Emek mücadelesi, silinmeye çalışılan tarihi anlatmak ve sıklıkla küfredilen sınıf kuramlarını günlük sorunların analizinde kullanmaktır. “Kariyer, hemen şimdi” nidalarıyla oltaya takılanların haline kahkaha atmaktır

Emek mücadelesi yüksek dağa çıkmayı seçmektir

Bugün 1 Mayıs. Ülkenin dört bir köşesinde emekçiler Taksim’de uygulanan yasağın gölgesinde birlik ve mücadele şiarı ile sokakları dolduracak. Emekçi kendi sözünü söylemek için bir kez daha ‘’buradayım’’ diyecek. Emekçiler 1 Mayıs için alanları doldururken Türkiye de 7 Haziran seçimlerine gidiyor. Meclis’teki partilerin seçim bildirgelerinde yoksullukla sınırlı kalan emek ve emekçi vurgusu derde deva olacak gibi değil. Emekçiler ne yapmalı? Sol siyaset yıkılan köprüleri nasıl onaracak? Ve belki de en önemlisi ‘’Emeğin HAZİRANI’’ nasıl kurulacak?  Bu soruların yanıtını Birleşik Haziran Hareketi Türkiye Yürütme Kurulu üyesi Prof. Dr. Gamze Yücesan Özdemir’e sorduk.

>> Türkiye emekçiler için tam bir cehennem. Ama buna rağmen emekçilerin siyasal tercihleri cehennemi yaratanlardan yana oluyor. Emekçilerin siyasal tercihlerini belirleyen temel etkenler neler?
Sol/sosyalist mücadele zayıfladığında ve gündelik hayat üzerindeki etkisi azaldığında emekçilerin tercihleri değişir. Geçim endişesi, emekçilerin siyasal tercihi üzerinde çok belirleyici olur. Geçim endişesi, temel ihtiyaçların kısa vadeli tatminidir. Emekçiler iş ararlar, iş güvencesi ararlar, bunları da anne ve baba rollerini yerine getirmek için ararlar.

Tek başına günü ve hayatı sürdürme çabası, halihazırda sağ çevrede ve çeperde yer almayı gerektirebilir. Yalnız ve endişeli insan, bu ilişki ağları içinde iş bulabilmektedir.  Bu ilişki ağları içinde sosyal yardımlara ulaşabilmektedir. Yine yalnız ve endişeli insan, cemaat bağlantılarının hem iktisadi hem de ideolojik pansumanlarından yararlanmaktadır. Diğer bir deyişle, yalnız ve endişeli hayatların düğüm noktaları, cemaat, medya, okul ve cami aracılığıyla dini, milli, sol liberal ideolojilerle kontrol edilmektedir.

Kolektif mücadelenin yokluğunda, günü ve hayatı sürdürme çabası tek başınadır, yalnızdır ve bireyseldir. Böyle dönemlerde emekçilere sol/sosyalist mücadele ile yakın veya uzak gelecekte kazanabilecekleri üzerinden ulaşmak zordur. Bu dönemleri, ezeli ve ebedi görmemek, işçi sınıfının özünde dindar, muhafazakar ve  gerici unsurlar varmış gibi anlamlandırmamak gerekir. Sol/sosyalist siyaset, fikri hegemonyasını kurmaya başladığında ne olacağı tahmine açıktır. Bir sosyal bilimcinin deyişiyle, “işçi sınıfının ne yapacağı  tahmine açıktır.”


>> Tarihsel olarak sol emekle özdeştir. Günümüzde solun emek ve emekçi ile açılan mesafesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Merak etmeyiniz bildiğimiz haliyle sol (Marksizm, sosyalizm) emekçiden kopmadı. Sol, emekçiden koptu derken, kastettiğiniz sol liberalizm ve radikal demokrasi ise o siyasetler hiçbir zaman emek ve sınıf-eksenli bir siyaset kurmadılar ki, şimdi kopsunlar.
Emekçilerin soldan kopması ise bir tercih değil siyasi-ideolojik ve dahi iktisadi bir kapasite meselesidir. Bu kapasiteyi sadece failin gücü değil aynı zamanda konjonktür belirler.

Olumsuz konjonktür dolayısıyla emek ve sol arasındaki açık mesafeyi donmuş ve katılaşmış olarak görmemek gerekir. Tek tek bireylerin siyasetinden oldukça farklıdır kolektif mücadele anındaki sınıf siyaseti. Emek ve sol arasındaki mesafeyi düşünürken, Fransız Marksist Daniel Bensaid’in şu cümlelerini tümüyle sahipleniyorum. Emekçiler için şöyle diyor Bensaid, “Koşullara bağlı olarak , bu kişiler en şaşırtıcı cesaret kadar en hazin korkaklığı da gösterebiliyorlardı. Onlar kahraman değillerdi. Çelişkiyle naiflikle ve kurnazlıkla dolu karakterlerdi. Ama onlar, benimkilerdi.”

Tekrar ediyorum ve önemli olduğunu düşünüyorum, “işçi sınıfının ne yapacağı tahmine açıktır.”


>> Kimlik mücadelesi sosyal demokratından radikal demokratına kadar oradan bazı sosyalistlere kadar uzanan sol yelpaze için başat mücadele haline geldi. Bu süreç solun emekçilerle açılan mesafesinde etkili oldu mu?
Sol, sol iken kimlik mücadelesi başat mücadele haline gelmez. Bunu kimlik mücadeleleri anlamsızdır niyetine söylemiyorum. Ancak kimlik mücadelesinin dili, bireysel haklar, radikal demokrasi, insan hakları, kimlikler, kültürler ve etnisiteler üzerine kuruludur. Ve bu dilin emeğe dair, emeğin metalaşmasına dair, sömürüye dair ve emeğin kolektif varoluşuna dair bir şey söyleme imkânı yoktur.

Kimlik mücadelesinin bireyci yaklaşımı, çoklu ve parçalı hayatlara olan vurgusu ile sol/sosyalist siyasetin kolektif ve sınıf-eksenli yaklaşımı, ortaklaşan ve birleşen hayatlara olan vurgusu farklıdır.

Kimlik mücadelesinin, “emekçiler adına siyaset yapma” iddiası ile sol/sosyalist mücadelede “emekçilerin siyaset yapması” oldukça farklıdır. Kimlik mücadelesi, emekçiler için çoklu ve parçalı hayatlarda bazı kazanımlar olacağını vurgulamaktadır. Diğer bir deyişle, “emekçiler adına konuşmaktadır.” Sol/sosyalist siyasette kimse emekçiler adına konuşmaz, emekçiler kendi hayat ve kaderleri üzerine söz alır, karar verir ve konuşurlar. Başka bir deyişle, emekçiler adına konuşmak ve siyaset yapmakla, emekçilerin konuşması ve siyaset yapması çok farklıdır.

Kimlik mücadelesi, sol/sosyalist mücadeleye şöyle sesleniyor: “Radikal demokratik kapitalizm bilinen bütün alternatiflerden daha iyidir. Radikal demokratik kapitalizm en iyi değilse bile, ehvenişer bir toplum biçimi, niye olgunlukla geri çekilmiyor ve onu bütün kalbinizle kabul etmiyorsunuz.” Kabul etmeyeceğiz. Sosyalist bir ufku savunuyoruz. Savunacağız. Dolayısıyla, kimlik mücadelesi verenler, demokrat, radikal demokrat, insan kardeşler gibi isimler alsınlar. Ama bizim hiçbir getirisi olmayan, çilesi bol sol/sosyalist ismimize bulaşmasınlar.


>> Emekçiler ne yapmalı? Emek mücadelesi nesil geliştirilmeli?
Emekçiler ne yapmalı ve mücadele nasıl geliştirilmeli? Bu tartışmayı dört başlık altında değerlendirebiliriz. İlk olarak, biraz önce de belirttiğim gibi, emek mücadelesi için asıl olan, güler yüzlü kapitalizm dışında, radikal demokrat kapitalizm dışında sosyalist bir ufuk olduğunu söylemektir. Sosyalist bir ufuk olduğunu söylemek, bugün için en büyük devrimci eylemdir.

İkinci olarak, emek mücadelesi, silinmeye çalışılan tarihi anlatmak ve sıklıkla küfredilen, çok totaliter ve banal bulunan sınıf kuramlarını günlük sorunların analizinde kullanmaktır. Ve, kolektif mücadele işçilerin gündelik hayatında etkili olana kadar ayakta kalmaktır. Ayrıca, “kariyer, hemen şimdi” nidalarıyla oltaya takılanların haline kahkaha atmaktır.

Üçüncü olarak, emek mücadelesi, dorukları ışıldayan bir yüksek dağa çıkmaktır. Lenin, 1922 Şubatı’nda yazdığı ve 1924’te Pravda’da yayımlanan bir yazısında, vadiye geri dönmek zorunda kalan bir dağcı benzetmesi yapar. Lenin, dağcı geri çekildiğinde ve geriye doğru adım atmaya başladığında,  aşağıdan iki tür tepki yükseldiğini belirtir. İlk olarak, aşağıdan gelen kötücül neşeye ve kahkalara işaret eder. Dağcının düşmesini beklemektedirler. İkinci olarak ise, karalar bağlayıp bakışlarını kederle göğe çevirenlerden bahseder. Onlar da o dağa çıkmanın önemini bilmektedirler ama gün o gün değildir. “Korkularımızın haklı çıktığını görmek bizi kedere boğuyor? Biz de o dağa çıkmanın önemli olduğunu düşünüyoruz ama  çok erken olduğunu söylemiştik” demektedirler. Ve Lenin ekler, “yanılsamalara kapılmayan, umutsuzluğa düşmeyen zor bir göreve yaklaşırken tekrar tekrar ‘baştan başlamak’ için güçlerini koruyan komünistlerin sonu felaket olmaz.” Dördüncü olarak, emek mücadelesi, zulmü ortadan kaldırmaktır. Zulüm esas itibariyle insanın kolektif var oluşunu yok etmektir. Bu nedenle, zulmü geriletecek, yok edecek tek yöntem sınıfın kolektif varoluşunu üretebileceği çabayı mümkün kılmaktır. Hayatı mümkün kılacak yeri ve zamanı örgütlemektir. Emeğin özörgütlülüklerinin önünü açmaktır. Haziran meclisleri böyle bir çabaya işaret etmektedir.

Haziran meclisleri, sandıkta bir gün değil, hayatta hergün siyaset yapmak anlamına gelmektedir. Haziran meclisleri, emekçilerin konuştuğu, ürettiği ve geleceğe sahip çıktığı yapılardır. Emekçiler, sandığa giden partiler emekçilere ne vaat ediyorlar diye uzaktan bakmak yerine; Haziran meclislerinde kendi geleceklerini birlikte kurma mücadelesi veriyorlar.

Son olarak, emek mücadelesi, toplumda “yok oldu, bitti” denilen bir fikri savunmaktır. Başka bir yaşamı ve siyaset anlaşıyını var etmektir. Bir araya gelelim, birbirimizin yüzlerini belleyelim, omuz omuza verelim, yüzlerimizi güneşe dönelim ve geleceğe birlikte yürüyelim.

Sözün kısası, Haziran meclislerinde buluşalım ve “Hazirandayız ancak böyle hayattayız” diyelim.

***

1 Mayıs mücadele günüdür

1 Mayıs, işçi sınıfının, etnik-dini ve kimlik siyasetlerinin ötesinde, sınıf olarak belirdiği ve dayanışmanın ve mücadelenin toplumsal öznesi olarak görünür olduğu bir andır. 1 Mayıs’ta emekçiler, ideolojik yanılsamaların ve kültürel hegemonyanın karşısına emekçiler olarak çıkarlar. 1 Mayıs’ta, sınıf iradesi kendisini somut-maddi bir varlık olarak gösterir.

1 Mayıs’ın önemi, işçi sınıfı mücadelesinin tarihsel ve somut bir kazanımı olmasından gelmektedir. Tarihsel ve somut bir kazanım olması, 1 Mayıs’ın geçmişte kalan duygulu fakat donuk bir hatıra olduğu anlamına gelmez. Aksine, bugünün mücadelesinin bir parçası olduğunu ifade eder.

1 Mayıs uzun yıllardır salt sembolik ve hatta nostaljik bir an olarak değerlendiriliyor. 1 Mayıs’ı nostaljik bir hatıra olarak “kutlamak”, daha iyi bir topluma, yaşama ve geleceğe dair söz söyleme iddiasından vazgeçmek demektir. Ve donuk kalan her şey gibi toplumsal hatıralar da egemenlerin elinde yeniden anlamlandırılmaya direnç gösteremezler. Özellikle son yıllarda hükümetin ve hükümet yanlısı kurumların 1 Mayıs’ı “kutlama” yarışına girdikleri düşünülürse 1 Mayıs’ın ve 1 Mayıs alanının güncel önemi ve bugünün mücadelesi için anlamı daha iyi ortaya çıkıyor.

Bugünün Türkiyesi’nde 1 Mayıs, sermaye için ‘’kutlama’’ demektir; güvencesizliğin, artan kârlar uğruna yıkıma uğratılan bir toplumun kristalize olmuş halidir bu. Bizim içinse 1 Mayıs, dayanışma, mücadele ve her şeye rağmen var olduğumuzu, var olacağımızı haykırma günüdür. ‘’Sınıflar mücadelesinin en sertleştiği ancak aynı oranda da görünmez kılınmaya çalışıldığı bu gölgeli yıllarda, vardık, varız, var olacağız’’ deme günüdür.

1 Mayıs…