bizim sıkıntımız bunun çok küçük olması.
 

>>Şimdi, Ankara Atatürk, Kabataş Erkek, Vefa gibi 41 en iyi lise de direkt Milli Eğitim Bakanı’na bağlanıyor. Bunun etkileri ne olur?

Bu konu hakkında bilgim yok ama genel bir yönetişim prensibi olarak bütün kararların tek bir merkezde toplandığı sistemlerin bu çağda ayakta durması, başarılı olması mümkün değil.

 

>>Din dersleri anaokuluna kadar indi. Çocuklara küçük yaşta soyut kavramlar veriliyor. Bunun yansıması nasıl olur?

Din ailelere bırakılması gereken bir mevzu çünkü ailelerin farklı moral değerleri vardır ve çocukları istedikleri gibi yetiştirebilmelidirler. Devlet eliyle, herkesin vergisiyle belli bir dini inancın herkese dayatılması kabul edilemez. Okullarda din öğreterek başarılı olmuş modern eğitim sistemleri yok. Fakat bunun böyle olması ne bunu yapanların arzu ettiği sonucu doğuracak ne de kaygı duyanların kaygılarını gerçek yapacak. Okulun yeni bir kişilik, karakter ya da ideolojik kimlik kazandırma kabiliyeti özellikle bu çağda çok zayıf. Okullar müfredat üzerinden bir dayatmayla herhangi bir dogmanın çocuklara huni gibi akıtılması ve onların o şekilde şekillendirilmesi bu çağda artık mümkün değil. Türkiye’nin sorunu muhafazakar dindar eğitim değil. Türkiye’nin sorunu beceriksizlik.

 

‘Tablet var erişim yok’
>>Fatih Projesi’yle çocukların ellerine tabletler verildi, siz ise ‘Teknolojiyle değil öğretmenlerle eğitim verilir’ diyorsunuz…

Teknoloji kaçınılmaz olarak eğitimin parçası olacak. Fakat şu an Türkiye’de tablet var ama bilgiye ulaşmanın önünde sınırlar var. Tabletin amacı daha çok bilgiye daha hızlı ulaşılmasını sağlamak. Bir taraftan bilgisayar verip öbür taraftan ‘şuraya gir, buraya girme’ diye yasaklar koyunca olmuyor. İkincisi, içerik önemli. Çocuk o tableti eline aldığı zaman, bir tarafta ‘Angry Bird’ (Kızgın kuş, Dünyanın en çok oynanan mobil oyunu), diğer tarafta eğitici bir oyunla karşılaşıyor. Hiçbir çocuk Angry Bird kadar eğlenceli olmayan bir eğitim yazılımıyla vakit geçirmez. O kadar ciddi bir yatırım yapacaksınız ki yazılım sektörüne, çocukların ilgi gösterebileceği eğitici etkinlikler çıkacak. Türkiye’deki yazılım sektörünün durumu zaten ortada, bu sektöre katkıda bulunacak gençlerin de önünü kesiyoruz. O gençlerin Twitter’a, YouTube’a girmesini yasaklıyoruz. Özgürlük ve bilgiye ulaşmanın önüne bin bir engel koyuyoruz. Sonra ‘Herkeste bir tablet var’ diyor ve buradan bir mucize bekliyoruz. Müteahhit mantığı. Ayrıca elimizde hem Türkiye’den hem dünyadan veriler var. Türkiye’nin de katıldığı TIMSS isimli veritabanından bildiğimiz çok net bir sonuç söyleyeyim; dünyada sınıf içinde daha çok bilgisayar kullanan sistemlerde, matematik ve fende daha düşük puan alınıyor.

 

>>Sınav sistemi de yaratıcılığı düşürüyor mu?

Türkiye’de var olan testlerin hemen tamamı bilgi ölçüyor. Bilgi ve içeriğe dayalı uzmanlık devri bitti. Google’da bulacağınız hiçbir şeyi ezberlemenize gerek yok. Bu çağda, analiz yeteneği olan, hayal gücü, vizyon becerisi olan ve eleştirel düşünebilen kişilere bilgili diyoruz. Ben bazen Türkiye’deki özellikle tarihle ilgili programları çok ilgiyle izliyorum, biraz da şaşırıyorum, çünkü o programlarda tarihi ezbere hatırlayan çok bilgili algılanıyor. Halbuki onların hepsi Google’da var. Biraz da hamallık… Ama bu hamallığa değer verdiğimiz için bütün testlerimizi de bunun üzerine kuruyoruz. Hatırlama yeteneğini ölçüyoruz TEOG gibi testlerde. Bir öğretmen olarak şunu biliyorum, çocuk o testte çok başarılı olsa da iki hafta sonra hepsini unutuyor. Peki dünya ne yapıyor? Bu tür bilgileri değil, farklı bilgileri bir araya getirme, sentez yapma, bu bilgilerden yola çıkarak problem çözme, olaylara farklı çözümlemeler getirme yeteneğinizi ölçüyor. Dünyada bu anlamda yapılan testlere, eleştirel düşünce testi diyoruz, PISA buna bir örnektir. Türkiye kültürünün eleştiriyle bir derdi var. Eleştiri deyince kaos akla geliyor, ‘Aman ortalık karışmasın’. Eleştiri eşittir kaos diyen bir ülkeden tabii ki icat çıkmaz.

 

>>Okul öncesi eğitime katılım oranının en düşük olduğu ülke Türkiye. Bunun nasıl sonuçları olur?

Dünyada eğitimle ilgili araştırmalardan çıkan en somut sonuçlardan birine dayanarak,  eğer 1 liranız varsa, bunu nereye yatırmanız lazım, sorusunun cevabını biliyoruz artık: Okul öncesi eğitim. Oraya yatırdığınız her bir dolar yedi dolar olarak geri geliyor. Bu veri Nobel ekonomi ödülü alan çalışmadandır. Çocuğun beyni en hızlı okul öncesi eğitim döneminde değişir, gelişir. O dönemde çocuğa ne kadar uyarıcı verirseniz o kadar faydası var. Bunun da çok çocuklu, eğitim kaynaklarının sınırlı olduğu, televizyondan başka eğlencenin olmadığı ortamlarda verilmesi mümkün değil. Türkiye’deki durum bu. Türkiye’nin en çok ihtiyaç duyduğu eğitim alanlardan biri okul öncesi. Ama katılım yüzde 30 seviyesinde. Avrupa’nın hiçbir ülkesinde yüzde 80’in altında değil bu, çoğu yüzde 95-100 seviyesinde. Türkiye’de kaliteli okul öncesi eğitim çok sınırlı. Gelir ve eğitim seviyesi yüksek aileler yararlanıyor, asıl yararlanması gereken kesim de maalesef yararlanamıyor. Ya kurum yok ya da varsa çok pahalı.

 

Bilgi, özgür ortamda çoğalır

“21. Yüzyılda yeni bir ekonomi kuruluyor. Bu ekonomi klasik anlamda doğal kaynaklara, coğrafyaya, jeopolitik konuma bakmıyor. Girdisi bilgi. Bilgi özgür bir ortamda paylaşıldıkça çoğalır. İnsanların tahayyül gücünü serbest bıraktığınız zaman yeni fikirler, bilgiler ortaya çıkar. Türkiye’nin eğitim sistemi şu anda bu bilgiyi üretmiyor. Böyle olduğu için de bizim çocuklarımız 21. Yüzyılın ekonomisine katılacak becerilerden yoksun şekilde eğitiliyor. Dünyada rekabet edebilecekleri becerileri kazandırabiliyor muyuz? Şu anda elimizde bunun böyle olmadığına dair ciddi veriler var.”

 

Seçmen bedel ödetmeli

“Amerika’da, Şili’de, Latin Amerika’da, Avrupa’da dünyanın her yerinde gelişmekte olan ülkeler de dahil, dünyada seçim sonucunu belirleyen seçmen kitleleri analizi yaptığımızda ortada beş 10 puanlık bir grup vardır. Bu seçmen grubu ‘Oyumu ideolojik değil, stratejik vereceğim’ der ve baktıkları ilk şey eğitimdir. Bu parti ya da lider benim çocuğumu nasıl bir dünyaya hazırlıyor, diyerek oy verir. Türkiye’de sonucu belirleyen böyle bir seçmen kitlesi yok. Son 12 yılda 4-5 tane eğitim bakanı değişti. Elimizde uluslararası veriler var, bu eğitim sistemi işlemiyor. Ama bu işlemeyen sistemi cezalandırmıyorlar. Kimse bedel ödemiyor.

 

Basına da bir eleştiri yöneltmek lazım. Dünyada New York Times en çok okunan 10 haberini aylık ve yıllık yayınlar. Bu listelerde 10 tane haberden üçü, dördü, bazen beşi, altısı ya çocuklarla ya eğitimle ilgilidir. Türkiye’de eğitim haberleri satmıyor, satacak seviyede işlenmiyor, eğitim kenara itilmiş bir mesele. Üç beş uzmanın dert ettiği tali konuymuş gibi işleniyor. Oysa bu çağda eğitimi dert etmeyen sofrayı da dert etmiyor demektir, çünkü eğitim ekonomidir.”

 

*PISA: Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı
**TIMSS: Öğrencilerin matematik ve fen alanlarında kazandıkları bilgi ve becerilerin değerlendirilmesine yönelik tarama araştırması