ADNAN ÇOBANOĞLU
​Üzüm Sen Genel Başkanı

Endüstriyel Tarımın Bir Başka Biçimi: ‘Sertifikalı Organik Tarım” başlıklı yazımla ilgili olarak sosyal medyada destekleyenler olduğu gibi eleştirenler de oldu. “Sertifikalı Organik Tarım” savunucuları/destekçileri beni ‘okumamakla, bilenlere, emek verenlere sormamakla, cehaletten ve ezbercilikten dolayı felsefik araştırmalar yapmamakla” eleştirmiş. Doğru; her ne kadar Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü iki kez kazanıp kayıt yaptırsam da ikisinde de tamamlayamayıp okuldan ayrıldım. Bu nedenle felsefe konusunda cahilim(!) Okuyucular cahilliğimi mazur görsünler. ”Felsefi araştırma“ yapma yerine gıda şirketlerinin köylülerin/çiftçilerin “Gıda Egemenliği”ni hangi argümanlarla saldırıp, ellerinden almak istediklerini anlatmaya çalıştım, anlatmaya da devam edeceğim. “Sertifikalı Organik Tarım” sistemine karşı olmak gerçek organik tarıma karşı olmak anlamına gelmez. Ne hikmetse “sertifika”yı savunanlar hemen bu yönden saldırı yapmayı uygun görüyorlar. Köylüler/çiftçiler ise tam da bu nedenle yani “sertifikalı organik tarım” ile gerçek organik tarım birbirine karıştırılmasın diye “ekolojik tarım”, ”köylü tarımı”, “bilge köylü tarımı” gibi kavramları kullanmayı yeğlerler. Tekrar BirGün’deki makaleme dönersek;

“Sertifikalı Organik Tarım” savunucuları/destekçilerine sormak isterim: “Sertifika” almak için yazıda maddeleştirilmiş koşullar yalan mı? Bizler, kapitalizmin kendi yarattığı olumsuz etkileri fırsata dönüştürerek herşeyi hükmetme, metalaştırma mantığına uymak, onun “alternatif” diye yedirmeye çalıştığı düşünce ve gıdaları yemek zorunda mıyız? Ama ne yazık ki bazılarımız yiyorlar, bazılarımız da yedirmeye çalışıyorlar. Bizlerin de yememizi istiyorlar. Yemeyince de “okumayan, cahil, cehalet sahibi” oluyoruz.
Nasıl ki “enerji ihtiyacı” var diye fosil yakıtlara alternatif olarak, sermaye tarafından “biyoyakıtlar” “temiz enerji, yenilebilir enerji” gibi propaganda ile sunulduysa, gıda üretimi yapılması gereken arazilerde biyoyakıt için bitki üretimi teşvik edildiyse, gene fosil yakıtlara alternatif olarak HES’ler, RES’ler v.b. “temiz enerji, yenilenebilir enerji” olarak sunulup doğanın, suyun havanın metalaştırılmasının yolu açıldıysa ve bazı sivil toplum örgütleri de bunlara “temiz enerji, yenilenebilir enerji” olarak topluma yedirmeye çalıştıysa, aynı şeyi “sertifikalı organik tarım”da da görüyoruz. “Kimyasal ilaç kullanılmıyor, kimyasal gübre kullanılmıyor” gerekçesiyle üstü örtük de olsa, tohumun, yani yaşamın patentlenmesine, üreticinin tohum, gıda ve ilaç şirketlerine mahkum olmasına onay vermemiz isteniyor. “Endüstriyel tarıma karşı alternatif olarak görülen organik tarım da büyük girdi ve pazarlama şirketlerinin denetiminde ilerlemekte ve hem ekolojik yön hem de sosyal yön darbe almaktadır.” (Bkz. http://biryasam.com.tr- Prof.Dr.Tayfun Özkaya) Yani bu sistemde de şirketler, üreticilerin tohumu özgürce üretmelerine, ürünlerini kendi bilgi ve birikimleriyle yetiştirmelerine, pazara sunmalarına kadar olan sürece müdahale etmiş, denetlemiş ve bilgeliklerine yok saymış oluyorlar. “Sertifikalı organik tarım”ın savunucuları/destekçileri aksini söyleyebilirler mi?

Nasıl bir dünya istiyorsan öyle bir yaşam tarzı sürdürürsün. Tohumun ve gıdanın şirketlerin denetimine geçmesini istemeyen üreticiler ve tüketiciler kollektif olarak bunun yolunu bulmuşlar. Ve bunu kapitalizme karşı bir direniş odağı olarak da görüyorlar. Üreticiler de, tüketiciler de örgütlenerek kapitalizmin dayattığı sisteme örgütlü olarak karşı durmaya çalışıyorlar.

Gıda şirketlerinin dayattığı “sertifika” yerine sertifikadan daha önemli olan güven ve samimiyetin öne çıktığı, hem üreticilerin hem de tüketicilerin sisteme dahil olduğu “Katılımcı Sertifikasyon”u veya “Topluluk Destekli Tarım”ı örgütlemeye çalışıyorlar. Çiftçilerin kendi aralarında üretimi denetlemesini sağlamaya, bununla da yetinmeyip tüketicilerin de (yada tüketicilerin örgüt temsilcilerinin de) tarla ziyaretleri yapmasını sertifikasyon ve kalite güvencesi sürecinde rol almasını sağlamaya çalışıyorlar. Yani tüketicileri “tüketici olma” rollerinden ayırıp üretim sürecinin bir parçası haline getirerek gıda egemenliğinin ve küçük aile tarımının devamlılığını sağlamaya çalışmaktadırlar. (Bu konuyu araştırmak isteyen birisi internete girdiğinde binlerce makale ve örneği okuyabilir.) Bu köylüler/çiftçiler de tohum şirketlerinin yaşamı patentlediği “sertifikalı organik tohumları” kullanma yerine, yüz yılların deneyiminin ürünü olan ve bölgeye adaptasyon sağlamış, daha az su isteyen ve besin değeri de olan yerel tohumlarını ve çeşitlerini kullanmaya devam etmektedirler.
Kısacası; ya kapitalizmin sunduğu alternatiflere boyun eğeceksiniz ya da “Başka Bir Organik Tarım Mümkün”, “Başka Bir Gıda Sistemi Mümkün”, “Başka Bir Yaşam Mümkün..” diyerek küresel sermayenin yarattığı alternatiflere ve dayatmalara karşı mücadele yürüteceksiniz.
Tercih sizin !..