Dünya Enerji Kongresi sonuçlarını adım adım irdelerken bu haftanın konusu enerji yoksulluğu olacaktı. Ancak, Enerji Bakanı B. Albayrak’ın 2017 Bakanlık bütçesini sunmasıyla birlikte gündem de değişmiş oldu.

Enerji Bakanlığı ile bağlı ve ilişkili kuruluşların 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Tasarısı teklifinin toplamda “2 milyar 333 milyon 590 bin lira” olduğunu dile getirdi. Bakan Albayrak bu oranın 2017 Bütçe Kanun Tasarısı teklifine oranının binde 3.6 olduğunu da belirtti. Aynı günlerde Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş da bir sunum yaptı. Kurtulmuş’un bütçe sunumuna göre 2016 yılında 1 milyar 636 milyar lira bütçesi olan MİT’e 2017 yılında yüzde 21.93 oranında artışla 1 milyar 995 milyon 692 bin lira ödenek verilmesi teklif edildi.

2017 bütçesinde aslan payını yine Diyanet İşleri Başkanlığı aldı. Diyanet’e yüzde 5.93’lük artışla 6 milyar 867 milyon lira ödenek ayrıldı.

Sonuç olarak stratejik olarak adlandırılan “enerjiye” ayrılan pay MİT bütçesini kıl payı aşarken Diyanetin üçte birine ancak ulaşabildi.

Bakan’ın sunumunda yer alan Enerji Tüketim Bedeli bölümünde, enerji fiyatlarının asgari ücret işle karşılaştırması yapılıyor ve enerji fiyatlarının 2002 yılına göre büyük oranda düştüğünden dem vuruluyor. Oysa aynı sunumun verilerine bakarsak asgari ücretli, gelirinin her üç lirasından birini enerji için harcamakta ( % 6,3 elektrik, %10,5 doğalgaz, % 4 su ve % 10 civarında ulaşım. Toplamda; % 30,8). Bu, ülkenin kayıtlı-kayıtsız toplam çalışanlarının % 34’ünün enerji yoksulu olduğu anlamına gelmektedir. Zaten Bakan da sunumun iklim değişikliği bölümünde bunu kabul ediyor. Başta Erdoğan olmak üzere AKP’nin büyük ülke şişinmeleri bizatihi damat tarafından ret ediliyor. Nasıl mı? İşte bu açıklamayla; “Bu kapsamda anlaşmanın uygulama dönemi başlangıcı olan 2020 yılına kadar, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) ve Paris Anlaşması kapsamında taraflar toplantıları düzenlenmeye devam edilerek bu belirsizlikler giderilmeye çalışılmaktadır. En önemli belirsizlik ülkemizin BMİDÇS sözleşmesinde gelişmiş ülkelerle aynı listede (EK-1) yer almasından dolayı Paris Anlaşmasında da gelişmiş bir ülke gibi yorumlanmasıdır. Bu durumda mevcut belirsizliklerin ülkemiz için çözülmemesi ve Paris Anlaşması’nın kabul edilmesi halinde, halen gelişmekte olan Türkiye için Paris Anlaşması’nda gelişmiş ülkeler gibi net emisyon azaltımı ve diğer ülkelere finansal yardımlarda bulunma gibi sorumlulukları alabilme tehlikesi bulunmaktadır. “

Yine sunumda yer alan hedefle ilgili bir şeyler söylemek gerekirse;

2019 yılı sonuna kadar yerli kömürden üretilen elektrik enerjisi miktarının yıllık 60 milyar kWh’e çıkarılması… 2016 Ekim sonu yıllık 32.8 milyar kWh. olduğu düşünülürse üç yılda ikiye katlanacak demektir.
Rüzgâr enerjisi kurulu gücünün 2023 yılına kadar 20.000 MW’a çıkarılması… Şu an itibariyle 5,28 MW. .olan kuruluı gücün yaklaşık dört katı demek. Güneş ve diğerlerine değinmiyorum bile. Bu hedefler bir hayli afaki daha da ötesinde en azından madenlerin çevre denetiminde edilen laf kadar komik. İşte o açıklama da şu; “Madencilik alanında faaliyet gösteren maden işletmelerinin çevreye uyum planlarının denetiminin yapılmasına ara vermeden devam edilmesi hedeflenmektedir.”

Çevre ve yerli kömür konusunda geçen hafta dile getirdiğim kaygıları bu sunumda yer alan açıklamalar daha da arttırıyor. “Yaptığımız yasal düzenleme ile yatırımcıya ÇED, Kamulaştırma vb. bütün izinleri biz alacağız, kömür sahası karşılığında en ucuz elektriği kim üretecekse ihaleyi o firma alacak. Bu şekilde 7 milyar tona yakın linyit rezervlerimizi değerlendireceğiz.” Açıklamasına bakınca yakın gelecekte madenlere kimse girmesin derim de başka bir şey demem.

Enerji Politika ve stratejimiz bölümünde yer alan; “Doğal kaynaklarımızın ülke ekonomisine katkısını artırmak,” söylemi ise MTA’ya ayrılan kaynağa (toplam 481,1 milyon lira) bakınca insan gülmeden edemiyor. Yine aynı bölümde yer alan Afrika’ya yönelim açıklaması ve gelişmekte olan ülkenin emperyal algılarına ise gelecek yazıda işlenecek Afrika ve enerji yoksulluğu içinde yer verelim…