Netflix’in 2020 Emmy ödüllerindeki adaylık sayısı tam 160. Bu bir rekor. Önceki rekor 137 adaylıkla HBO’ya aitti. Büyük bir sayı, büyük bir başarı doğrusu. Ama sonuçlar adaylıklarla doğru orantılı çıkmayabilir yine de...

Emmy’deki Netflix rüzgarı bize neler söylüyor?

Burak Göral

Netflix ile HBO arasında süren adaylık yarışındaki fark (HBO’nunki 107), büyük ölçüde “Game of Thrones”un bitmiş olmasından kaynaklı sayılabilir diğer yandan. Amazon’un bol ödüllü ve yüksek sayıda adaylık getiren dizisi “Fleabag”, yerini yine bir kadın karakterli güçlü dizisi “The Marvelous Mrs. Maisel”a bırakmış durumda. Önceki yıllarda bol adaylıklar getiren “Modern Family” ve “This is Us” dizileri de kan kaybetmiş belli ki...

En başta “Breaking Bad”e karşılık vermek için yapılmış gibi algılanan ama giderek daha da güçlenen ve üçüncü sezonda zirvesine ulaşan Netflix yapımı “Ozark”ın, HBO’nun ayrıksı draması “Succession” ile birlikte 18 adaylığı var.
Drama dizi adaylıklarına Netflix’in “Ozark”ının dışında iki tane daha dizi sokabilmesi enteresan aslında. Üstelik 80’ler nostaljisiyle yürüyen “Stranger Things”in dramatik olarak en zayıf sezonu bu, ama arkasında büyük bir pazarlama mekanizması var. “The Crown” da çok emek ve para harcanmış nitelikli bir yapım ama üçüncü sezon dramatik anlamda ilk ikisinden daha iyi değil. Aslında 2017’de de “The Crown” ve “Strangers Things”in ilk sezonları aynı kategoride bu kez “House of Cards” ile birlikte üçlü olarak Netflix’i temsil etmişlerdi. İşte asıl o zaman gerçekten güçlü bir üçlü oluşturmuşlardı.

Televizyon Akademisi’nin bu dalda Disney’in “The Mandalorian”ına adaylık vermesi sevindirici bir gelişme. Bir Star Wars spin-off’u, bir bilim-kurgu dizisi ve gerçekten çok başarılı. Diğer yandan yılın aday rekortmeni de mini dizi dalının en güçlü favorisi, HBO’nun çizgi roman uyarlaması “Watchmen” olmuş.

Belki de dizi ödüllerinde ilk sezonları ayrı bir kategoride toplamak daha doğru olurdu. Çünkü “The Mandalorian”ın, beşinci sezonuyla gittikçe daha da güzelleşen “Better Call Saul” ile dalaşması biraz haksızlık oluyor doğrusu. Ayrıca en çok oyuncu adaylıklarında adına sıkça rastlanan ve #MeToo hareketine destek veren son derece doyurucu Disney+ dizisi “The Morning Show”un bu kategoride yer bulamaması da haksızlık.

Mini dizilerde de iki Hulu (“Little Fires Everywhere”, “Mrs. America”), iki Netflix (“Unbelievable”, “Unorthodox”) bir de HBO dizisi “Watchmen” yarışıyor. Doğrusu “Unorthodox”un bu toplamda kendine yer bulması şaşırtıcı. Bir kadının kendi özgürlüğü için mücadele etmesi teması (ve başrol oyuncusu), işlenişinden daha cazip.

26 dalda adaylık alan “Watchmen”in de tür olarak Akademi’nin ilgisini çekmesinde, belki dizinin yayını bittikten bir süre sonrasında yaşanan polis şiddeti ve arkasından çıkan isyan manzaralarına karşı öngörülü bir iş olmasının etkisi de vardır. Aslında bu diziler içinde gerçek bir seri tecavüz vakasından uyarlanan polisiye dram “Unbelievable”ın normal şartlarda ipi göğüslemesi gerekiyor. “Watchmen”in yüksek profilli varlığı bu öngörüyü epey flulaştırıyor.
Televizyon filmi kategorisinde de 5 adaydan dördünün Netflix yapımı olması dikkat çekici. Genelde Netflix yapımı filmler dünyanın pek çok yerinde arızalı yapılarıyla eleştirilirken bu kategoride ezici bir üstünlük sağlanması Netflix’in film kategorisindeki üretimlerini artık daha ciddiye aldığını gösteriyor.

“Streaming” yayın yapan platformların televizyon kültürünü değiştirdiğine her Emmy adaylıklarında giderek daha çok ikna oluyoruz. İnsanlar bu içerikleri paket paket ve art arda izliyorlar. Yapımlar nitelik olarak da giderek daha doyurucu olmaya başlıyor. Sadece çok fazla üretim olduğu için basmakalıp dramaların oranı da biraz artmış durumda. En kötü olanının bile milyonlara varan izlenme sayısı olabiliyor. Bunun yanında çok fazla üretim olduğu için de ürün çeşitliliği de her zamankinden fazla. Zaten Netflix’in adaylık sayısının çok yüksek oluşunun bariz nedenlerinden biri ise Netflix’in diğer streaming platformlara göre çok daha fazla ve hızlı içerik üretmesi...

Video kaset kiralama şirketinden buralara gelen Netflix, diğerlerinin hepsinden önce uyanıp, agresif bir pazarlamayla tüm dünyaya hızla açılan dev bir markaya dönüştü. Oysa bol ödül ve adaylık almış ilk dizisi “House of Cards”ı piyasaya süreli daha 7 sene olmuş sadece!

Pandemi döneminin eve kapattığı endişeli genç-yaşlı insanları kendisine bağlayan platform, dünya internetinin yüzde 15-20’sini tek başına kullanan dev bir yapı. Geleneksel kanalların Emmy adaylıklarındaki yerleri giderek azalırken; tek başına Netflix’in adaylık sayısı Fox, NBC, ABC gibi köklü televizyon kanallarının tamamının adaylık toplamını aşıyor. Bu gidişat elbette diğer bütün platformları da Netflix’leştiriyor ufak ufak. Onları da daha fazla içerik üretmeye zorluyor. Bu durum dünyanın bütün TV üretimlerinin benzer politika ve reflekslerle yapılması riskini de yanında getiriyor elbette...