Enver Karagöz ile Doğan Akhanlı Şavşat’ın iki devrimci, iki yiğit evlâdıdır.

KEMAL YALÇIN

ENVER KARAGÖZ’ÜN EDEBİYAT DOSTLARI
Enver Karagöz ile Doğan Akhanlı Şavşat’ın iki devrimci, iki yiğit evlâdıdır. İkisi de aynı idealin insanlarıdır.
Enver Karagöz özgürce, insanca yaşanabilen bir Türkiye ve dünya için yılmadan, ömrü boyunca mücadele etti.
Enver Karagöz’ü aramızdan ayrılışının 4. yılında saygıyla, sevgiyle anıyoruz.
Artvin Lisesi Edebiyat Öğretmeni Enver Karagöz, 12 Eylül 1980 sabahı, eşiyle birlikte evinden alınarak, işkence merkezine dönüştürülmüş olan Artvin Öğretmen Okulu’na götürülmüştü. Daha sonra Artvin ve çevresinde önceden mimlenmiş devrimci öğretmen, öğrenci ve gençler de tutuklanarak Artvin Öğretmen Okulu’nda toplanmış, işkenceden geçirilmişti.
Enver Karagöz’ün başına korkunç olaylar geldi. Enver Hoca ve eşi Işılay, Artvin Öğretmen Okulu’nun bir sınıfında korkunç işkencelerden geçirilmişti. İşkenceci, Enver Hoca’yı yakından tanıyordu. Enver Hoca, her türlü işkenceye dayanmış, kimseyi ele vermemişti.
Enver Hoca işkence sırasında bayılmıştı. İşkenceci polis, “Haydi bakalım, sen bir daha mitinglerde vatan haini Nazım Hikmet’in şiirlerini oku!” diyerek Enver Hoca’nın kaşık sapıyla açtığı ağzına kaynar su dökmüş, boğazını yakmıştı. Dünya ve Türkiye bu barbarlığı da görmüştü.
Enver Hoca, hem güzel şiir yazar,  hem de gür sesiyle yaşayarak ve dinleyenleri yaşatarak şiir okurdu. 12 Eylül işkencecileri onun gür sesini yakmışlardı.
Enver Hoca, bir daha iyileşemedi. Yanan ses telleri, bir daha meydanları inletemedi! Erzurum Askeri Cezaevi’nde gırtlak kanserine yakalanmıştı. Tedavileri engellenmek istenmişti. Tahliye olduktan sonra Türkiye’yi terk etmek zorunda kalmış, Almanya’ya gelerek siyasi iltica talebinde bulunmuştu.
Enver Karagöz, Almanya’da siyasi sürgün olarak yaşayan onurlu, yiğit bir devrimciydi. Bir yandan kanserle, bir yandan da 12 Eylül faşist cuntasıyla mücadalesini sürdürüyordu. Şiirler yazıyor, kısık kısık çıkan sesiyle toplantılarda, kültürel etkinliklerde şiirler okuyordu. O tutarlı, kararlı, bilinçli bir ideal adamıydı.
Enver Hoca, 30 Mart 2007 günü, Köln’de gırtlak kanserinden vefat etti. Işılay Karagöz, sevgili eşinin yazılarını, şiirlerini, cezaeviden mektuplarını bir kitap haline getirdi. Direnç Gülü adıyla yayınladı. Ayrıca Enver Hoca’nın anısını yaşatmak, mücadelesini sürdürmek için, 2010 yılında, “Enver Karagöz’ün Edebiyat Dostları” adıyla bir edebiyat çevresi oluşturdu. Her ayın ilk cuma  akşamı bir sanat etkinliği düzenlemeye başladı. Bu etkinliğin ikincisi, yazar Doğan Akhanlı okuma ve söyleşi akşamı 4 Şubat 2011, Cuma günü, saat 19.30’da, Stadtteilzentrum-Buchforst’da yapıldı.
Doğan Akhanlı, Enver Karagöz’ün Artvin’den beri dava arkadaşı, can yoldaşıydı. Akhanlı, önce  İstanbul’da, 2010’da, Telos Yayınları’ndan çıkan Fasıl adlı yeni kitabını tanıttı. Sonra sıra, dinleyicilerin merakla beklediği, Türkiye’de başından geçen olayları anlatmaya, sorulara cevap vermeye geldi.

ENVER KARAGÖZ'ÜN
EDEBİYAT DOSTLARI'NIN SORULARI
Doğan Akhanlı, Fasıl adlı kitabının bazı bölümlerini okumuştu. Kitabın kurgusu ilginçti. Kitabın ön ve arka kapağı aynıydı. Bir taraftan işkence görmüş bir 12 Eylül devrimcisini, diğer taraftan ise işkenceci bir polisi konuşturuyordu.
Salonda bulunanların hemen hemen hepsi 12 Eylül 1980’in darbesini çeşitli biçimlerde yemiş insanlar.
Kimseden ses çıkmıyordu.
O an herkes kendi kendine konuşuyordu.
O an herkes işkence çığlıkları duyuyordu.
O an herkes, alınmamış ahlarının kahredici ateşiyle yanıyordu.
O an kimse kimsenin yüzüne bakamıyordu.
Keşke şu ışıklar söndürülseydi.
Doğan kitabını karanlıkta okusaydı!
Okuma bitti.
Sorulara geçildi.

»Gelmiş geçmiş olsun Doğan! Türkiye’ye gitmeden önceki Doğan Akhanlı ile, Türkiye’den dönüp gelen Akhanlı arasında ne fark var?
Türkiye’ye gidemediğim, Türkiye’deki siyasal, toplumsal değişimleri uzaktan izlediğim sürgün yılları beni biraz siyasi yönden körleştirmiş. Ben Türkiye’ye giderken, Türkiye’deki demokratikleşme adımlarının hayaline kapılmışım. Daha doğrusu davulun sesi uzaktan güzel geliyordu! Ben yanıldığımı ayağım İstanbul’a basar basmaz, pasaport kontrolundaki “Siz biraz bekleyiniz!” dendiği an anladım. Ama iş işten geçmişti.

»12 Eylül 1980 öncesi ile 2011 Türkiye’sini karşılaştırabilir misin?
12 Eylül 1980 öncesinde kimin eline düştüğünü, kimin ne olduğunu az çok bilebilirdik. Ama şimdi çeşitli, birbiriyle kavga içinde olan mihraklar oluşmuş. Herkes savcı, herkes yargıç! Herkesin burnu bir karış havada! Savcı dört ay içinde benim ifademi hiç almadı. Ama benim ömür boyu içerde kalmama yol açabilecek bir iddianame yazmıştı.
12 Eylül 1980 döneminde hapishanelerde Türk, Kürt devrimcileri vardı. Şimdi ise Terkirdağ F Tipi Cezaevi’nde gördüğüme göre konuşuyorum, hücreler genellikle Kürt gençleriyle, Kürt siyasi tutuklu ve hükümlüleriyle dolu.
Kimileri ömür boyu hüküm giymiş, kimileri İstanbul’un gecekondularından şu ya da bu nedenle tutup getirilmiş, 19-20 yaşlarında gencecik Kürtler. Konuştuğum bu gençlerin hemen hemen hepsi, hapisten  çıkar çıkmaz, dağa çıkacağını söylüyordu. Durumun bu kadar felaket olduğunu içeriye düşünce daha iyi anladım.

»Kendini nasıl hissediyorsun?
Türkiye’ye giderken özlemle, umutla gitmiştim. Başıma gelen bunca olaylardan sonra Türkiye’den daha radikalleşmiş olarak döndüm.
Beni uzun süre bırakmıyacaklarını anlamıştım. Bana yazdığım kitaplar, Ermenilerle ilgili araştırma ve yayınlarım nedeniyle hiç soru sormadılar. Esas siyasi amaçlarını gizleyerek beni bir cinayet olayına karıştırmak istiyorlardı.
Eğer Almanya’daki, Avrupa’daki dayanışma etkinlikleri olmasaydı, Alman kamuoyunun desteği olmasaydı ve ben Alman vatandaşı olmasaydım, ben şimdi aranızda olamayacaktım. Bu nedenle, bana destek vermiş, benimle dayanışmada bulunmuş herkese büyük bir minnet hissi içindeyim. Ne yapsam onlara olan minnet borcumu ödeyemem.

»Bu yaşadıklarını yazacak mısın?
Hayır, yaşadıklarımı yazacak durumda değilim! Yazarsam öfkeli, taraflı yazarım. Bu da edebiyata faydalı olmaz. Henüz yaşadıklarımı tarafsız bir yazar tavrıyla yazacak durumda değilim.
»Peki, Fasıl’da ve diğer bazı kitaplarınızda 12 Eylül döneminde yaşadığınız işkenceleri yazabildiniz mi?
Uzun süre yazamadım. Fasıl bunun bir denemesi oldu. Fakat işkence görmüş hiçbir insan, kendi başından geçen işkenceyi aynen yazamaz. Yazılanlar, yaşananların birkaç damlasıdır sadece! 12 Eylül döneminde 500 binden çok insan işkenceden geçirilmiştir. Korkunç bir rakamdır bu! Bu insanların sayısı, yakınlarıyla birlikte milyonları bulur. Bu milyonlarca insanın acılarını, işkence izlerini gidermek, zedelenmiş onurlarını, yaralanmış ruhsal dünyalarını onarmak için henüz pek bir şey yapılmadı. Bu da acılarımızı, yaşadığımız travmaları artırıyor.
TÜRKÜLER ONARSIN YARALARIMIZI
Okuma ve söyleşi bitti. Doğan kitaplarını imzaladı. Fakat kimse kalkamıyor yerinden. Işılay Karagöz, kızı Ceren o an neler yaşıyordu, neler düşünüyordu? Diğer işkence görenler nerelerdeydi? Beyinlerinde hangi fırtınalar esiyordu?
Kimse bilmiyordu bunu.
Kimse kimsenin gözüne bakamıyordu.
Donup kalmıştık.
Enver Karagöz ve Doğan Akhanlı’nın kurucuları arasında olduğu, Türkiye Almanya İnsan Hakları Derneği (TÜDAY) Başkanı İlkay Yılmaz, Yönetim Kurulu üyesi Oktay’ın çaldığı gitar eşliğinde gencecik, taptaze, ipek gibi sesiyle Kürtçe bir türküye başladı. İnsanlar bir nefes aldı. Sonra hareketli bir Türkçe türküye geçti. Sonra Karacoağlan’dan, Pir Sultan’dan, Âşık Veysel’den türküler söylendi hep birlikte.
Sonra Sarı Gelin, sonra Nesimi’nin “Haydar Haydar” türküsü söylendi hep bir ağızdan.
Sonra Nâzım’dan şiirler okundu.
Sonra  bir anda  bir türküye başlanıverdi.
"Yüksek yüksek tepelere kız vermesinler
Annesinin bir tanesini hor görmesinler
Uçan da kuşlara malum olsun
Ben annemi özledim,
Hem annemi, hem babamı
Ben köyümü özledim."
Enver Karagöz’ün yetim kalan kızı Ceren annesine “Anne ağlama, anne ağlama!” diyor, kendi gözyaşlarını içine akıtarak.
“Ağlamıyorum kızım! Ağlamıyorum! Düğününe iki ay kaldı. Düğününe hazırlanıyoruz!” diyor.
Ah Ceren ah!
Doğduğu gün babasının kendisi için yazmış olduğu, büyüyünce okuyup ezberlediği “Sen geldin Ceren” başlıklı şiirin dizeleri geçiverdi aklından, tüyleri diken diken oluverdi:
"Duygularım vardı
                                      düşlerim vardı
Sözcüklerim azdı
Kendimi yokladım
Aklımı topladım
                                    sözcük biriktirdim yıllarca
Yıllar uzun ve kahırlıydılar
Duygularımın izdüşümüne dokundum
                                  parmak uçlarımla
Sözcük torbamın ağzını açtım
Düşlerimin kanatlarında uçuverdiler
Şiir olur dönerler diye bekledim
                                dolandım durdum
Sonra sen geldin sonbaharda                         
                                bir gece yarısı
Baştan aşağı şiir kokuyordun..."
Ah bu şiirler deli divane eder insanı!
Ah ceylan gözlü, selvi boylu Ceren ah!
Ne sen babana doyabildin, ne de baban sana!
Ceren babasının cenaze töreninde “Babama doyamadım! Babam bana hiçbir masalı sonuna kadar anlatamamıştı. Sesi yetmezdi!” diye konuşmuş, hem kendisini, hem de törendekileri ağlatmıştı.
Ceren’in düğünü 29 Nisan 2011 günü yapılacak.
Ceren’in düğününde Enver Karagöz olamayacak!
Ama biz, hepimiz Ceren’in düğününde yanında olacağız, mutluluğunu paylaşacağız. Hiç türkü söylemeyen Doğan da Ceren’in düğününde türkü söyleyecek...    (Bochum, 13 Şubat 2011)

YARIN: Doğan Akhanlı