Enkazın tozu dumanı arasından yeni bir yaşamı filizlendirmek…
Fotoğraf: AA

Aysun GEZEN

“Dayanışma ezilenlerin inceliği” olmanın çok ötesinde, bir huy, bir yaşam tarzı bizim için. Halkın, işçi sınıfının her tür örgütlülüğünün ezilmesi, toplumun rekabetçi, girişimci bireyler toplamına indirgenmesi, piyasacı mantığın yaşamın en kılcal damarlarına kadar yayılması amacını kendi amacı edinmiş AKP iktidarına ve temsil ettiği sisteme karşı da en güçlü direniş mevzilerinden biri. İşte bu nedenle depremin ardından iktidarın piyasacı, rantçı, karı her şeyden üstün tutan ve devleti şirket gibi gören anlayışının yarattığı felaket karşısında en önce sosyalistler, devrimciler koştu dayanışmaya. Devlet ise hiç yoktu.

Tecrübelerimiz bize deprem vergilerini iç eden, halkın kolektif emeğiyle oluşan tüm değerleri sermaye lehine seferber edip yağmalayan, müteahhitleri ve sermayeyi semirtirken emeğin gelirden aldığı payı giderek düşüren, Kızılay gibi kamu yararına çalışması gereken kurumları şirketleştirip deprem bölgesine yardım götüren sivil toplum kuruluşlarına çadır ve gıda sattıran, hısım, akrabanın kar kapısına dönüştüren, kentleri rant ve karla gözü dönmüşlere teslim edip imar izinleriyle, imar aflarıyla, denetimsizlikle adım adım felaketi hazırlayan bir iktidarın, felaketine yol açtıklarına kayıtsız kalacağını da söylüyordu. Bu kapitalist, neoliberal sömürü ve yağma düzenine karşı verilen mücadele ve dayanışma ile şimdi yaraları sarma ve kentleri yeniden kurma zamanı.

Bu anlayışla yola çıktık İzmir’den, Dayanışma Gönüllüleri olarak; 99 depremindeki tecrübelerimizden çok şey öğrenerek. İskenderun’da Mustafa Kemal Mahallesi’ne ulaştığımızda yanımızda karşı karşıya kalınabilecek alt yapı sorunlarını çözmek için teknik ekibimiz, sıcak yemek ihtiyacı için aşçılar ve mutfak ekipmanları ve emeğiyle katkı verecek mimarı, mühendisi, işçisi, sanatçısı, öğrencisi, işsizi, emeklisi, kamu çalışanı, sağlık emekçisi gönüllülerimiz vardı. 10 Şubat sabahı İskenderun’a indikten kısa bir süre sonra 3 öğün sıcak aşımız çıkmaya başladı; kanalizasyon ve elektrik sorunu giderildi; konuşlanacağımız alanın düzenlemesi yapıldı; bir mutfak oluşturuldu ve acil durumlarda sağlık hizmeti verebilecek bir revir kuruldu. Genç-yaşlı demeden herkesin çağrısına yetişmeye çalıştık. Hatay’da bulunamadığından tek bir ilaç için Mersin’den, İzmir’den seferber oldu arkadaşlarımız. Derken elden ele büyüyor dayanışmamız. Sessizce birleşiyoruz, Arsuz’dan Mersin’e, İzmir’e… Emeğimizle, halkın dayanışmasıyla…

Çocukların bir nebze olsun normalleşmesi, yaşadıkları travmaları unutması, atlatması için her gün etkinlikler yapıldı ve yapılıyor. Çocuklar gülüp eğlendikçe hepimiz biraz olsun iyileştiğimizi hissediyoruz. Boyama kitaplarının arasına bıraktıkları çizimler, başka çocukların mektup sevinci oluyor. Deprem korkusuyla en ufak sallantıda evinden dışarı koşarak çıkan o çocuklar; devrimci abileri ve ablalarıyla ‘’İstop’’ diyerek oynamak için koşmaya başlıyor artık. Bir nebze olsun deprem sarsıntılarını unutup hayal dünyasındaki kahramanlarla özdeşleştiriyor yanı başında elinden tutanları. Eğitim ve gelecek kaygılarını, sınavın stresini azaltmak için birlikte ders çalışıyor gençler.

Birlikte pişiriyoruz, gelen tüm yardımları birlikte taşıyoruz, birlikte yaşam alanımızı güzelleştirmek için çabalıyoruz ve ne varsa elde avuçta birlikte paylaşıyoruz. İktidar eliyle yaratılan bu felaketten etkilenen yurttaşlar da katılıyor aramıza, Dayanışma Gönüllüsü önlüğünü geçiriyor sırtına; madun olarak konumlandırılmayı, mağdur olmayı reddediyor, dayanışmayı büyütüyor. Bu dayanışmayı sadece yaşamsal ihtiyaçların ihtiyaç sahiplerine ulaşması, birkaç konteynır koyup yaşam alanı oluşturulması olarak görmek eksik olur. Çünkü bu dayanışma, felaketin etkilediği, evsiz bıraktığı, sevdiklerini yaşamdan kopardığı insanların özneleşmesi, başkalarının yaralarını sararken iyileşmesi demek. Birbirimizi gözetmek demek. Haklarımız ve yeni bir yaşam için ayağa kalkmak demek. Tam da bu anlayışla mahallelerde çalışma yürütüyoruz, ihtiyaçları yerinde tespit ve temin etmekle kalmıyor, toplantılar yapıyoruz; geleceğimizi ve birlikte yapacaklarımızı konuşuyoruz. Gittiğimiz mahallelerde acil talepleri birlikte belirliyor, çözüm önerilerini birlikte değerlendiriyoruz. İlk günlerde yoğun olarak gıda, battaniye, soba talebi olurken; gün geçtikçe bunlarla birlikte hijyen, su, duş ve temiz tuvalet ihtiyacı baş gösteriyor. Değişmeyen tek talep ise ilk günden beri çadır oluyor. Günler sonra öğreniyoruz ki halka ücretsiz dağıtılması gereken Kızılay stoklarındaki çadırlar, parayla satılmış. İnsanlarımız soğuk gecelerde sokaklarda birbirlerine, çocuklarına sarılarak ısınmaya çalışırken; devletin kurumları para kazanma derdine düşmüş, sıcak parayla kendini ısıtmakla meşgullermiş. Bu örgütlü kötülüğe de ses çıkarıyor gecekonduların olduğu İskenderun tepelerindeki mahalleler.

Örgütlü bir mücadelenin tek seçenek olduğu, ortak bir ses olarak yükseliyor mahallelerden. Mahallelerde komiteler oluşuyor. Düşünü kurduğumuz yaşamın, üretenlerin yöneten de olduğu gerçek demokrasinin bebek adımları atılıyor bir bir. Çünkü bu felaketi yaşayanlar da biliyor ki gelecekleri için ayağa kalkmadıklarında yeniden inşa, kar hırsıyla ellerini ovuşturan müteahhitlerin, şirketlerin inşaat faaliyetinin ötesine geçmeyecek; kentsel yeniden yapılanma ranta kurban edilecek, felaketzedeler kendi evlerine yeniden kavuşmak için borçlandırılacak, kentlerin kozmopolit yapısı, tarihi, kültürü yok edilmek istenecek.

“Evimiz yıkıldı, hayallerimiz değil”; “umudunu yitirme, geri döneceğiz Hatay” yazan duvarlar mücadele için içilmiş bir ant halk için.

“Bu işi en iyi solcular, devrimciler yapar, yapıyor” diyor yaşamlarına dokunduğumuz insanlar. “Sizinle her mücadeleye varız” diyorlar. Felaketi en derinden yaşayan insanların kendi hakları için ayağa kalktığı, özneleştiği bir sürecin zemini bu dayanışma.

Ez cümle; şu hayatı böyle yaşamayı huy edindiğimiz için bize teşekkür etmeyin; örgütlenelim, dayanışma ve mücadeleyle bu kentleri yeniden kuralım; enkazın tozu dumanı arasından başka bir yaşamı birlikte filizlendirelim.