Güney Afrika karmaşık tarihinin, geleceğini daima zorlaştıracağını anımsamak zorunda kalıyor. Bu gerçeği kabullenmesi kolay olmuyor. Güney Afrika karmaşık tarihinin, geleceğini daima zorlaştıracağını anımsamak zorunda kalıyor. Bu gerçeği kabullenmesi kolay olmuyor.

Elitlerin isyanı

Steven Friedman

Eski devlet başkanı Jacob Zuma’nın hapse atılmasını takiben patlak veren şiddet olayları Güney Afrika’da yine geçmiş anıları canlandırdı. Yaşanan kargaşa Zuma’nın memleketi olan KwaZulu-Natal eyaletini perişan etti. KwaZulu-Natal bölgesinden göçmen işçilerin yoğun olarak yaşadığı iktisadi başkent Guateng de hasara uğradı.

Yaşanan kargaşa henüz 1994 yılında kurulan demokratik rejime yönelik bir tehdit olarak algılandı. Yaşananlar ciddi de olsa, ‘öngörülemez geleceğin habercisi olarak’ değil, ‘yüzleşilmesi gereken geçmişin semptomları’ olarak anlaşılmalı. Bu tür bir kargaşa ülkenin demokratik tarihi için yeni de olsa, özünde ülkenin kronikleşmiş sorunlarının bir ürünü.


Yaşananlar korkutucuydu. Güney Afrika bağlamında bilhassa endişe verici çünkü tartışmaya yön veren orta sınıfa göre ülkenin şiddet sarmalına sürüklenmesi an meselesi. Dolayısıyla şunun altını çizmekte fayda var, yaşananlar ciddiye alınmalı fakat ülkede demokratik düzenin tehlikede olduğu sonucuna varılmamalı.

Güney Afrika’da ana akım siyaset, demokrasinin mükemmel bir ülke yaratmasını bekliyor ve bu gerçekleşmediği için öfkeleniyor. Fakat bu düşünüş şunu gözden kaçırıyor, demokrasiler daima sınanır. Güç arzusu ile yaşayan insanlar (ki bunları her toplumda görürüz) için demokrasi doğal ya da ‘gerekli’ değildir. Demokrasi varsa görmezden gelmek istedikleri kurallara uymak, duymak istemedikleri fikirleri dinlemek ve almak istedikleri kararları başkalarına bırakmak zorunda kalırlar.

Dolayısıyla demokrasinin sınanması ölümcül bir durum değildir. Demokrasi daima sınanır. Asıl soru, demokrasinin sınavı geçip geçemeyeceğidir. Yaşanan şiddet olayları, bir demokrasi sınavıydı. Devlet Başkanı Cyril Ramaphosa yaşananları bir ‘ayaklanma’ olarak tanımlamakta haklı mı? Bunu tartışabiliriz. Fakat şiddete başvurmaktaki amacın, demokratik mekanizmaları işlevsiz kılmak olduğunu söylemek mümkün. Demokrasi bu sınavı atlattı. Ancak bu sınavdan güçlenerek çıkabilmesi için olayların altında yatan olguların gündeme alınması gerek. Bunun için de yaşananların iyi anlaşılması gerek.

ELİTLERİN AYAKLANMASI

Olaylar yoksulluk içinde yaşayan nüfusun ‘öfke ve hüsranının’ dışa vurumu olarak algılandı. Covid-19 salgını ülkede yoksulluğu kat katbekat arttırdı. Fakat tanıklık ettiğimiz olaylar, ‘yoksulların ayaklanması’ değildi. Elitlerin demokrasiye yönelik saldırısını izledik.

DİĞERLERİNE BENZEMİYOR

KwaZulu-Natal özelinde yaşananlar endişe verici derecede farklıydı çünkü Güney Afrika’da ya da diğer ülkelerde yakın geçmişte yaşadığımız olaylara benzemiyor. Dükkanlar yağmalandı, yoksullar ayaklandığında bunu sık sık görürüz. Fakat aynı zamanda işyerleri yakıldı, altyapı yok edildi ve cephaneliklerden çalınan mühimmat ‘kayıplara karıştı.’ Herhangi bir kriz anında yoksulluk ile mücadele eden halkın bu tip davranışlar sergilediğini genelde görmeyiz.

Üstelik olayların yaygın toplumsal destek bulduğunu söylemek de mümkün değil. Kitlesel eylemlere şahit olmadık. Şiddetin ölçeği büyük olsa da, fabrikaları ya da trafoları yakmak için pek de fazla insana ihtiyaç olmadığı anlaşılıyor. Bu ölçekte bir hasar yaratmak için halkın desteğine ihtiyacınız yok. Olaylar yakından incelendiğinde tam olarak bunun yaşandığı anlaşılıyor. Halkın değil, elitlerin ayaklanmasına tanıklık ettik. Tabii doğal olarak, fırsattan istifade bazı yoksul kesimlerin de yağmaya katıldığını gözlemledik.

İşin çelişkili kısmı şu ki, olayları tetikleyenin yoksulluk ya da Covid-19 önlemleri olduğunu iddia etmek, elitlerin eseri olan olaylar için halkı suçlamak anlamına geliyor. Peki hangi elitler? Tam olarak neler yaşandığını deşifre etmemiz zaman alacak fakat ilk bulgulara baktığımızda, araştırmacıların yıllardır telaffuz ettiği iki olgu dikkat geçiyor.

Birincisi, Güney Afrika’da demokrasi, pazarlık masasında elde edilen bir ‘mutabakatın’ ürünüydü, bunu not etmek gerek. Azınlık hükümeti ile çoğunluğun iktidarını elde etmek isteyen güçler arasında yaşanan uzun bir kriz sonucunda elde edildi. Bu da ülkeyi bazı akademisyenlerin ‘savaş geçişi’ dediği kategoriye sokuyor: Çatışmaya taraf olan tüm grupların eli silah tutarken, bir siyasi düzenden diğerine geçiş yapılıyor.

Bu tür durumlarda ‘şiddet tekelinin devlette olduğu ve bu yetkinin yalnızca belli kurallar çerçevesinde kullanıldığı’ düşüncesi geçerli olmuyor. Devlet dışı bazı kişi ve grupların silahları oluyor ve bu gruplar kurallara uymak mecburiyetinde de olmuyor.

KORKUTAN GERÇEK

Güney Afrika 1994 yılından beri bu bağlamın içinde. Devletin istihbarat kurumları, dönemin apartheid rejimi ile mücadele eden silahlı gruplar, güvenlik şirketleri ve 1994 öncesinde silah taşıyan suç örgütleri arasında daima çekişme yaşanıyor.

Bu gruplar iktidar partisine ya da devlet kurumuna siyasi bağlılık içinde olmayabiliyor. Üstelik ‘grubu bir arada tutan’ ortak bir amaçtan bahsetmek her zaman mümkün olmayabiliyor ve kişilerin amacı zenginleşme ya da ekonomik güç elde etme olabiliyor. Bu da düzeni sağlamayı hepten zorlaştırıyor, kargaşa yaratmayı kolaylaştırıyor. İkinci nokta ise şu: Yerel yönetimin şiddet olaylarında önemli rol oynadığı öne sürülüyor. Güney Afrika’da yolsuzluk ile mücadele konusu genelde merkezi yönetim üzerinden tartışılıyor fakat yerel yönetimlerin kamu kaynaklarını kişisel zenginleşme için kullanması çok daha derine inen bir sorun. Bu tanıma uyan yerel yöneticiler ile yaşanan şiddet olaylarının net bir bağlantısı var. KwaZulu-Natal bölgesinde yolsuzluk ile mücadele etmeye çalışan yerel yöneticilerin öldürüldüğüne defalarca şahit olduk.

Silahlı örgütlerin ve yerel grupların ellerindeki gücü topluma zarar verme amacıyla kullanacak bolca gerekçeleri vardı. Zuma’nın hapse atılması ‘gücün el değiştirdiğini’ hissettirmiş olacak ki, varlıklarını sürdürmek için bu yola başvurmak zorunda kaldılar. Yaşananları ‘iktidarı ele geçirme’ amacıyla tasarlanmış bir ayaklanma olarak tanımlamak doğru olmayabilir. Ancak amaçları arasında ‘varlıklarını sürdürmek’ olduğu kesin. Bu olaylar Güney Afrika için yeni olsa da, altında yatan sebepler yeni değil. Güney Afrika’nın ‘yarım kalan projesi’ ile doğrudan ilintili. Tekil bir kamu düzeni mekanizması yaratılması, ekonomik gücün ellerindeki gücü yalnızca zenginleşme aracı olarak görenlerin elinden alınması; bunlar devam eden süreçler. Yaşananların sebebi, Güney Afrika’da demokrasinin yarım kalmış bir proje olması. Çıkarılması gereken ders belli. Ülke geçmişine derin bir bakış atmalı ve KwaZulu-Natal’da yaşananların tekrar etmemesi için gereken değişimi yaratmalı.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: The Conversation