Nükleer lige geçme hayalleriyle yanlış üstüne yanlışlar yapılıyor. İktidar işin şovunda ancak Türkiye’de Rus gaz ticaret merkezi kurulması ve Sinop nükleer santralı yeni bir bağımlılık yaratacak. Plansız, siyasal gerekçelerle yapılan yanlış ve gereksiz enerji yatırımlarının faturası halka ödetilecek. Bu koşullarda, satılamayan gazın bir bölümünü Trakya’ya getirmek akıllıca bir davranış değil.

Enerji bağımlılığında halka iki yeni kambur

Oğuz TÜRKYILMAZ

Türkiye ile o dönemki adı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) olan Rusya arasında enerji hammaddeleri ticaretinin başlaması, 1980’li yıllara dayanıyor. Bu dönemde, önce ülkenin elektrik ihtiyacını karşılama amacıyla kurulması öngörülen doğalgaz yakıtlı elektrik santrallarının doğalgaz ihtiyacını temin amacıyla, SSCB ile ithalat anlaşmaları yapılmıştı. Rusya’dan başlayarak, Ukrayna, Romanya, Bulgaristan güzergâhından geçen Batı Boru Hattı ile gelen doğalgaz, Trakya’da Bulgaristan sınırında Türkiye’ye giriyor ve Trakya, İstanbul, Kocaeli, Bursa, Eskişehir güzergahı ile Ankara’ya ulaşıyordu.

Doğalgaz o yıllarda kentlerde linyit ve fuel oil kullanımı kaynaklı yoğun hava kirliliğinin azalmasına da olumlu etki yapacağı düşüncesiyle; önce Ankara’da ve sonra İstanbul’da olmak üzere kentsel ölçekte ve ayrıca boru hattı güzergâhı üzerindeki sanayi kuruluşlarından başlayarak sanayide de kullanılmaya başlandı. İthalat ve dahili satış fiyatlarının düşüklüğünün yanı sıra KDV’nin de yüzde 1 olması, doğalgaz kullanımını yaygınlaştırdı. Bu başlangıç döneminde, SSCB’ye doğalgaz alım bedellerinin ödemesinde dövizle ödemelerin yanı sıra, takas imkânı da olmuş ve ihracatçıların SSCB’ye ihraç ettikleri ürünler ve müteahhitlerin SSCB’de yaptıkları işlerden elde edilen gelirler de; doğalgaz satış bedellerinden mahsup edilmişti.

Doksanlı yıllardan başlayarak Türkiye’nin doğalgaz talebinin artması sonucu yeni arz kaynaklarına da başvuruldu ve Nijerya ve Cezayir ile LNG ve Azerbaycan ile boru gazı alım anlaşmaları yapıldı. SSCB’nin dağılması sonrası, mevcut sözleşmeler Rusya tarafından devralındı. Rusya’nın Türkiye’ye gaz ihracatında kullandığı ve Güneydoğu Avrupa üzerinden geçerek Türkiye’ye ulaşan boru hattından Ukrayna’da izinsiz gaz çekişi yapılması ve alınan gazın bedelinin ödenmemesi, Rusya’yı ülkemize doğrudan ulaşacak bir denizaltı boru hattı inşa etme fikrine yöneltti. Bu kapsamda, Rusya’nın Karadeniz’in doğu yakasında Beregovaya Kompresör İstasyonu ile BOTAŞ Samsun Durusu tesisleri arasında denizin 2150 metre derinliğinde, Karadeniz altındaki uzunluğu 400 km’ye yakın olan (toplam uzunluğu 1213 km); her biri yılda 8 milyar metreküp taşıma kapasiteli çift hat boru hattı inşa edildi ve devreye alındı. O dönemde boru hattı kapasitesinin daha yüksek tutulması ve Türkiye’nin ilave arzı ihraç edebilmesine imkân verilmesi yolundaki önerilere ise itibar edilmedi.

GÜNEY AKIM’DAN MAVİ AKIM’A

2000’li yıllardan başlayarak, izlenen hatalı politikalarla, özellikle elektrik üretimi ve kentsel kullanımda doğalgaz talebi hızla arttı. RF ile Türkiye arasında ticari ve siyasi ilişkiler de gelişti. Diğer tarafta, Ukrayna’nın ABD/NATO güçleri tarafından körüklenen saldırgan politikalarına ek olarak; transit boru hatları ile taşınan RF doğalgazına el koymasından ve benzeri sorunlardan rahatsız olan RF, Ukrayna’yı bütünü ile baypas edecek ve Karadeniz’in altından geçerek Türkiye’ye ulaşacak ve ülkemizin yanı sıra Avrupa’ya da gaz arzı sağlayacak Güney Akım adlı yeni bir boru hattı projesi üstünde çalışmaya başladı. ABD, kendi ihracat pazarlarını daraltacağı ve RF’nin etki alanlarını genişleteceği gerekçesiyle projeye sürekli karşı çıktı, önlemeye çalıştı. Başlangıçta varış noktası Bulgaristan olmasına karşın AB ve ABD engellemeleri ile bu hedef tutmadı. Mevcut kısa ve güzergâhı belirli bir boru hattı olan Mavi Akım hattına paralel yeni boru hatları yapılması ve RF’nin Avrupa’ya ihraç etmek istediği gazı, BOTAŞ’ın taşıma bedeli karşısında Bulgaristan sınırında RF’ye teslim etmesi yolunda kamuoyuna bildirdiğimiz öneriler yine karşılık bulmadı.

enerji-bagimliliginda-halka-iki-yeni-kambur-1084064-1.

RF ipleri bütünüyle elinde tutmak istediği için, Mavi Akım’ın iki katından daha uzun olan ve Türkiye’nin münhasır ekonomik bölgesinden geçen boru hattı projesini gündeme getirdi. Bu projeyle, Türkiye RF’ye vergi indirimleri vb. büyük maddi imkânlar da sağladı. Buna karşı, tüm doğalgaz alım sözleşmelerinde olduğu gibi, bu sözleşmede de ticari şartlar bilinçli bir şekilde ülke kamuoyundan gizlendi. Bu boru hattından taşınacak gazın alım fiyatları ve şartlarında hiçbir iyileştirme ve yeni hak elde edilmedi. Üstüne üstlük boru hattının karaya çıktığı Kıyıköy’den Bulgaristan sınırına kadar olan kara boru hattının yapım bedelinin de yarısını Türkiye üstlendi. Bulgaristan’daki satış noktasından Avrupa’ya ihraç edilen gazın satış gelirlerinden Türkiye’ye bir pay verilmedi. RF Devlet Başkanı da, avunsunlar diye hattın adını Türk Akım’a çevirdi.

Ayrıca, son zamanlarda alım sözleşmelerinde yapılan bazı değişikliklerle satın alınan gazın yüzde 70’lik bölümünün fiyatlarının uluslararası piyasa fiyatlarına (Hollanda TTF) endekslendiği bildirildi. Bu da Türkiye’nin RF’den aldığı gazın maliyetini çok fazla yükselten bir uygulama. Yaşanan süreç, RF’nin ülkemizi, tercihli bir ticaret ortağı olarak değil de, istediği bütün koşulları kabul ettirebileceği bir pazar olarak gördüğünü ortaya koyuyor.

‘TÜRKİYE GAZ MERKEZİ OLSUN’ ÖNERİSİ

25 Ekim tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı 2023 Programı’nın enerji bölümünde doğalgaz teminiyle ilgili olarak bu konuda tek bir satır yer almıyor. Konunun, ilgili kamu kurumları arasında konuşulmuş, tartışılmış, görüşülmüş olmasına da ihtimal vermek zor. Çünkü, bizzat Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, “Ben de ilk defa duydum” dedi. Muhtemeldir ki, tipik Putin söylemine uygun olarak, bir anda kamuoyuna bildirildi. Sayın Cumhurbaşkanı da, muhatabını açığa düşürmemek için, “Biz sayın Putin ile görüştük, anlaştık” dedi. Herhalde, karşılıklı olarak kullanılan ifadelerle, “Dostum Putin dostu Erdoğan’dan rica etmiş, o da kabul etmişti.”

AB, ABD/NATO talimatlarına sımsıkı sarılarak, sancılı ve güç olmasına bakmayıp, üye ülkelerinin RF çıkışlı ve Avrupa’nın kuzeyinden geçen boru hatlarından gelen gaz alımlarını kısıtlamakla yetinmeyip bütünü ile sona erdirmeyi hedefliyor. Bu koşullarda, satılamayan gazın bir bölümünü, Türk Akımı boru hattına paralel yeni boru hatlarıyla Trakya’yı indirmek, ondan sonra da “siz alın belki satarsınız” diye Türkiye’nin üzerine yıkılmasını kabul etmek akıllıca bir davranış değildir. Rusya-Ukrayna savaşı sürecinde, AB üyesi ülkelerin tam olarak ABD/NATO komutası altına girdikleri ve bazı istisnai durumlar haricinde bu komuta merkezinin komutlarını eksiksiz uyguladıkları görülmektedir. ABD’deki kamu otoritelerinin sürekli olarak RF ile ticaret yapan kuruluşları uyarması ve haklarında soruşturmalar açılacağını söylemesi de etkili olmaktadır.

Kapitalist sistemde, doğalgaz ticaret merkezi olabilmek için işleyişi açık, çok taraflı ticari düzenlemeler ve kurumsal yapılar gerekli. SPK ve Borsa İstanbul’daki yolsuzluk ve şaibeli işlerle ilgili gazetemizde ve birçok basın, yayın ve internet mecrasında yöneltilen soruların ve yolsuzluk iddialarının yanıtlanmayıp unutturulmaya çalışıldığı bir ülkede, Uluslararası Gaz Ticaret Merkezi ne kadar etkin ve işlevsel olabilir?

RF eğer ülkemize bir iyilik yapmak istiyorsa, önce gaz fiyatlarını makul düzeylere düşürmeli; sonra da, sözleşmelerde ödemelerin, ulusal para birimlerinin yanı sıra mal ve hizmet satış gelirleri ile yapılmasına imkân veren düzenlemeler yapılmalıdır.

RF, İran, Azerbaycan, Cezayir, Nijerya gibi ülkelerle imzalanan uzun süreli doğalgaz anlaşmalarının bazılarının süreleri bitti veya bitmek üzere. Yapılan ve/veya sözleşme görüşmeleri süren yeni anlaşmaların, içeriği, süreleri, ülkeye ne gibi yükümlülükler getireceği saydam bir şekilde kamuoyu ile paylaşılmıyor. Ekonomik kriz ve döviz yokluğunun, RF’ye ödemesi ertelenmeye çalışılan gaz borçlarının vb. kış aylarında gaz tedarikini daha zorlaştıracağı endişesi duyan topluma, Rus gaz ticaret merkezi yapay bir çözüm projesi olarak sunulmaktadır.

ROSATOM’UN SİNOP NGS HAYALLERİ

“Akkuyu NGS kamburu yetmez” denilmekte ve Türkiye’nin sırtına bir kez daha, Rosatom eliyle Sinop NGS kamburu yıkılmak istenmektedir. EMO, MMO ve TMMOB’nin birçok çalışmasında ve BirGün’de çıkan yazılarımda net bir şekilde vurgulanan gerçekleri bir kez daha hatırlayalım. Ülkemizin nükleer santrallarla üretilecek elektriğe ihtiyacı olmadığı halde, nükleer santral kurulması, yapımı ve işletilmesiyle ilgili kurumsal yapılanma tamamlanmadan ve tam bir işlerlik kazanmadan, birincil ve ikincil yasal düzenlemeler, eksiksiz olarak sonuçlanmadan harekete geçildi. Nükleer lige geçme, nükleer teknoloji ile tanışma hayalleriyle, çok hızlı bir şekilde 2010 yılında Akkuyu Nükleer Güç Santralı yapımı ve işletilmesi ve sürecin denetimiyle bir imtiyaz olarak Rusya Federasyonu’na bağlı devlet şirketi olan Rosatom’a devletlerarası ikili anlaşmayla ile verildi.

Kamuoyunun yanı sıra çok sayıda muhalefet partisi yetkilisinin de yeterli bilgi sahibi olmadığı boyut, Akkuyu NGS’nin, santral arazisi ve limanı dahil yapım, mülkiyet ve işletmesinin RF’ye ait olduğu; üreteceği elektriğe uzun süreli ve yüksek fiyatlı alım garantisi verildiği, herhangi bir teknoloji transferinin söz konusu olmadığıdır. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, santral sahibi ve işletmecisinin bir kaza halinde maddi tazminat sorumluğu çok sınırlanmış ve nükleer atıkların bertaraf edilmesi de Türkiye’nin sırtına yüklenmiştir. Şimdi, bu nükleer kazık bu defa Karadeniz üzerinden, bir kez daha ülkemizin bağrına batırılmaya çalışılmaktadır. Nükleer santralların savaşlarda çatışan tarafların kolaylıkla hedefi olabildiğini Ukrayna’da Zaporijya NGS’de gördük. Gazetemizde, 19 Ekim tarihinde yayımlanan yazımda Karadeniz’in NATO’nun yeni egemenlik ve çatışma alanlarından biri olacağını söylemiştim. Rosatom’a Sinop’ta NGS ve muhtemeldir ki, beraberinde özel bir liman kurma imtiyazı verilmesi niyet ve planlarına izin verilmemelidir. Akkuyu NGS, özel radar sistemleri ve limanına gelecek Rus savaş gemileri ile birlikte, çatışmalarda mükemmel hedef olabilecektir. Sadece bu saptama bile Sinop’ta neden nükleer güç santralı kurulmaması gerektiğini işaret etmektedir.

BAĞIMLILIK ARTIYOR

Halen birincil enerji arzında fosil yakıtların payı yüzde 83, ithal yakıtların payı yüzde 70 düzeyindedir. RF, Türkiye’nin gaz ihtiyacının yüzde 45’ini, ham petrol ve petrol ürünleri ihtiyacının yüzde 24’ünü, kömür ihtiyacının yüzde 49’unu karşılamakta olup; Akkuyu ve Sinop NGS’leri de RF’ye bırakılırsa yaratacakları sorun ve risklere ek olarak, enerjide RF’ye bağımlılık daha da artacaktır. Herhangi bir bağımlılığın ülkemizi her an büyük risklerle karşı karşıya bırakacağı, toplumsal hayatı olumsuz etkileyeceği açıktır. Planlama olmaksızın, siyasal gerekçelerle yapılan yanlış ve gereksiz enerji yatırımlarının neden olacağı ve zararlarını yurttaşlara yüklediği ek mali yükler, çevre tahribatı vb. yeni riskler de dikkate alınmalıdır. Enerjide toplum yararını gözeten, kamucu, toplumcu başka bir dönüşüm programını tasarlamak, topluma anlatmak, benimsetmek ve uygulamak gerekli. Doğayı ve iklimi olumsuz yönde etkileyen yıkım sürecinin, insan yaşamı ve tüm canlı varlıklar için tehdide dönüşmesini önlemek için, başta emekçi sınıflar olmak üzere, toplumun ezici çoğunluğunun, çağdaş yaşam koşullarında yaşamlarını sürdürebilmelerini, ihtiyaçlarının karşılanmasını, hak ve çıkarlarının korunup geliştirilmesini öngören; kamucu, demokratik planlamacı, katılımcı, toplumcu bir program için, yeşil bir çevre, mavi bir gökyüzü, yaşanabilir bir doğa için, adaletli ve demokratik enerji politika ve uygulamaları için, enerjide başka bir dönüşüm için mücadele etmekle yükümlüyüz.