Dünyadaki diğer tüm mevcut sıkıntılarda olduğu gibi, Türkiye ve Suriye'de meydana gelen depremler de en çok yoksulları vuracak. Bu dünyadan çıkmanın tek yolu ise topyekûn bir sismik değişim olacaktır.

En ağır yükü yoksullar çeker
Fotoğraf: DepoPhotos

Belén Fernández

6 Şubat'ta Türkiye'nin güneyini ve Suriye'nin kuzeyini vuran büyük depremler, son yıllarda zaten büyük bir yıkıma maruz kalmış bu coğrafyada korkunç hasara yol açtı. Suriye'de devam eden savaş milyonlarca mültecinin ortaya çıkmasına neden oldu ve bu mültecilerin birçoğu şimdi kendilerini Türkiye'nin güneyindeki sismik faaliyetlerin kurbanı olarak buldu.

Pazartesi günkü depremlerde ölenlerin sayısı hızla binlere vardı ve şüphesiz çok daha ürkütücü boyutlara ulaşacak. Sayılamayacak kadar çok insan enkaz altında kalmış durumda. Travma geçiren kazazedeler dondurucu soğuklar ve artçı şoklarla; mülteciler ise her türlü sığınaklarını kaybetme tehlikesiyle mücadele ediyor.


Öte yandan bu doğal afet, pek de sansasyonel olmayan bir haberin altını çizmeye hizmet etti: Yaşamın son derece güvencesiz olduğu küresel yoksullar, yaraların sarılmasının çoğu zaman sonuçsuz kalacağı çoklu, eşzamanlı krizlerle boğuşuyorlar.

Kuşkusuz, dünyanın yoksullarının yaşadığı konutlar yapısal olarak daha az güvenilir ve potansiyel olarak tektonik çalkantılara karşı daha savunmasız olabilir - örneğin, Ica eyaletindeki yoksul mahallelerde evlerin çöktüğü 2007 Peru depreminde görüldüğü gibi. Ancak kapitalist temeller üzerine kurulu bir dünyada güvencesizlik, kalitesiz inşaat malzemelerinden ya da inşaat kurallarına uyulmamasından çok daha derinlere iniyor.

ZENGİN VE YOKSUL ARASINDAKİ FAY HATTI

Yeni başlayanlar için, kapitalizmin keskin eşitsizlikler ve elit bir azınlığın tiranlığı konusundaki ısrarı, -iklim değişikliği ve buna eşlik eden ekolojik felaket çağında daha da belirgin hale gelen- zengin ve yoksul arasında büyük küresel fay hatları olduğu anlamına geliyor. Yüksek profilli felaketlerin ardından kaçınılmaz olarak yardım vaatleri yağarken, bunlar genellikle felaketten etkilenenlerin kendilerine fayda sağlamak yerine yardım endüstrisinin ceplerini doldurarak söz konusu eşitsizlikleri daha da vahim bir hale getiriyor.

Dünyanın güvencesiz nüfusunun büyük bir kısmı için hayatın az ya da çok sürekli bir felaketten ibaret olduğu ancak bunun hiç dikkat çekmediği gerçeği de var. Haziran ayında The New Humanitarian haber ajansı afet yardımlarında büyük eşitsizlikler olduğunu, 2022 yılı için acil durum fonlarının neredeyse yarısının "sadece beş uzun süreli -büyük ölçüde çatışma kaynaklı - krize gittiğini" belirtti. Birleşmiş Milletler'in 2030 yılına kadar yıllık afet sayısının 560'a çıkacağı yönündeki tahminine atıfta bulunan ajans, gözlerden uzak kalmış afetlerin mağdurlarının genellikle güvenli olmayan yerlerde kalmaya zorlandıklarını ve böylece yeni krizlere zemin hazırladıklarını anlattı.

Sürüp giden yardım bağımlılığının ülkeyi güvenli bir hale getirmek için bir işe yaramadığı Afganistan örneğini ele alalım. Ağustos ayında, binden fazla kişinin ölümüne neden olan depremden sadece iki ay sonra meydana gelen sel felaketinde 180'den fazla kişi hayatını kaybetti. Mayıs ayında Save the Children adlı sivil toplum kuruluşu, ülkenin "kayıtlara geçen en kötü açlık krizini" yaşadığını, şiddetli kuraklık ve devam eden ekonomik çöküş nedeniyle nüfusun yaklaşık yüzde 50'sinin aç olduğunu bildirdi.

Milyonlarca Afgan'ın hayatını, geçim kaynaklarını ve geleceğini mahveden ve milyarlarca dolarlık "kurtarma fonlarını" emen ABD liderliğindeki yirmi yıllık "teröre karşı savaşın" zehirli mirasları işte bunlardır.

Siyaset, açgözlülük ve kötü yönetimin çevresel felaketlerle nasıl örtüştüğünü ve onları nasıl daha da derinleştirdiğini gösteren bir başka örnek için, 2021 yılında 7.2 büyüklüğünde yıkıcı bir depremin ardından ölümcül bir fırtına ve toprak kaymalarının yaşandığı Karayip ülkesi Haiti'ye bakmak yetecektir. Depremde 2.200'den fazla kişi hayatını kaybetmiş, 130.000 ev yıkılmış, çok sayıda okul ve hastane de zarar görmüştü.

YARDIMLAR KİME GİDİYOR?

Bu olay, 2010 yılında 220 bin kişinin ölümüne ve 1,5 milyon kişinin evsiz kalmasına yol açan depremden on yıl sonra meydana gelmişti. Haiti'yi "kurtarmak" için akıtılan milyarlarca doların sadece küçük bir kısmı yoksul Haitili depremzedelere ulaşmış, bunun yerine yardım kuruluşlarına, uluslararası güvenlik güçlerine ve – hemen ülkede bir kolera salgınının fitilini ateşleyen BM barış gücü askerleri gibi- sözde yetkili diğer kişilere gitmiştir.
Takip eden yıllarda, ABD'nin Haiti'deki resmi yolsuzluğa verdiği destek, sahayı siyasi krizler için verimli hale getirirken, ülkenin depremlere ve diğer felaketlere müdahale etme kabiliyetini daha da aşındıracaktı.

Bana gelince, depremlerle ilgili kişisel deneyimlerim arasında 2010 yılında Türkiye'nin güneybatısında meydana gelen bir sarsıntı ve Haziran 2020'de Meksika'nın Oaxacan kıyılarını sarsan 7.4 büyüklüğündeki deprem yer alıyor. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, bu son olayda dünyam yanıyormuş gibi hissetmiştim- ancak evimde veya şahsımda kalıcı bir hasara yol açmadığı için sadece anlık bir durumdu. Başka bir deyişle, Türkiye ve Suriye'deki son depremzedelerin yaşadıklarının çok uzağında ve ayrıcalıklı bir deneyimdi; zira savaş nedeniyle yerlerinden edilen bu insanların çoğu, şüphesiz, depremden önce de dünyalarının yandığını hissetmişlerdi.

Pazartesi günkü felaket haberinin ardından Oaxaca'da, Eylül 1985'te resmi olarak 10 bin kişinin ölümüyle sonuçlanan ancak muhtemelen çok daha fazlasının ölümüne neden olan Mexico City depreminin enkazından cesetlerin çıkarılmasına yardım eden işçi sınıfından Meksikalı bir adamla konuştum. Başını sallayarak, özellikle üç cesedi hala düzenli olarak düşündüğünü itiraf etti: Mütevazı bir anne, okul üniforması giymiş iki çocuğunun başında nafile kambur duruyordu.

YOKSULLARIN 'DEĞERSİZ' HAYATLARI

Sanki yoksulların hayatlarına verilen değerin ne kadar önemsiz olduğunu daha fazla hatırlatmaya ihtiyaçları varmış gibi, Meksika'da yeryüzünün sürekli sarsılması, depremle ilgili psikolojik travmaların kolayca yeniden canlanmasına neden oluyor.

Kolayca canlanmayan şeylere gelince, Eylül 1986'da, Mexico City depreminden bir yıl sonra, Washington Post en az 80 bin kişinin evsiz kaldığını bildirdi. Gerçekten de şehir ne fiziksel hasarı ne de afetin kötü yönetimini hiçbir zaman tam olarak atlatamadı. Güvencesizlik yeni bir şey değil.
Ancak kapitalizm, yoksul toplulukları bir felaketten diğerine sürükleyip ortak bir insanlığa ya da gezegenin refahına yönelik her türlü arzuyu yok etmek anlamında yeni bir çığır açarken, "afet yardımı" endüstrisi kendi yaşayabilirliğini idame etmekle ilgileniyor ve işler her geçen dakika daha da tehlikeli hale geliyor.

Zenginler kendilerini çöküntülerden izole ederken, yoksullar askeri çatışmaların, ekonomik çalkantıların, iklimle ilgili tahribatın ve koronavirüs salgınının yükünü taşıyor - ki bu da dünyanın yoksullarının daha da sarsıcı bir zeminde bırakıldığı anlamına geliyor.

Dünyadaki diğer tüm mevcut sıkıntılarda olduğu gibi, Pazartesi günü Türkiye ve Suriye'de meydana gelen depremler de en çok yoksulları vuracak. Ve bir avuç azınlığın kârının çoğunluk için güvencesizlik anlamına geldiği bu dünyadan çıkmanın tek yolu ise topyekûn bir sismik değişim olacaktır.

BirGün Çeviri Kolektifi tarafından Al Jazeera’den çevrilmiştir.