En büyük sorunumuz iklim krizi olacak

ALP KADIOĞLU

Avrupa Genç Yeşiller Federasyonu’nun Genel Kurul ve Yaz Konferansı için İstanbul’a gelen Avrupa Parlamentosu (AP) Yeşiller (EFA) Grubu üyesi Alman siyasetçi Michael Bloss ile iklim krizini ve yapılması gerekenleri konuştuk. İklim krizinin önümüzdeki yıllarda insanlığın yüzleşeceği en büyük sorun olacağını söyleyen Bloss, "Türkiye de dahil olmak üzere bütün dünya ülkeleri bundan ağır bir şekilde etkilenecek. Dolayısıyla, sorulması gereken en önemli sorulardan biri Türkiye’nin iklim krizinin etkileriyle mücadele etmeye hazır olup olmadığı” diyor.

AB iklim kriziyle mücadele etmek için hangi politikalarını değiştirebilir ya da AB’nin kendisi nasıl reforme edilebilir?

AB şu anda termik santrallarını, uçak biletlerini ve fosil yakıt endüstrisini sübvanse ediyor. Bunlar kaldırılmalı veya rekabet için eşit ortam sağlamalı. Kârlar fosil yakıtları yakan şirketlere kalıyor, maliyetleri ise toplum karşılıyor; oldukça haksız bir durum. Bu yüzden AB karbondioksit salınım lisanslarının fiyatını artırmalı. AB, yenilenebilir enerji sektörüne yatırımı teşvik etmeli. Örneğin Polonya’nın kıyısı rüzgâr enerji santralleri kurulumuna çok uygun. Eğer bunların kurulumu için gerekli finansman yoksa AB kurumları yardımcı olabilir. O yüzden biz Avrupa Yatırım Bankası’nı Avrupa İklim Bankası olarak değiştirilmesini öneriyoruz. Böylece AB kurumları, yenilenebilir enerji projelerinin ucuz finansman kaynağına ulaşmasını sağlamış olur.

Alman hükümetinin Energiewende (fosil yakıtlardan yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş) politikasını başarılı buluyor musunuz?

Energiewende’yi yeşiller ve sosyal demokratlar başlattı, Merkel de geçişi yavaşlatmak için elinden geleni yaptı. Merkel hükümeti çevre dostu birçok yasayı değiştirdi ve daha hırslı iklim politikalarının önünü kesti. Yenilenebilir enerji sektöründe 60 bin istihdam kaybı yaşadık. Geçtiğimiz sene sadece 60 rüzgâr santrali inşa edildi. Bu sayı oldukça az. Merkel hükümeti, güneş enerjisi santralleri projelerin engelledi ve kömür şirketlerine daha fazla kaynak ayırdı. Yenilenebilir enerji kaynaklarının oranını yüzde 42’ye çıkardık ama mevcut hükümet olmasaydı bu oran çok daha yüksek olabilirdi. Merkel, Energiewende’nin uzun dönemli ekonomik getirilerini kısa dönemli politik kazançlar uğruna görmezden geldi. Örneğin deniz üstü rüzgâr santralleri en ucuz enerjiyi sağlıyor. Almanya’nın kıyısında çok daha fazla rüzgâr çiftliği kurma imkanı var. Almanya gibi gelişmiş ve endüstriyel bir ülke çok daha fazla enerji teknolojisi geliştirip bunları ihraç edebilirdi. Ben ve partim Avrupa ve Almanya’nın yenilenebilir enerji devriminin bayrak taşıyıcılığını üstlenmesini istiyoruz. Avrupa, yenilenebilir enerjinin sektörünün endüstriyel devrim niteliğini taşıdığını anlamalı, bu sektördeki üretimi ve inovasyonu ABD’ye veya Çin’e bırakmamalı.

Şüpheciler yenilenebilir enerjinin tek başına yeterli olamayacağını söylüyor. Güneş tarlası veya rüzgâr çiftliklerinin çok alan kapladığını, güneş veya rüzgâr kesildiğinde enerjisiz kalacağımızı iddia ediyorlar.

Alan meselesini sorun olarak görmüyorum. Güneş panelleriyle kaplamamız gereken alanlar çok geniş değil. Ayrıca teknoloji geliştikçe güneş enerjisini daha da verimli kullanabiliyoruz. Rüzgâr veya güneş ışınlarının kesilmesine de bütünleşmiş bir Avrupa enerji şebekesi oluşturarak karşılık verebiliriz. Enerji üretilebilen yerlerden üretilemeyen yerlere kolaylıkla aktarılabilir. Enerji depolama teknolojilerine de yatırım yapmamız lazım. Termal enerji depoları, gaz halinde depolama (P2G), pompa depolamalı hidroelektrik, akümülatörler… Buralara yatırım yaptığınızda inovasyon da teşvik edilmiş olunuyor, yeni iş sahaları açılıyor.

Almanya, Fukuşima kazasından sonra nükleer enerjiden vazgeçti. Bundan dolayı Energiewende’nin aksadığını, termik santrallerına bağımlılığın arttığı konusunda Alman hükümetine eleştiriler var.

Nükleer enerji oldukça tehlikeli, o yüzden nükleerden vazgeçilmesini onaylıyorum. Almanya’nın hatası nükleerden vazgeçerken enerji açığını nispeten temiz doğalgaz santralleriyle ikame etmeyip kömüre yönelmek. Karbondioksit vergisi düşük olduğu için linyit ve taş kömürüyle çalışan termik santraller daha kârlı oldu. Birçok endüstri kolaylıkla karbondioksit salınım lisansına sahip oldu. Kömür endüstrisine verilen tavizler çok büyük bir hataydı.

Türkiye gibi ekonomik sıkıntı çeken ülkelerde yenilenebilir enerjiye geçiş konusunda neler yapılabilir?

Paris İklim Anlaşması’nı önemsiyoruz. Türkiye’nin bunu mecliste onaylaması gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye güneşli bir ülke, evlerin ısınması için kömür veya doğalgaz yerine çatıya konan güneş panelleri kullanılabilir. Termik santrallar yerine birçok güneş santralinin bir arada bulunduğu güneş tarlaları kurulabilir. Böyle bir geçiş fazladan istihdam da yaratır. Buradaki asıl soru Türkiye’nin böyle bir geçişi yapabilecek finansal gücü var mı? Türkiye hükümeti, sadece kısıtlı bir dönem istihdam sağlayan kocaman havalimanları yapmak yerine kaynaklarını yenilenebilir enerji sektörüne yönlendirirse neden olmasın?

İklim krizi önümüzdeki yıllarda insanlığın yüzleşeceği en büyük sorun olacak ve Türkiye de dahil olmak üzere bütün dünya ülkeleri bundan ağır bir şekilde etkilenecek. Dolayısıyla, sorulması gereken en önemli sorulardan biri Türkiye’nin iklim krizinin etkileriyle mücadele etmeye hazır olup olmadığı.

Paris İklim Anlaşması’ndan ABD’nin çekilmesi anlaşmaya vurulmuş bir darbe mi?

ABD’de eyaletler, örneğin Almanya büyüklüğünde ekonomiye sahip olan Kaliforniya Paris anlaşmasına bağlı kalacaklarını söylediler. Kaliforniya gibi birçok eyaletin karbondioksit salınımını kısıtlaması beni umutlandırıyor. ABD’nin anlaşmadan resmi çıkışı ise 2020 seçimlerinden hemen sonra gibi gözüküyor. Eğer anlaşmadan çıkmamayı taahhüt eden bir başkan seçilirse ABD Başkanı Trump’ın kararı geriye çevrilebilir. ABD anlaşmadan çekilse bile bunda kayıp ABD’nin olur. Geçmişin teknolojilerine takılıp kalabilirsiniz, ya da geleceği, yani yenilenebilir enerjiyi benimsersiniz.

Yeşillerin gündemi sosyal demokrat ve sosyalist partilerin gündemiyle ne derecede uyumlu?

Birçok sosyal demokrat ve sosyalist hareket iklim krizini kendi mevzuları haline getirdi. Bilim insanları iklim krizi olduğunu söylüyorsa bunun öncelikli bir mesele olması lazım. Karbondan temiz enerjiye geçince iş kayıpları olacağını söylüyorlar. Kömür madenlerinin kapatılmasında çalışabilirler, bu biraz zaman alacaktır. Bu süre zarfında emekli olabilirler veya başka iş kollarına geçiş yapabilirler.

İKLİM KRİZİ SOKAKTA OLMAYI GEREKTİRİYOR

Almanya’da siyaset yapmak yerine neden Avrupa Parlamentosu’nu tercih ettiniz?

Bir çevreci olarak gündemimizdeki öncelikli konu iklim değişikliği krizi. Bu sorunla mücadele için ulusal sınırları aşmak, uluslararası çözümler bulmak gerekir. Avrupa Parlamentosu da uluslararası alanda politika yapılabilecek en yetkili ve en demokratik alan. AP seçimi sonuçları, Avrupa’daki yeşil dalganın bir göstergesi. Seçimdeki başarımızla AP’de dördüncü en büyük grup haline geldik. Arkamızdaki momentumu kullanarak parlamentosunun ajandasını etkileyebileceğimizi umuyoruz.

Yeşiller/EFA grubu olarak AP’de nasıl etkin olmayı düşünüyorsunuz?

AP’ye gelen yasa tekliflerinin doğaya ve sosyal yapılara olan etkisini inceleyeceğiz ve sonuçları halkla paylaşacağız. Ticaret anlaşmaları gibi bazı belgeler kamuya kapalı olarak tartışılıyor. Mecliste olarak bunları yakından inceleme, buna uygun kamuoyu oluşturma olanağı sahibi oluyoruz. Örneğin geçtiğimiz ay Avrupa Birliği Komisyonu, Güney Amerika ticaret bloğu MERCOSUR’la ticaret anlaşmasına vardı. Amazonların yok oluşuna sebep olan Brezilya lideri Bolsonaro gibi birisiyle imzalanan ticaret anlaşmasının çevreye olan zararlarını Yeşiller/EFA olarak halka anlatmak bizim görevimiz. İklim değişikliğini parlamento gündeminde tutmak istiyoruz. AP’de tartışılan yasaların karbondioksit salınımını ne ölçüde etkilediğini değerlendireceğiz. Çevre dostu olmayan yasa tasarılarına alternatif aramamız gerek. İklim krizi bunu gerektiriyor. Parlamenterler olarak Brüksel’e hapsolmamız gerektiğini ve “sokakla” irtibat halinde olmamız gerektiğine de inanıyorum. Siyasi arenada değişim için sokağın da hareketli olması lazım çünkü Avrupa’daki politikacılar sokaktan çekiniyor. Parlamento üyesi olarak Avrupa’daki ve başka ülkelerdeki eylemlere gözlemci olarak katılıyorum. Mevcut olduğumuz eylemlerde polis, müdahale konusunda daha çekinceli oluyor. Eylemcilerle otoritelerin arasında arabulucu görevi görebiliyoruz.