Yarın akşam saat 19:30’da başlayacak etkinlik öncesi Ali Asker’le 15-16 Haziran’ı konuştuk.

İLKNUR KAVLAK

15-16 Haziran 1970 tarihinde İstanbul’da işçi sınıfı, fabrikalardan, işletmelerden, atölyelerden sokaklara taşmış, devletin örgütlülüklerine yönelik saldırısını bu direnişleri ve yürüyüşleriyle geri püskürtmüşlerdi. Devlet, 1963’te yasalaşan sendikalar, toplusözleşme ve grev yasalarında değişiklik yapmak için görüşmelere başladı. Getirilmeye çalışılan düzenlemelerle, işçi sınıfının devrimci örgütlenmesi olarak güçlenmeye başlayan DİSK’i (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) kapatmayı amaçlıyordu. İşçi sınıfı, örgütlülüğüne yapılan bu saldırıya yanıt vermekte geç kalmadı ve yasanın görüşülmesi aşamasında sokaklara çıktı. Direnişin 41. yıldönümünde ‘15-16 Haziran Ruhuyla Geleceğimizi Kurmaya’ adlı bir etkinlik düzenleniyor. 9 yıldır yapılan etkinlikte, daha önce Kazım Koyuncu, Ali Asker, Hilmi Yarayıcı, Kardeş Türküler, Moğollar, Erkan Oğur,  Hasan Yükselir’in de aralarında bulunduğu  pek çok sanatçı ve grup sahne aldı.  Bu yıl İstanbul Göztepe Özgürlük Parkı Açıkhava Tiyatrosu’nda yapılacak olan etkinlikte ise Ali Asker, Grup Munzur ve Marsis sahne çıkıyor.  Yarın akşam saat 19:30’da başlayacak etkinlik öncesi Ali Asker’le 15-16 Haziran’ı konuştuk.

» 15-16 Haziran 1970 işçi direnişi denilince hafızanızda neler canlanıyor?
15-16 Haziran işçi direnişi denildiği zaman, benim daha öncesine gitmem gerekiyor. Çünkü 1960 yılları sırası, 27 Mayıs İhtilali sonrası Türkiye’deki açılımların yansıması sonucu üniversiteli öğrenci gençliğin ve liderlerinin o yıllarda öğrenci gençlik ve işçi sınıfı içinde, köylülük içinde tarımsal ve kırsal alanda yaptığı çalışmalar aklıma geliyor.
O yıllarda Türkiye’de en akıcı, en dinamik unsurlarının bir araya geldiği tarihler aklıma geliyor. Çünkü 15-16 Haziran’a gelmeden önce genç öğrenci liderleri Deniz Gezmişler, Mahir Çayanlar, Cevahirler ve diğerleri, köklü bir çalışma ile ilk önce öğrenci gençliğin içinde daha sonra tarım alanındaki halk ile bir bütünlük oluşturdular. Grevlerle, üniversitelerdeki boykotlar ile kendi demokratik istemlerini dile getirerek bir sürü öğrenci eylemleri ve tarım alanında üretime yönelik eylemler yaptılar. 15-16 Haziran direnişi için, işçilerin kendi haklarına sahip çıkmalarının, demokrasiyi güçlendirme istemlerinin elde edilebilmesi için verilen, Türkiye’nin en güçlü işçi eylemidir.
Bugüne bakıldığında, o gücü, işçi eylemliliğinin gücünü görmek pek mümkün değil. Var olan örgütlü güçleri, sendika ve demokratik kitle örgütlerinin güçlerini, 1980 12 Mart ve 1980 12 Eylül darbesi ile yıllarca geriye iten, zayıflatan, işçi sınıfının ve demokratik kitle örgütleri etrafında bulunan devrimci demokrat güçlerin gücünü darbeler sonucu pasifsize etmenin, geriye itmenin yöntemleri geliştirilmiştir. Bundan dolayı bugün bakıldığında en küçük bir işçi eylemliliğine, öğrenci gösterisine düzen ve düzen yanlılarının kesinlikle bir tahammülü yok, tahammülsüzlüğü vardır. Bunu her geçen gün gördüğümüz gibi geçtiğimiz günlerde Ankara’da Eğitim Sen eyleminde de gördük. Gösteri yapan, çocukları okutan öğretmenleri, öğrencileri olan (bunun içinde jandarması da var, polisi de var, her kesim var) onları okutan öğretmenlerin, emekçilerin, öğrencileri ve öğrenci velilerinin gözü önünde hak isteme taleplerine karşı nasıl şiddet kullanıldığını, karşı taarruza geçildiğini tüm basın araçları ile Türkiye kamuoyu bir kez daha görmüş oldu. Bu Türkiye için büyük bir utançtır. Bu saldırılar sadece Eğitim Sen’e yönelik değil, aynı zamanda Türkiye’nin dört bir tarafında yürüyen işçi sınıfının her kesimine karşı yapılmaktadır. Buna biz 1 Mayıs’ta da şahit olduk. Diğer tarihi günlerde de tanık olduk. Yani Türkiye bu konuda iyi bir sınav vermemiştir. Sınıfta kalan bir ülke görünümündedir. Fakat onların bu şiddeti ön plana çıkararak mücadeleyi bastırma çabaları, tarihin hiçbir döneminde başarıya ulaşmamıştır.  Geçici başarılar elde etmiş olabilirler, fakat köklü başarılara imza atamazlar. Her şiddetin sonucunda işçi sınıfının daha güçleneceğine inanıyorum. Türkiye’de sorunların güçlü bir öğrenci, öğretmen ve işçi sınıfının örgütlü gücü ile aşılacağına inanıyorum.

» İşçi sınıfının sanatla ve aydınlarla bağları giderek zayıflıyor. Bu hem sanatçıların yalnızlaşmasına hem de işçi sınıfının belli kanallardan beslenememesine neden oluyor. Medyanın ve çok bildik çevrelerin buna yönelik ciddi saldırıları var. Bu noktada belli kaygıları taşıyan sanatçı olarak, daha fazla işçi sınıfının bilinci için çaba gösterebilmek için ne yapmak gerekir?
Bu bahsettiğiniz sadece Türkiye’ye has bir olay değil. Dünyanın her tarafında darbe ve darbe sonrası en büyük darbeyi alan kültür ve sanatla uğraşan insanlar olmuştur. Bunlar müzisyenler, tiyatrocular, gösteri sanatlarıyla uğraşanlar vb kesimdir. Kültür sanatla uğraşan her kesimden insan etki alanına girmiştir. Çünkü kitle ile bilfiil karşı karşıya gelen, halkın sorunlarını dile getiren, bunu gösteri anlamında olsun, basın anlamında olsun en iyi dile getiren, insanların aklında kalıcı bir şeyler bırakan kesim sanatçılardır diye düşünüyorum. Bu nedenle en büyük darbe, o koşullarda sanatçı ve o kesimde yer alan insanlara yöneliyor. Yazarlar, çizerler tutuklanır, faaliyetleri engellenir.  12 Mart döneminde de yaşadık. 12 Eylül’de daha şiddetlisini yaşadık. Bu saldırılar karşısında geriye giden, sessiz kalan insanlar olmuştur sanat camiasında. Fakat belirleyici olan onlar değildir. O günkü koşullarda bile başını dik tutan, ayakta kalmasını bilen, söylemlerini dile getiren onlarca dostumuz, sanatçımız vardır. O koşullarda bile ayakta durmasını bilen insan, benim için çok önemlidir.

»Siz de bu koşullarda ayakta durmayı başarmış bir sanatçısınız. Taviz vermeden üretkenliğe devam ediyorsunuz. Bu anlam ile bu moral gücü, isteği nereden alıyorsunuz?
Ben her şeyden önce yaşam biçiminden alıyorum. Çünkü bu bizim yaşam tarzımız. Nereye kadar sessiz kalınacak? Yani sessiz kalmak demek, bir şey üretmemek demektir. Ben kendi sesimi nasıl kısabilirim ki? Şimdi bu benim beynimde kendime sorduğum veyahut gözümle gördüğüm, gördüklerimi sorguladığım ve payıma düşeni yansıtmak istediğim bir tarz. O anlamda ben bunları anlatmak zorundayım. O zor dönemlerde bile bir yolunu bulup, bir formülünü bulup anlatmak zorundayım diye düşünüyordum. Bunu yaptığımız için ben ciddi şekilde yasal anlamda sorgulardan geçtim. Tutuklandık, cezaevinde yattık. Bundan öte, Nâzım Hikmet ömrünü sürgünde geçirdi. Sovyetler Birliği’nde vefat etti. Fiziki anlamda aramızda yok ama şiirleri ile dünyanın dört bir yanında insanların dilinde, beyninde yaşıyor, yaşatılıyor.  Biz de bunun minyatürü şeklinde de olsa benzer şeyler yaşadık.  Bu zor koşullarda bir şeyleri aşabilmek, bir şeyleri göze alabilmek, sorumluluğunu bilen insanların görevidir. En iyi şekilde yerine getirmek, yapmak gerekir kanısındayım. Gücüm olduğunca ben onu yapmaya çalışıyorum.

‘15-16 Haziran Ruhuyla Geleceğimizi Kuralım’

»15-16 Haziran yıldönümünde dolayısıyla düzenlenecek etkinlik ve bunun gibi etkinlikler, toplumsal bilince müdahale için gerçekleştirilen etkinliklerde herhalde o gücü, motivasyonu daha çok alma şansınız oluyor. Özellikle tarihsel süreçlerin unutulmaması, onların motivasyon ve ruh anlamıyla bugünkü gençlere ağırlıklı olarak hatırlanabilmesi için yapılan çalışmalar ve 15-16 Haziran direnişi için yapılan etkinlik ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Düzenlenen bu organizasyona bu ikinci katılışım. Daha önce 2004’te sahnede yer almıştım. Bu anlamlı direnişin toplumsal hafızada yer etmesi çabası içerisinde ben de elimden gelen katkıyı sunmaya çalışıyorum. Bu ve bu tür etkinlikler özellikle gençliğin yakın tarihini, sınıf bilincini öğrenme ve kavramasının önünü açacaktır. Çünkü ancak o zaman irade olarak, geleceği şekillendirme gücünü işçi sınıfı ve genç işçiler kendilerinde bulabileceklerdir. 15-16 Haziran direnişi bize göstermiştir ki işçi sınıfı, örgütlülüğü ve eylemliliği ile tarihi değiştirebilecek güce erişebilecektir. Bu organizasyonu yapan kurumlara, bu tarihsel süreçte üstlenmiş oldukları sorumluluğu yerine getirdikleri için teşekkür ediyorum. Emekçiler başlarını dik tutsun.
İşçi sınıfın gücünü bölme, parçalama ve işçi sınıfının geçmişteki hâkimiyetini yitirtme çabaları var. Bunun yanı sıra şimdi teknoloji emekçileri var. Teknoloji emekçileri kendilerini bu çabalardan soyutlamak zorundalar. Tersanelerde vb yerlerde çalışan, duyarlı binlerce, on binlerce insan var, onlar paylarına düşeni yerine getirmeye çalışıyorlar. Fakat bu konuda teknolojik anlamda, teknolojiyi elinde tutan o konuda çaba sarf eden teknoloji emekçilerinin de sorumlulukları var. Bu emekçiler kendi paylarına düşeni yaparlar ise durumun çok farklı olacağını düşünüyorum.